• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Ayhan Demir
Ayhan Demir
TÜM YAZILARI

Ne söylüyor, ne yapmıyoruz

12 Eylül 2018
A


Ayhan Demir İletişim: [email protected]

Bir ansiklopedide okumuştum: İlk kapı kilidi, dört bin yıl önce icat edilmiş. İnsanoğluna ait en eski kilit, Ninova Harabeleri’nde bulunmuş. 

Konu kilit bahsinden açılmışken, bir iki şey daha söyleyelim: Hırsız evin içerisindeyse, kilit işe yaramaz. Böyle bir durum karşısında yapılması gereken, kilidin sayısını artırmak değil, hırsızı evden çıkarmaktır. 

Evet... Bence, Türkiye’nin en önemli sorunu, hırsızlıktır. Hırsızlık, sadece evimize ve işyerimize giren, otomobilimizi çalan, yolda yürüyenlerin çantalarını kapan haydutlarla sınırlanamaz. Emek hırsızlığı da bunun içindedir. 

Mesela, bir müessese kuruyor, yıllarca gece gündüz demeden mücadele ediyorsunuz. Tam emeğinizin karşılığını almak üzereyken, birileri çıkıp, onca yıllık birikiminizi, emeğinizi sıfırla çarpmak istiyor. 

Türkiye, milletimizin, bin yıllık birikimi, fedakârlığı ve emeğidir. Son dönemde ülkemizi ve milletimizi geriye götürmek; tekrar baştan başlamaya mecbur bırakmak isteyen birçok girişim oldu, oluyor. 28 Şubat’ta yapılan buydu. 17-25 Aralık’ta, 15 Temmuz’da ve bugünlerde ekonomimiz üzerinden yapılmak istenen budur.

Bunlar, öylesine yazılmış satırlar değildir: 28 Şubat’tan sonra şartların ve rakamların birden bire nasıl memleket aleyhine döndüğünü bilmeyen kalmadı. 

17-25 Aralık’ta vatanını seven, milli menfaatleri önceleyen, milletin ve devletin menfaati için çalışan, hakkı ve hukuku gözeten kişilerin nasıl saf dışı edilmek istendiğini hep birlikte gördük.

15 Temmuz’da Türk milletinin sesini kısmak, Türkiye’yi tekrar zayıf düşürmek için nasıl bir küresel operasyon tertiplendiğini milletçe gördük, görüyoruz. 

Her türlü girişime rağmen gidişatın Müslümanlar için hayırlı, Türkiye’nin sırtından geçinenler için zararlı olduğunu görenler; son çare olarak, ekonomi silahına sarıldılar. Hızımızı kesmek, mümkünse olumlu gidişi tersine çevirmek için, şarjörlerine yükledikleri, dolar kurşunlarını üzerimize boşaltıyorlar.

Osmanlı’nın çöküş döneminde de, bu böyleydi. Osmanlı Devleti’nin bir an önce çökmesini, habire borçlanıp faiz batağına saplanmasını isteyenler; devletin ve milletin iyiliği için çalışanları, bir şekilde saf dışı ediyorlardı. 

Dr. Ramazan Balcı, Nesil Yayınları’ndan çıkan, Tarihin Sarıkamış Duruşması isimli kitabında şöyle söylüyor: “Batılı sermaye gruplarının adeta savaş alanına çevirdikleri Osmanlı toprakları, 1900’lü yıllara girerken, siyasi istiklalden önce, ekonomik bağımsızlığını kaybetmişti. Devlet, bütün gelirinin yüzde ellisini, hatta daha fazlasını, borçların ödenmesine ayırmış olmasına rağmen, bu rakam bile yeterli değildi.
Devletin mali bağımlılığını sürekli hale getirmek isteyen Batılılar, borçları ileriye doğru elli yıla yaymışlar, yapılan ödemelerin büyük kısmını faizlerin tahsilatına ayırmışlardı. Batılı devletler bir yandan Balkanlarda, Afrika ve Doğu sınırlarında isyan ve işgaller tertip ediyor, bir yandan da bu isyan ve işgalleri durdurmak isteyen Osmanlı’ya çok ağır şartlar ve yeni imtiyazlar karşılığında borç para veriyordu.
Dış borçlar kadar ekonominin bünyesini kemiren diğer bir hastalık da kapitülasyonlardı. Yabancı sermaye kendisine tanınan ayrıcalıklarla yerli ve milli yatırımların hiç birine hayat hakkı tanımıyordu. Anadolu, yabancı şirketlerin istilası altındaydı.

Farkındayım, biraz uzun oldu. Ancak Osmanlı Devleti’nin çöküşünün sebeplerinden biri  olan borçlar meselesini öğrenmeden, bugünkü dış borcumuzun ne anlama geldiğini bilemeyiz. 

Vatanını ve milletini seven herkes aynı şeyi söylüyor: Dış borç, sadece rakamsal değil, siyasal olarak dışarıya bağımlılığın ifadesidir. Dış borcumuzu, dolayısıyla dışa bağımlılığımızı azaltmalıyız. İthalatı azaltıp, ihracatı artırmalıyız. Bunun yegâne yolu, yerli ve milli üretime hız vermektir.

Ne var ki…

Bir yandan yerlilikten bahsediyor, bir yandan da yabancı sermayeye destek veriyoruz. Bu olmaz.

Bir yandan millilikten bahsediyor, bir yandan da kamuya Amerikan, Alman, İngiliz ve Fransız malları satmaya çalışıyoruz. Bu da olmaz. Bir yandan Türk Lirası’na destekten bahsediyor, bir yandan da dolar ile fiyat belirliyoruz. Mesela, bazı ‘yerli’ havayolu firmaları, bilet fiyatlarını dolar üzerinden belirliyor. Uçuşlarda Amerikan tanıtım filmleri oynatılıyor. Bunlar hiç olmaz. Bu şekilde birçok örnek var. İşte bir tane daha…

Sayın Cumhurbaşkanımızın tüm gayretlerine rağmen, başta belediyeler olmak üzere, bazı kamu kurumlarındaki mal ve hizmet alımlarında; “yerli ve milli firmaların önünün kesildiği” söyleniyor. Bir yandan “yerlilik ve millilik tebliği” yayınlandığı, bir yandan da “yabancı menşeili firmaların önünün açıldığı” dile getiriliyor.

Bütün bu örneklerden ortaya çıkan sonuç şu: Bizler, konuşmayı, yazmayı, ahkâm kesmeyi seviyor; iş eyleme dönüştüğünde, sırra kadem basıyoruz.

Yapılması gereken şey belli: Meselesi ve derdi olan; yerli ve milli firmaları, ürünleri tercih etmeliyiz. Amerikan, İngiliz ve Alman mallarından ve bunların yerel işbirlikçilerinden kurtulmalıyız.

 

x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23