Kafası karışık din mümessilleri…
Bu topraklarda insanlık, yıllarca hak ve adalete, hakikatlere aç ve susuz bırakıldı. İslam’ın, Allah ve Resulünün adının anılması uzun süre yasaklandı bu memlekette…
Ve öyle zamanlar oldu ki, insanlık din-diyanete karşı cahil bırakıldı.
Ama bugün, herkes dini biliyor, konuşuyor ve hatta tartışabiliyor, elhamdülillah…
Çok şükür her bir ilde, ilçede onlarca cemaatin derneği, hocası ve mümessili bulunmakta.
Amma velakin çok büyük bir eksiğimiz var!
Savunduğumuz dinin amacını kavrayan, özüne inebilen, dahası din sahibi Allah’ın razı olacağı bir inancı yaşantısıyla kuşananımız yok denecek kadar az.
Az, diyorum haddim olmadan; çünkü meydanlarda ve özellikle sosyal medyayı nimet bilerek köşelerin tutulduğu mekânlarda hep bir çatışma ve kavga hali hâkim.
Kimin doğru, kimin yanlış olduğu da kestirilemeyecek kadar darmadağın.
Açıkça söylemek gerekirse, İslam’ı henüz öğrenmek arzusunda olan veya onunla ilk kez tanışmak isteyen biri, kirli bilgi dolu ve tabir yerindeyse “kafası karışık din mümessilleri” karşısında dinden soğur, uzaklaşır.
Öyle ki, sosyal medyada sıkça karşılaştığımız din temsilcileri(!) adeta kendilerini Kaf dağında görüyorlar sanırsınız.
Huşu, tevazu ve Müslümana yakışır vakardan eser yok, maalesef.
Dışarıdan, yabancı bir gözle bakıldığında görünen manzara: Birbirleriyle didişen, berideki ötekine cevap vermeye kalkışan kavgacı bir kesim...
“Ben böyle dedim… Sen şöyle söyledin… Filan kesin iddiası şöyle...” gibi kısır döngü, sığ söylem.
Ne yazık ki toplumda hiç hoş karşılanmayan böyle onlarca, yüzlerce örnek var!
Tekfirle başlayıp şirkle konuşmalarını bitirenler de ayrı bir dert…
Zannedersiniz ki bu Müslümanların karşısında din düşmanları, her kıta dolaşan muasır Firavun ve Nemrutlar var da ondan bu kadar şiddetli ve hiddetlidirler.
Tek cümleyle “Yazık, çok yazık bize!
Bu durum akıl, izan feraset sahibi her inananı üzmekte.
Tabii ki bu sitemim, serzenişim başta kendi nefsime olmakla birlikte bunun istisnaları var, onları tenzih ederim; onlar başımızın tacı…
“Müslümanın karşısında yine Müslümanların olması” hastalığı toplumu da derinden etkilemekte ve onlar da “uydum imama” diyorlar.
Ama diğer tarafta İslam’ı ve Müslümanları tek kaşık suda boğmak isteyenlere de fırsat doğmuş oluyor.
Zira şeytan ve avanesi hiç boş durmuyor!
Faydasından çok zararı olan bu çekişmelerimizden yeterince ilgilenemediğimiz nesiller (çocuklarımız da dâhil), kendilerini şeytanların tuzak ve bataklıklarında buluyorlar.
Bunun tek vebali müsebbip olan bizleriz!
Zira bizim dolduramadığımız boşluğu haliyle kötülükler dolduruyor.
Oysa İslam’ın halen ulaşamadığı, maneviyatla daha tanışamayan nice zihinler, dimağlar;
Islahı bekleyen onlarca bataklık biz Müslümanları beklemekte…
Birbirimizle uğraşacağımıza her birimiz diğerimizin doğrularını kabul etse ve Allah rızası için hizmetine öyle baksa daha doğru olmaz mı?
Hani, tek örnek ve rehberimiz Resulullah’ın (a.s.) tavsiyeleri, tembihleri nerede kaldı?
Ki O, hutbesinde bugünlere işaretle şöyle buyuruyordu:
“… Vallahi ben artık sizin benden sonra şirke düşmenizden korkmuyorum. Fakat sizin dünya hususunda birbirinizle rekabete, çekememezliğe düşmenizden korkuyorum.” (Buhari, Müslim)
Yoksa peygamberimizin uyarılarını dikkate alıp tartışmalara, münakaşalara girmemek ve daha da önemlisi bir Müslüman kardeşine zarar vermemek için kılıçlarını taşlara çalan ve evlerine kapanan sahabeler bizim örneğimiz değil miydi?
Örneklerimiz değil miydi, biz haklarında konuşurken daha dikkat edelim diye Allah’ın ayette açıkça övdüğü kimseler? “İslâm’ı ilk önce kabul eden muhâcirler ve ensar ile iyilikle onlara uyanlar var ya, Allah onlardan razı olmuş; onlar da O’ndan razı olmuşlardır...” (Tevbe 9/100)
Ebu Hanife, (r.h.) “Kelam İlmi” tartışmaları için uyardığı oğlu Hammad, “ama babacığım, sizler de tartışmalara giriyordunuz” diye karşılık verince şu veciz cevabı vermişti:
“Evet, biz tartışıyorduk. Ancak biz, arkadaşımız yanılgıya düşer korkusuyla, başımızda her an uçup gidecek bir kuş varmış gibi bir edâ takınırdık. Siz ise arkadaşınız yanılsın istiyorsunuz. Kim arkadaşının yanılmasını dilerse onun küfre girmesini talep etmiş olur ki, bu da arkadaşından önce kendisini küfre sevk eder. ”
Evet, bu verdiğim örneklerin âlâsını her birimiz biliyoruz aslında…
Öyleyse bildiğimiz hakikatlerle neden ters düşüyoruz? Hasımlarımızı sevindirecek münakaşalara neden tevessül ediyoruz?
Gelin, Allah rızası için başta biz bize sonra da yolunu şaşırmış ve nereye gideceğini bilmez duruma düşmüş insanlara kötü örnek olmayalım.
Birbirimizle uğraşacağımıza gelin, Rahmetli Necip Fazıl’ın: “Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak!” haykırışıyla yolunu kaybetmiş ve karanlığa giden kalabalıkları bizler aydınlığa, Allah’ın nuruna çağıralım.
Kendi ilmimize değil, Allah’ın verdiği ilmimizle Allah’a yol bulmaya; cemaatimize değil, İslam Cemaatine-İslam kardeşliğine çağıralım insanları.