• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Yavuz Bahadıroğlu
Yavuz Bahadıroğlu
TÜM YAZILARI

“Köşe yazarı” ile “muharrir”

14 Ekim 2017
A


Yavuz Bahadıroğlu İletişim: [email protected]

Eskiden “muharrir”ler vardı, sonra isim değiştirip “köşe yazarı” oldular…

Ama bendeniz neden “köşe yazarı” dendiğini hâlâ anlayamadım, çünkü bazıları sayfanın ortasında yazıyor.

Ha bir de “başyazar” var… Diğerleri “köşe yazarı” iken bu neden “başyazar”, anlayabilmiş değilim…

“Başköşe yazarı” demek gerekmiyor mu?

Çünkü “başyazar” denince, otomatikman gazetedeki tüm yazarların “başı” anlamına geliyor.

Tabiatıyla, diğer yazarlar, yine otomatikman, “başyazar”ın kontrolündeymiş gibi bir “izlenim” doğuyor.

Neyse, bu “başyazar”lardan biri, geçenlerde yayınladığı yazısında, hükümet üyeleriyle Başbakan’ı kastederek, “Bunlar analarını da satarlar” diye yazınca, işinden oldu.

Adamlar kırk yıllık “başyazar”. Ama yazdıkları cümlenin ne başını hesaplayabiliyorlar, ne sonunu?

Yazdıklarının hesabı sorulunca da, “fikir suçlusu” görüntüsüne bürünüp sıyrılmaya çalışıyorlar…

Anlayacağınız, “muharrir”ler “yazar”a dönüştü dönüşeli, “küfür” de “fikir” sayılmaya başlamış!..

Ayrıca ortada daha da acınası bir durum var…

Hayat hikâyesine baktım: Kurucu Meclis üyeliği dâhil, bizim “başyazar”, pek çok yüksek mevkilerde bulunmuş. Yüksek makamlar işgal etmiş…

Devlet, memleket, medya, hatta CHP “yüksek fikir”lerinden sürekli yararlanmışlar…

Hakkında yazılar, hatta kitap hacminde çalışmalar yapılmış…

“O Hürriyet’in ISO 2001 kalite belgesidir” bile denmiş onun için.

Ne var ki, kırk yılı aşkın yazı hayatında kalıcı hiçbir eser verememiş…

“Kitapsız” diyemem, başka mânâya çekerler, ama gerçekten de bir kitabı bile yok…

Köşe yazılarının ömrü birkaç saattir, kitap ise ebediyete armağan…

Kırk yıldır yazan bir “yazı adamı”nın geleceğe miras bırakabileceği tek satır yazmamış olması, “köşe yazarlığı” denen mesleğin (tabii bir meslekse), bir yanıyla fevkalâde “hoş” olsa da, öteki yanıyla ne denli “boş” olduğunu gösteren ilginç, ilginç olduğu kadar da hazin bir durumdur.

Tut sen kırk yıl “köşe” yaz, bunun büyük bölümünde üstelik “başköşe” yaz, ama yazdıklarından geriye bir şey kalmasın! Galiba cezaların en büyüğü budur!..

Mesleğinden ayrılmak zorunda kalmaktan daha büyük bir cezadır bence bu!

Âleme ve tüm “köşe yazar”larımıza (bendeniz dahil) ders olsun!

Ömrümüz “o dedi, bu dedi, kim ne dedi?” şeklinde dedikodu üreterek, sağa-sola sataşarak, şunun-bunun “kirli çamaşır”larını didikleyerek geçiyor…

Siyasi liderler ve siyasetçiler arasında gel-gitte hayatımız tükeniyor.

Kırk yıl sonra bir de bakıyoruz ki, yazdıklarımızdan geriye hiçbir şey kalmamış…

Alıyor o zaman bir düşünce: Meğer yazsak da olurmuş, yazmasak da; söylesek de, söylemesek de… Peki, illa neden söyleriz? Söyleyene bile faydası olmayan cümleleri neden her gün alt alta dizip “fikir” üretmiş gibi yaparız?

Kalıcılığı olmayan fikrin adı, “dedikodu”dur! “Başköşe” yazarlığı, bu durumda, “boş köşe” yazarlığına dönüşür.

Leyleğin ömrü gibi, laklakla geçen ömürlere yazık!

Peki köşe yazılarında kalıcı fikir hiç olmamış mı? Olmuş elbet: “Muharrirler” döneminde...

Aralarındaki atışmalarla tartışmalar bile kitaplaşacak seviyede “fikir” içerirdi (zaten çoğu kitaplaştı). Çünkü kavgalar dahi “fikir” üzerinden yapılırdı.

Peyami Safa-Nazım Hikmet kavgalarına bakarsanız, seviyeli “kavga”nın nasıl olduğunu görebilirsiniz: Tenkidin nasıl yapılması gerektiğini de…

Sövme ve hakaretin “eleştiri” olarak algılanması günümüz yazarlarına mahsus bir özelliktir.

 

x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23