• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Ali Osman Aydın
Ali Osman Aydın
TÜM YAZILARI

Televizyon bizim Avatar’ımız…

14 Mayıs 2018
A


Ali Osman Aydın İletişim: [email protected]

James Cameron imzalı Avatar filmi sinema tarihinin en çok gişe yapan filmlerinden biridir…

Film, Pandora adlı gezegende yaşayan Na’vi adındaki bir topluluğun yaşadığı trajik istilayı anlatır. 

Çok stratejik enerji kaynaklarının üzerinde yaşayan bu topluluğun zenginliklerini ele geçirmek için ABD menşeli askeri bir şirket “Avatar” adında bir program geliştirir.

Bu programda insanlar değişim modüllerinin içine girip uyutulduklarında Pandora’da bir Na’vi suretinde uyanmaktadırlar.  

Yani gerçekte olduğundan daha güçlü ve daha görkemli bedenlere sahip olarak…

Gerçek bedenleri modülün içinde pasifken Pandora’da inanılmaz şekilde aktif bedenlere sahip olurlar.

Gerçek bedenleri modülün içindeyken Pandora’da ki enerji dolu bedenleri cenneti andıran eşsiz güzelliklerin içinde sınırsızca yaşamaktadır.

Hatta ekipten Jake Sully gerçek hayatında (gerçek!) yarı felçlidir ama bunun Avatar programı için herhangi bir önemi yoktur.

Avatar, sinemanın çokça kullandığı bu değişim modülü fikrini daha çok Matrix’ten almış gibidir. Hatırlayacaksınız, Matrix’in kahramanı Neo’da zihnine yüklenen programlarla bir anda uzak doğu döğüşleri ustası ya da karşı konulmaz bir silahşör olabiliyordu.

Gerçek bedenler, onları çevreleyen sınır ve sorunlar, değişim modülüne bağlandıktan sonra anlamını kaybediyordu.

Hayali beden fiziksel imkanları aşıyor, hiper gerçekliğin içinde kişi kim olmayı istiyorsa ona dönüşebiliyordu…

BU MOTİFİ BİR ÖRNEK ÜZERİNDEN DÜŞÜNELİM 

Sıradan bir televizyon izleyicisinin, yani ortalama modern vatandaşın günlük hayatı büyük bir renksizlik ve monotonluk içinde geçer.

Evden işe hep aynı güzergahlar, aynı vasıtalar, aynı kıyafetler, aynı çevre, aynı insanlar ve aynı mekanlarda…

Her gün, bir öncekinin zevksiz bir kopyası gibidir.

Ailesi, akrabalık ilişkileri ve komşuluk büyük sosyal medya istilası sonrasında, yerle yeksan olmuştur. O yüzden sıradan televizyon izleyicisi büyük ve baş edilmez bir yalnızlıkla cebelleşmektedir.

Ne yapsa bu yalnızlığı aşamaz…

Günlük hayatın tatsız disiplininin ve saplanıp kaldığı statüsünün içinden çıkamaz…

Hissettiği kızgınlık, hayal ettikleriyle yaşadıkları arasında ki makas onu zıvanadan çıkaracaktır ki televizyon ve onun bir çeşit hipnozu andıran dizi filmleri imdadına yetişir…

Her akşam 8’ de uzanılan bir terapi koltuğu gibidir diziler…

Ve hiçbir terapistin açamayacağı çakraları açarlar izleyicinin zihninde.

Ya da her akşam 8’de içine yatılan bir modüldür dizi filmler, Avatar’da veya Matrix’te olduğu gibi.

Seyirci pasif bedenini kanepesinde bırakarak Pandora’sına ışınlanır, dizi izlerken. Sürekli talimat alan bir çalışanken Pandora’da bir holding patronunun bedenine bürünür. Normalde metrobüs milletine mensup biriyken dizideki bedeni bir Masserati ile dolaşır. Kararsız ve niteliksiz biriyken dizide kas yığını bir “süpermen”e dönüşür.

İmkansız savaşlar kazanır.

Zekasıyla parmak ısırtır.

Gözü pekliğiyle hayran bırakır.

Zenginliğiyle düşman çatlatır.

Ya da güzelliğiyle baş döndürür.

Ekrandaki temsili kişilikler yoluyla ışıl ışıl yalılara, hayran bırakan konumlara, erişilmez unvanlara, itibar ve debdebenin Nirvana’sına ulaşır.

Sıradan bir televizyon izleyicisi, televizyon karşısına geçip Pandora’sına ışınlandığında bütün yenilmişliklerinden, olmamışlıklarından ve gelecek baskısından kurtulur.

Philip Rieff psikanalizi “kültürün ürettiği yalnızlığa dayanmayı öğrenmenin bir başka yöntemi” olarak yorumlamıştı. Televizyonsa modern toplumun yalnızlık ve çaresizliğini suni bir şekilde aşmanın işlevsel bir yöntemi olarak ortalama insanın hayatında rol oynuyor.

Üstelik psikiyatrlara ödenen onca paraya veya zahmete de gerek duyurmadan…

Tek yapılması gereken akşam belli bir saatte televizyon karşısındaki koltuğa yani değişim modülüne oturmak…

Televizyon, geri kalanı halletmek için tasarlanmıştır zaten.

Sizi, hayal gücünün sınırsız enginliklerinde esir almak için…

Sizi, daha uzun süre uykuda tutmak için...

Akıl hastalıklarının, disiplin toplumlarına karşı bir direniş olduğuna dair görüşler mevcuttur.

Kaçış olduğuna dair görüşlerde…

Televizyon ‘da tastamam böyle bir düzenektir.

Hem direniş, hem de kaçıştır…

Özdeşleşme gücü çok yüksek olduğu için sosyal medyadan daha fazla uyuşturucu etkilere sahiptir.

Bu etkileri kendinizden, çevrenizden görmeniz de mümkün.

Her akşam değişim modülüne girip, başka bedenlerde, başka hayatlarda macera peşinde koşmak tamamen bedelsiz de değildir.

Hatta istenen bedel, insan hayatındaki en değerli şeyle ödenebilir ancak…

Zamanla…

Televizyon karşısında geçirilen zaman, yaşanmamış zamandır.

Yürünmemiş yoldur, edilmemiş sohbettir, ciğerlere doldurulmamış bahardır, deneyimlenmemiş heyecandır, şahit olunmamış dolunaydır…

Yaşanmamış hayattır…

Hayatınızı, YAŞAYIN

x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23