Siyasetin kör noktası!
Ekonomi, adalet, tarım, sağlık, terör…
24 Haziran seçimleri öncesinde meydanlarda kültür ve eğitim dışında her şey konuşuluyor… Dikkat ederseniz, hiçbir aday eğitim ve kültür ile ilgili sıradan yaklaşımların ötesine geçecek köklü bir öneride bulunmuyor.
Vaatler “yurt sayısını artıracağız, harçları şu noktaya çekeceğiz, öğretmen ataması yapacağız” dan ibaret…
Hiçbir aday işin keyfiyetine eğilmiyor…
“Eğitim sistemimizin yüz yıllık temel yanlışı şudur! Biz bu temel yanlışı şu şekilde düzelteceğiz” ya da “kültür endüstrisinin gençliğimiz üzerindeki nüfuzunu kırmaya dönük olarak bazı sanat dallarında yerliliği ihya edecek şu teşvikleri derhal hayata geçireceğiz” gibi sözler duyamıyoruz.
Hiçbir partinin milletvekili adayları listesinde, eğitim ve kültür sorunlarını efradını cami ağyarını mani bir biçimde ele alabilecek liyakata sahip isimlere yeteri kadar yer verildiğini göremiyoruz.
Yani siyasetin gündeminde her şey var, eğitim ve kültürden başka…
Oysa bu ülkenin, neredeyse yarısı çocuk ve gençlerden oluşuyor.
Oysa bu ülkede, uyuşturucu madde bağımlılığı yaşı ilkokul seviyesinde seyrediyor.
Oysa bu ülkede, çocuk ve gençlerin kahir ekseriyeti kültür endüstrisi dediğimiz “batılılaşma” aygıtı tarafından kumanda ediliyor.
Oysa bu ülkede, sosyal medya kullanıcılığı ve televizyon izleme süresinde gençler yetişkinlerle yarışarak dünyaya fark atıyor.
Oysa ülkemiz, mutsuz öğrenci ve genç istatistiğinde dünyanın sayılı nüfuslarından birini barındırıyor.
Oysa ülkemiz, az okuyan ve okuduğunu yeterli düzeyde anlayamayan dünyanın sayılı öğrenci topluluklarından birine ev sahipliği yapıyor.
Çocuk ve gençler, tümü yalnızca eğitim ve kültür temelinde çözülebilecek, zikrettiğimiz sorunlar yumağının tam merkezinde yaşıyorlar.
Ama gelin görün ki bu ülkenin en kritik seçim sürecinde, kaç Avrupa ülkesinden daha büyük bu genç topluluğuyla ilgili tek bir dişe dokunur vaat, tek bir kalıcı proje, tek bir umut verici gelecek perspektifinden söz edilmiyor…
Ülkenin neredeyse yarısının içinde debelendiği acil sorunların yeteri kadar konuşulmadığı, hatta göz ardı edildiği bir siyasal tutum, kolektif bir refahı, huzuru hedefleyebilir mi?
Sanmıyorum…
BASINIMIZIN MONARŞİ HAYRANLIĞI
İngiliz Kraliyet ailesinden bir prensin geçen hafta gerçekleşen düğünü ile ilgili en büyük sansasyonlardan biri İngiltere’de değil ülkemizde yaşandı.
Düğünde takılan saatlerden gelinliğin modeline, kilisede seslendirilen ilahilerden düğünün oluşturduğu ekonomiye kadar düğün basınımızda bütün boyutlarıyla didik didik edildi.
Çıkardığım sonuç şu…
Yazar gündemlerine ve haber içeriklerine bakıldığında ana akım basınımız, magazin basını olma yolunda hızla ilerliyor.
Basınımız konu Osmanlı olduğunda uzlaşma kabul etmez bir Cumhuriyet holiganı kesiliyor ve fakat konu Batılı bir krallık olduğunda -tıpkı bu düğün meselesinde olduğu gibi- iflah olmaz bir monarşi hayranına dönüşüyor.
Konu Osmanlı hanedanı olunca her ayrıntı, her unsur ustalıkla aşağılanabiliyor ama konu Batılı bir krallık olduğunda her ilkellik özenle göklere çıkarılıyor.
Bundan da şunu anlıyorum…
Basınımız aslında krallıktan nefret etmiyor.
Onun nefret ettiği Osmanlı’nın temsil ettiği teokratik monarşi…
Düğün vesilesiyle sergilenen kompleks dolu şarlatanlık bunun bariz bir göstergesi.