Siyasetin limanı ahlak olmalıdır
Ahlak dendiğinde iyi huy ve kabiliyetleri anlarız. Efendimizin “ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim” hadisini hatırlarız. Seciye, tabiat, huy gibi anlamları içeren ahlak, hulk ve huluk kelimesini çoğuludur. Ahlaklı olmak için illa Müslüman olmak gerekmez. Her insan ahlaklı, erdemli olabilir. Lakin Müslümanın ahlaklı olması şarttır. Kant’ın tanımlamasında bu, “Ben insanım ve ahlaklı olmak benim ödevimdir” şeklinde kendisini gösterir. Müslüman şahsiyetin en temel özelliği bu olmalıdır. Akaidden sonra en önemli ilke ahlaktır. Merhum Erbakan siyasete adım atanlara önce şu ilkeyi hatırlatırdı: “Önce ahlak ve maneviyat..” Ahlak ve maneviyat olmadan kalkınma olsa da ayakta kalmak mümkün değildir. Boğulmakta olan birisine, dinine- inancına bakmaksızın yardımcı olup kurtarmak ahlaki bir eylemdir. Denizde boğulmakta olan kişiyi, çok su yutmasından dolayı kurtaramayabiliriz; fakat bu durum bile yaptığımız davranışın ahlâki durumuna gölge düşürmez. Komşunuz Yahudi’yse bile evi yanıyorsa, İslam size yardımcı olmanızı emreder. Mazluma kimlik sorulmaz. Mazlum kim olursa olsun yardımcı olmalı, zalim de babamız olsa dahi karşı çıkmalıyız.
Bu konuyu biraz daha açıp, siyasi açıdan ahlak konusuna gelelim. Hangi konuda ve alanda olursa olsun, davranışlarımızda arzu, haz veya yarar gözetilmeden, yalnızca Allah rızası hedeflenerek hareket ediyorsak ahlaki davranmış oluruz. Çıkara dayalı ahlak, ahlak değildir. Ahlak insan için geçerli bir davranıştır, huydur, tabiattır. Platon’un dediği gibi, “Bizim dışımızda ahlâk yasalarının varlığı yoktur.” Ahlak yasaları bu yüzden evrensel ve mutlak olmalıdır. İslam dinine göre hayatını yaşamak isteyenler, dinin ilkelerinde bunu görebilirler. Dini referans kabul etmeyen seküler toplumlarda da ahlak yasaları evrensel olmak zorundadır. Kategorik bir örnekle ne demek istediğimizi somutlaştıralım. Kimliği, inancı ne olursa olsun, her zaman doğruyu söylemek ve ahlaklı olmak, hiçbir ferde zarar vermemek, evrensel bir ilkedir.
Filozoflar, felsefik akımların çoğunluğu dini ilkeleri reddetmez, bilakis onlardan faydalanır. Bizde yeni bir ulus yaratmak(!) adına hareket edenler, milleti ayakta tutan mevcut ne kadar ahlaki davranış, yasa, gelenek, inanç ve fikir varsa hepsini toptancı mantıkla inkar etmiş ve asimile politikası uygulamışlardır. Bu milletin inancına savaş açan, onun değerleriyle mücadele edenlerin söylemlerine baktığımızda, hiç de iyi niyetli olmadıklarını, asıl amaçlarının İslam düşmanlığı yapmak olduklarını görürüz. “Allah’ı da Sultan ile birlikte tahtından indirdik. Artık Türkiye de ne din, ne Tanrı ve ne de Peygamber vardır. Bizim dinimiz Kemalizm ve mabetlerimiz de fabrikalardır” diyen bir zihniyetin hangi dinden olduğu aşikârdır. Ne yazık ki bu asimilasyon yıllarca devlet eliyle yürütüldü. Kimlik, ahlak, kültür, medeniyet gibi havzalarımızda kırılmalar meydana geldi. Birlik, beraberlik, dayanışma ruhumuz zedelendi. Bugünlere gelinceye ve belimizi doğrultuncaya kadar çok çile çektik. Uzun yıllar iktidarlar eliyle yolsuzluk, hırsızlık, şiddet, haksız kazanç, bankaları hortumlama, iltimas gibi gayri ahlaki davranışlar meşru gibi gösterildi. Medya, internet, yabancı istihbarat örgütleri, mafya, fuhuş, eğlence, müzik sektörü, kozmetik ve moda sektörü, bu milletin değerlerine, inançlarına savaş açmış Batı kültür ve medeniyetini aşıladılar.
Türkiye kalkınsın, gelişsin, müreffeh ülkeler seviyesine ulaşsın. Ekonomik kalkınma ve yargıda reform olsun. Dijitalizmin her tarafı yönlendirdiği, küresel ülkelerin teknolojide zirveyi yakaladıkları bir dünyada, Türkiye elbette ki bu gelişmelere bigâne kalamaz. Ama hepsinden önemlisi ahlak, edep ve maneviyata yatırım yapmalıyız. Eskiler buna, insana yatırım derlerdi. İnsanın manevi dünyası ihmal edilirse sosyal patlama kaçınılmazdır. “Siyasetin tek limanı ahlaktır” diyen Reisin bu sözü, tüm siyasetçilerin temel düsturu olmalıdır.