• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Yavuz Bahadıroğlu
Yavuz Bahadıroğlu
TÜM YAZILARI

İmkân demokrasisi mi, vicdan demokrasisi mi?

13 Haziran 2018
A


Yavuz Bahadıroğlu İletişim: [email protected]

İtalyan coğrafyacı, doğa bilimleri uzmanı ve diplomat Count De Marsigli (1658-1730), Osmanlı Devleti’nin insanlara verdiği değerle Osmanlı’daki insan hak ve hürriyetlerinden gıpta ile bahsediyor.

1732’de La Haye’de yayınladığı hatıratının birinci cildinin 28-29. sayfalarında Osmanlı idari yapısını şöyle anlatıyor: 

“Tarihçilerimizin hepsi Osmanlı padişahlarının diktatör olduklarını dünyaya ilân ediyorlar. Hâlbuki Osmanlı Devlet sistemiyle diktatörlük arasında en ufak bir bağ yok. Nasıl olsun ki, padişahın maiyetinde bulunan ve adına ‘Kapıkulu’ denen askeri teşkilatın (yeniçeri ve sipahileri kastediyor) gerek eski padişahlardan kalma kanunlar mucibince, gerekse kendi gelenekleri gereği padişahı tahttan indirebiliyor, zindana bile atabiliyorlar.”

Marsigli, padişahların “diktatör” olmadıklarına dair pek-çok örnek verdikten sonra, yukarıda adı geçen kitabının 31. sayfasına şu hüküm cümlesini yerleştiriyor: “Buraya kadar verdiğim örneklerden de anlaşılacağı gibi, Osmanlı Devleti bir aristokrasi değil, adı konmamış bir demokrasidir.” 

Eski Romanya başbakanlarından meşhur tarihçi Iorga, onbeşinci asırdan ondokuzuncu asra kadar Osmanlı Devleti’ni gezen seyyahların hatıralarını değerlendirdikten sonra, dürüst bir tarihçi vicdanıyla şu hükmü veriyor:

“Bugün Doğu’nun son derece geniş sahalarıyla Hristiyan Batı’nın birçok zengin eyaletlerine hâkim olan Osmanlı cemiyetine demokrasi zihniyetinin hâkimiyeti ilk günlerinden itibaren hiçbir fasılaya uğramadan devam etmiştir.” (Les voyageurs français dans l’Orient européen, Paris 1928, s. 44).

“Osmanlı Demokrasisi” pek tabii bugünkü demokrasiden farklıdır. Bugünkü gibi sandık kurulmamakta, ancak “Danışma Meclisi”ne danışılmadan ve meşveret edilmeden de karar alınmamaktadır. Çünkü meşveret sünnettir. Ama bizim ders kitapları Osmanlı’nın “mutlakıyet”le yönetildiğini yazar.

“Osmanlılarda insan en değerli varlıktır. Çünkü Kur’an böyle diyor. Bu durumda insana baskı ve şiddet uygulanabilir mi?” (İngiliz yazar Th. Thornton, 1807).

M. Porter: “Kur’an hükümleri zulüm ve istibdada karşı çok kuvvetli bir engeldir. Savaş ya da barışla Osmanlı hâkimiyetine giren Hıristiyan milletlerin malları ve mülkleri güven altına girer. Padişah, Hıristiyan ahalinin haklarının da muhafızlığını yapmak zorundadır. Bu durumda keyfi bir istibdat manzarası görmeye imkân yoktur.” 

Tabii bahsedilen demokrasi, bugünkü anlamda, seçimle teşekkül etmiş parlamentoya dayalı bir demokrasi değildi. Batı’nın “En iyi yönetim biçimi” olarak bulduğu ve daha iyisini bulamadığı için sürdürdüğü bugünkü demokrasi, kapitalizme dayalı bir “İmkân Demokrasisi”dir!..

Devlete güçlüler hâkimdir…

Güçsüzler oylarıyla gidişatı değiştirmeye kalktıklarında, envaı çeşit oyunlarla, darbelerle, müdahalelerle hâkimiyeti tekrar ele geçirirler.

Kaç darbe ve müdahale yaşadığımızı, “vesayet odakları” ve “egemen güçler” tarafından Parlamentomuzun dahi bombalandığını, Cumhurbaşkanımızın öldürülmeye çalışıldığını unutmamıza imkân var mı?

Osmanlı, egemenleri ve güçlüleri koruyan böyle bir “İmkân Demokrasisi”ni reddetmiş, eşit imkânlar ve şartlar çerçevesinde “insan” öncelikli bir “Vicdan Demokrasisi” kurmuştu.

Bugün de nihai hedefimiz “Vicdan Demokrasisi” olmalı. 

 

x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23