İzzeti zillette arayanlar!
Çobanlık, peygamber mesleği gereği kutsal addedilir. Kutsallığını kim bilir belki de verdiği hayat tecrübelerinden alıyordur.
Çünkü sabrı öğretir insana.
Sadelik, saflık değişmez karakteridir.
Tefekkür etme, mahlûkat üzerinde derin düşüncelere dalma en önemli öğretilerindendir.
Dikkatinizi çekmiş midir hiç?
Yularından tuttuğunuz/güttüğünüz hayvanınızı ne kadar güzel, tatlı otlara götürseniz de mâni olmaya çalıştığınız korunaklı yerlere saldırma güdülerinden alıkoyamazsınız!..
İnsanın yasak ve haramlara olan hayvani arzu ve iştiyakı da bu hayvan içgüdüsüne benzer.
Hayvanlar yaptıklarından sorumlu tutulmayacak, lakin insan, her fiilinden mesul olacak.
Zira insana bu beyan olunmuştur:
“De ki: “Pis ile temiz bir olmaz. Pisin çokluğu hoşuna gitse bile…” (5-Maide 100)
Bu açık beyana rağmen kimi Müslümanın içine düştüğü hali anlamakta zorlanıyorum. Israrla inananlardan uzaklaşmayı, İslam’la uzaktan yakından bir alaka ve bağı olmayanların yanında saf tutmayı, onların pis ve mundar olan fiillerini paklamayı marifet(!) saymalarını gerçekten anlamıyorum.
Bir önceki gün Akit’teki köşesinde Abdullah Yıldız, ABD’li oyuncu Lindsay Lohan’la yapılan röportajdan bir anekdot aktarmıştı:
“-Sizi İslam’a çeken şey nedir?”
“-Beni genel anlamda dinler çekiyor ama İslam kültürü ve Müslümanlar bana çok yakın geliyor. Arap arkadaşlarımla kendimi bir aile gibi hissediyorum... Türkiye’ye gittiğimde ise duaların/ibadetlerin beni sakinleştirip- dinginleştirdiğini hissettim… New York’a döndüğümde başımda örtü vardı…”
“-Siz neden başınızı örttünüz?”
“-Türkiye’den geliyordum ve bazı ülkelere gittiğimde saygımdan ötürü onlardan biri gibi davranınca kendimi daha rahat hissediyorum. Bu benim kişisel saygı anlayışım. Üstelik böyle çok rahatım...”
“İslamofobi”nin zıddı anlamında “İslamohobi” tanımlamasını uygun gören değerli hocam ne kadar da haklı...
Öyle ya, yabancılar İslam’a ve Müslümanlara karşı böyle bir gözlem içine girerken aynı inancı paylaştığımız(!) kimi kaprisli zihniyet, nedense bizden uzaklaşma ve karşı cenaha şirin gözükme, onlarla saf tutma yarışı içindeler.
Hatırlayın! Geçmişte Müslümanlar hariç herkesle arası iyi olan ılımlı, diyalogcu gruplar bunu çok yapardı. Taşra gibi küçük yerlerde bunların hareketleri ve ayrıcalıklı duruşları daha çok dikkat çekerdi.
Ticari faaliyetleri, siyasi tercihleri inanç ve değerlerimizden uzak kim varsa hep onlara uzanırdı.
Güya İslam’a ısındırmaktı gayeleri.
Ecevit, Demirel ve hatta Papa’ya türlü şirinliği o gün gösterenler, rahmet ve şefkati onlardan esirgemeyenler, aynı müşfikliğin binde birini Özal’a, Erbakan’a gösteremediler!
12 Eylül, 28 Şubat’ta zulme uğrayan nice mazlum, üniversite kapılarında, karakollarda, zindanlarda kan-revan içinde çürürken aynı dini paylaştıklarını iddia etmelerine rağmen azıcık da olsa yürekleri burkulmadı bunların!
“Oh!” deyip köşelerinden olanları -bana değmeyen bin yaşasın- havasında seyrettiler…
Şimdi yalnız kalmışlığın pençesinde kıvranırlarken ders çıkarmaları düşünülürken hâlen aynı pişkinliği sürdürüyorlar.
İşte bugün geçmişte olduğu gibi aynı taktiği uygulayanları, aynı ihaneti sergilemekten vazgeçmeyenleri görünce o günlere gidiyor insan...
Ne diyeyim, Allah akıl-feraset sahibi Müslümanlardan kılsın hepimizi.
Küfür ve şirk içinde yüzenleri, dinimize türlü saldırı ve hakareti reva görenleri ürkütmeyelim inceliğini(!) gösterenler, Efendimizin ömrü boyunca unutamadığı şu olayı da mı bilmezler?
Peygamberimiz müşrik liderlerle sohbet halindeyken bu sırada dışarıdan seslenen ve yanına girmek isteyen görme engelli Abdullah İbn Ümmü Mektûm için yüzünü ekşitmiş, hoşnutsuzluğunu gösterdiğinden Allah’tan ikaz almış ve yaptığının yanlış olduğu uyarısı yapılmıştı:
“Yüzünü ekşitip başını çevirdi. Görme engelli o kişi geldi diye…” (80-Abese 1-2)
•
Her gün senin dinine saldıran, alay eden...
Dün olduğu gibi bugün de kutsallarına kin güdüp onun kökünü kazıma gayreti ve hinliğinde olan...
Kılık kıyafetinden, duruşundan iğrenen...
Alın teriyle geldiğin makamın ne olursa olsun inancından ve kıyafetinden sebep adaletinden kuşku duyan...
Yaptıkların, vahiyle desteklenmiş olsa dahi fırsat bulduğunda hepsine tırpan vuracağını şimdiden deklare edenlerden sana nasıl bir fayda geleceğini umuyorsun! Bunlar hiçbir zaman senin dostun da olmazlar!
Zihniyetlerinden vazgeçmedikçe Yahudi ve Hristiyanlar gibi asla dost olmayacaklarını Yüce Allah yıllar öncesinden uyarmış; bu hakikatten hâlâ kuşku mu duyuyorsun?!
“Sen dinlerine uymadıkça, ne Yahudiler ve ne de Hıristiyanlar asla senden razı olmazlar…” (2-Bakara 120)
Her gün yeni bir iğrençliğe imza atanlarla kol kanat olanlar, kendilerini hakta muhafaza edip söz konusu müptezellere hakka ısındırma konusunda bir lahza fayda sunsalar yine gam yemeyeceğim.
Oysa yanaştıkları limanları kendilerine benzeteceklerine kendileri onlara benzemekte…
“Onlar ki, mü’minleri bırakarak kâfirleri dost tutarlar. İzzeti onların yanında mı arıyorlar? Muhakkak ki, bütün izzet Allah Teâlâ’nındır.” (4-Nisa 139)