İmam caminin, cami İslam toplumunun kalbidir!
Anadolu’da düne kadar evlerin cepheleri kıbleye bakardı. Çağa meydan okuyan bizim ata yadigârı evlerin mimarisi de hâlâ o yönde. Anadolu şehirlerimizde olmasa da çoğu köylerimizde yeni evlerin inşası, şu an bile bu temel üzere devam etmektedir.
Hz. İbrahim ve Oğlu İsmail’le temeli atılan ve inşa edilen ilk mescidin Kâbe (Beytullah) olduğunu biliyoruz. Kur’an’da önemine atfen “…şehirlerin anası (Mekke)” unvanı da Kâbe kaynaklıdır.
Nitekim Kâbe’nin inşasından sonra Mekke şehri, O’nun etrafını çevreleyerek kurulmuştur. Peygamberimizin, Mekke’den Medine’ye hicret ettiklerinde, ilk işi bir mescid (Mescid-i Nebevî) inşa etmek olmuştu.
Bunun gereği ecdadımız Osmanlı’nın “Cami Merkezli” hayata verdiği ihtimam da bize kadar böyle süregelmiştir.
Yıllar önce İstanbul’a geldiğimde “kıblesi şaşmış evler”in olduğunu ilk kez burada gördüm.
Zira Anadolu’da hangi eve gidildiğinde, hiç sormaya ihtiyaç duyulmadan, evin merkezi yerinde, sağa-sola sapmadan “Allah’u Ekber” deyip namaza durulabiliyor. Ama burada evin veya odanın bir köşesine sorup-soruşturup, yamuk ve eğreti olacak bir şekilde namaza durabiliyoruz.
Yavuz Bahadıroğlu’nun ifadesiyle, “Cephemiz karışınca kıblemiz tümden karışmasa bile kafalarımız iyice karıştı; kimliksizleştik. Evde yaşayacak olanların her türlü ihtiyacı dikkate alınıyor, sadece kıble ihtiyacı göz ardı ediliyor.”
Resul-i Ekrem (s.a.s.) mescitler için, “Allah katında beldelerin en sevimli olan mekânlarıdır.” (Müslim, Mesâcid,) buyurmuş.
Allah katında en sevimli mekânların (camilerin) hadimi-hizmetkârı da imamlardır.
İmamlar bu görevlerini Hz. Peygamberden devralmışlardır. Görevleri de bu bakımdan değeri paha biçilmez, ifadesi güçtür.
Dolayısıyla her imam-müezzin, kendisine verilen ya da talip olduğu bu görevi en doğru, en dolu bir şekilde ve itina ile yerine getirme azminde olmalı.
Unutmamalı ki her imam-müezzin, Resulullah’ı (s.a.s.), İslam dinini temsil eder.
2020 yılı verilerine göre, 84.684 adet cami var ülkemizde. Ki; resmi kayıtlarda olmayan mescidlerimizin de olduğunu varsaysak bu sayı daha artar.
Bu mekânlarda görevli olanlar, temsil ettikleri peygambere nispeten görevlerini hakkıyla yapmış olduklarında toplumun gidişatı kendiliğinden değişir.
Elbette ki toplumda parmakla gösterilecek derecede, her kesimden insanın teveccühünü kazanmış çok değerli kardeşlerimiz var. Ama bu yeterli değil.
Diyanet İşleri Başkanlığı her yıl 1-7 Ekim tarihlerini, “Camiler ve Din Görevlileri Haftası” olarak kutlamaktadır. Bu yılın temasını da, “Cami, Din Görevlileri ve Vefa” olarak belirlemiştir. Önemine binaen, takdir ve teşekkürlerimi beyanla bu konuya temas etmeyi uygun buldum.
Kimi çevreler Müslümanların boşluğundan da yararlanarak sürekli dinimize ve onu temsilen Diyanet’e saldırmayı -şeytanın görevini üstlenircesine- vazife bilmekteler.
Tabii bunların kafasında “Yeşil Çam Tiplemesi İmam ve Din görevlileri” var hâlâ…
“Şu kâfir, şu münafık, vurun kahpeye…” Veya üstü başı, saç-sakalı dağınık, kirli ve biçimsiz bir sarık-takke görünümüyle her türlü yalancı, dolandırıcıyı çağrıştıran bir tiplemeyle, İslam’ı karalamak için bir proje ürünü olan filmlerdeki yansıtmanın dinle hiçbir alakası yoktur.
Nitekim Mehmet Görmez Hoca da görevi sırasında imamlar ve din adamlarının Türk filmlerinde olumsuz tanıtılmasının önüne geçmek için Diyanet adına yönetmen ve senaristlerle bir araya gelmiş, yetkililerle İslam dininin yüceliğini anlatan filmler çekmek için görüşmüştü.
Dolayısıyla kim ne derse desin. Diyanet, Müslüman din adamları başta olmak üzere Müslümanlar olarak bizler, Kur’an ve Sünnet çerçevesinde doğru bildiklerimizi çekinmeden ve en önemlisi örnek duruşumuzla haykırmak zorundayız.
Biz güzel örnek olmayı bilirsek insanlık, bölük bölük susadıkları ve fıtratlarına uygun yaşam olan İslam’a koşacaklardır.
İslam’a insanların açlığını, yaşanmış güzel örneklerden daha çok anlayabiliyoruz. Mesela 13 Mart 2018 tarihinde, Türkiye Diyanet Vakfı’nın kuruluş yıldönümünde 4. Uluslararası İyilik Ödülleri kapsamında ödüle layık görülenlerden biri de Kadıköy Tarihi Hasanpaşa Camii din görevlisi Levent Uçkan’dı.
Yedi sayfa kadar olan o günkü sunumunu yarım saatte, altını çizerek zor okuyabildim. Ve sunumunda sadece yapılanları başlık olarak veriyor.
Anladım ki ne mücevherler varmış da bizim haberimiz yokmuş… Gerçekten bir imamdan fazlasını, nasıl düşündüğünü, nasıl başardığını hayretler içinde okudum.
Ve bunun gibi Anadolu’nun çeşitli yerlerinde, güzel hizmetlerle İslam’ın güzelliklerini maharetleriyle insanlığa taşıyan nice değerli kardeşlerimiz var.
Batman’ın Sason ilçesi, Yolüstü köyü imamı Çetin Karakaya, Adıyaman’da İmam Emrullah Yücel, Muş’un Suboyu Köyü Camii imamı Murat Özden, BİNGÖL Genç İlçesi Tarlabaşı Köyü imamı Ahmet Çelik gibi birçok kardeşimiz görevlerini sadece namaz kıldırmakla geçirmeyip, kimisi köyün imarı gibi işlerle, kimi çocuklara okul çıkışında hem dinlerini öğretmek hem de okul derslerinde yardımcı olmak gibi nice hizmetlere koştuğunu da biliyoruz.
Demem o ki, Diyanet, tez zamanda “Cami Gençlik Kolu (CGK)” projesini hayata geçirir inşallah!