• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Mustafa Çelik
Mustafa Çelik
TÜM YAZILARI

Hayâmız bizim muhafızımızdır

22 Mayıs 2019
A


Mustafa Çelik İletişim: [email protected]

Yeryüzünde insanoğlu mahremiyle, sırlarıyla, kendine sakladıklarıyla insandır. Hayâsıyla yani utanma duygusuyla insandır. Hayâyı kaybeden kişi hayatı da kaybeder. Çünkü hayâ ile hayat ayrılmazlığı esastır. Hayânın kaybedildiği yerde hayat olmaz. Hayat olacaksa mutlaka hayâ da olacaktır. Hayâ olmazsa hayat muhafaza edilemez. Rasûlüllah (sav) buyuruyor:

“İlk peygamberlerden itibaren halkın hatırında kalan bir söz vardır: hayâ etmedikten sonra dilediğini yap!” (Sahih-i Buhârî, Enbiyâ 54, Edeb 78.)

Bir atasözü halinde nesilden nesile aktarılarak gelen “Utanmadıktan sonra dilediğini yap!” hikmeti, utanma duygusunun insanı fenalıklara dalmaktan alıkoyduğunu açık bir şekilde ifade etmektedir. Şu halde Allah’tan ve insanlardan utanan bir kimsenin, nefsinin istediği her hareketi yapması mümkün değildir. Utanma duygusuna sahip olmayan bir kimsenin ise önünde hiçbir engel yoktur; dolayısıyla öyle bir kimse her türlü çirkinliği kolayca yapabilir.

Asrımızda imandan kaynaklanan fıtri hayâ, şeffaflık ideolojisinin saldırısına uğramıştır. “Mahremiyet ve tevazu yerine kamusal çıplaklık ve gösteri, perdeli pencereler yerine evin içini gösteren cam duvarlar, ıstırap ve yasın mahrem yaşantısı yerine sosyal medyada herkese ilânı… Utanma duygumuzu kaybettikçe, kendimizi göstermeye duyduğumuz ihtiyaç artıyor. Diğer kişisel mülkiyet kategorileri gibi “sır”, tanımı gereği, diğerleriyle paylaşılmayan ya da paylaşılan kişinin yakinen takip edildiği bilginin bir parçasıdır…’Günümüzde bizi korkutan, mahremiyetimize ihanet edilmesi ya da onun ihlal edilmesi olasılığı değil, bunun tam tersidir: Mahremiyetten çıkışın önünün kapatılması- mahremiyet alanı, artık bir hapsedilme alanı oldu’ diyor Bauman. ‘Sevilmeme korkusu’ öylesine içimize işlemiş ki, sürekli dışarıda bizi beğenecek bir bakış arıyoruz. Hâlbuki eskiler, ‘kem göz’den korkardı. Başkasının göz ve tecessüsünden korumamız gereken iç sınırlarımız, hayat alanlarımız var. Hayâ büyük bir muhafızdır. İnsana alenîyet üzerinden hürriyet vaat edenler, onu yeni iletişim teknolojileriyle seyirlik ve suiistimal edilebilir bir nesneye dönüştürüyor. Her türlü arzu ve duygusu güdülebilir/yönlendirilebilir bir otomat. Oysa hürriyetin yolu, mahremin ve sınırların korunmasından geçiyor. Hayatın her alanı projektörlerin ışığına tutulduğunda, mahremin/sırrın bir hükmü kalmaz. İşte bu da ‘şeffaflığın tiranlığı’dır. Yahut ‘görünür olan iyidir, iyi olan görünür olandır’. Hep ötekinin bakışına ayarlı yaşamak, bu yeni şeffaflık ideolojisinin şiddetidir. Sadece ifşa ettiğim değil ama belki en çok, ‘kendimi gizlediğim yerim ben’. Mahremiyet kişi olmanın özüdür, ne ki günümüzde, mahrem alan bir hapishane gibi algılanıyor.” İşte bu bir felaketi azimedir. Byung-Chul Han da Şeffaflık Toplumu, Sh: 37, kitabında, Jean Baudrillard’a çokça referansla, geldiğimiz yeri analiz etmeye çalışıyor. Han’a göre, şeffaflık ideolojisinin hâkimiyeti altına girmiş insanlık, mahremiyet yerine teşhiri, mesafe yerine teklifsizliği, bilgi yerine enformasyonu, cinsel aşk yerine pornoyu yaşıyor (erlebnis), yaşamak zorunda kalıyor. Şeffaflık ideolojisi, tamamen çıplak bir beden, tamamen ifşa olmuş bir cinsellik dayatır.

Mayası iman olanın, muhafızı hayâ olur. Hayâsı olmayanın imanı heba olur. İmanı ve hayâyı devre dışı bırakanlar, insanlığın dışında durur.

Müstevli harbi ve mürtedler teknolojik aletlerle bizi büyük şirketlerin veri havuzunda küçük ve manipüle edilebilir bir istatistiğe dönüştürmek istiyorlar. Kişiliğimizi, karakterimizi koruyalım istiyorsak mahremiyeti istilâ etmek isteyen bu barbar saldırısına karşı duvar örmeye başlamalıyız. Hayâ en büyük muhafızdır.

Şeffaflık ideolojisi, toplumda hayâyı tüketmek için teşhirciliği dayatmaktadır. İnsanı hadsız ve hududsuz kılmaktadır. Şeffaflık ideolojisi ile mücadele etmek için; ninesi, dedesi de içinde olsa mahremiyet ihlallerini Hakk’a ihanet kabul edecek; ailesinin, “Bu kadarı aşırı” ifadelerine rağmen her biri bir şehre “iffet aşısı” yapacak Yusufların sayılarını çoğaltmaktır. Mesela oruç mektebinde başarıyla mezun olanlar, Yusufî hayâ ile dirilmiş olurlar. Çünkü oruç ibadeti; İbrahimî bir şuur, hayâyı hayattan çıkarmak isteyenlere karşı da Yusufî hayâ ile diriliş ve direniştir.

Şeffaflık ideolojisinin dayatmasıyla Çanakkale’den giremeyen düşman Çanak antenlerden girdi. Ailenin mahremiyeti kalmadı. Kişisel gelişimin ve popüler kültürün ‘medeni cesaret’ adı altında zihinleri işgal etmesinden sonra utanma duygusundan utanır olduk. Bundan daha büyük felaket mi olur. Biz hayâyı da zayıflattık. Hayat, hayâdan geliyor. İnsanın yeniden hayat bulması için hayâyı bulması gerekiyor. Allah’tan, insandan, meleklerden ve kendimizden hayâ etmeliyiz. Kaynağı iman olan hayâyı yeniden güçlendirmek gerekiyor. Temelinde hayâ olan bir dinin mensuplarıyız. Dünya ekran medeniyetinin seyircileri oldu. Suret hakikatin yerini aldı. İmaj gerçekliğin yerine geçti. Hayâ olmazsa hayat da olmaz. Çünkü hayâmız, hayatımızın muhafızıdır. Hayâ tüketicileri, dinin ve hayatın muarızlarıdır. Bu, böyle biline!.. 

 

x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23