• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Yaşar Değirmenci
Yaşar Değirmenci
TÜM YAZILARI

İtidal üzere yaşamak

05 Ocak 2022
A


Yaşar Değirmenci İletişim: [email protected]

Bir anlayışın temeli, ‘itidal’ yorumunun ölçülerine bağlı ise; o anlayışta reaksiyon eylemi olmaz. Reaksiyon eylemlerinin hemen hepsi, marjinal yorumlardan kaynaklanır. İfrat’lar (aşırılıklar) tefritler her konuda görülebilir ama temel tercihlerdeki ifrat ve tefrit kökleri apayrı bir önem taşır. Bizim toplumumuzda, ‘devletle kavga etmek’ gibi bir gelenek çizgisi ve özelliği yoktur. ‘Nasılsak öyle idare olunuruz’ bilgisi ile kendini (nefsini) değiştirmeyi öne alan bir hayat anlayışının üst bakışı kendini hep hissettirmiştir. Temel tercihlerdeki itidal ilkesinin bu tarihi karakter oluşumunu biçimlendiren bir halk felsefesi gibi etkili olduğunu söyleyebiliriz. Bu topraklarda İslam böyle yaşandı. Hatalar olabilir, yetersizlikler görülebilir. Ama her zaman, bir ‘basiret istişaresi’ ile ‘kendi kendini ikaz’ etme mekanizması bir teminat rezervi gibi korunur. Birileri, ‘Bu böyle olmaz’ der, diyebilir ve hak ettiği cevabı alır. Bilmediğini bilenler, bir gün öğrenirler, fakat bildiğini zannedenler hiçbir zaman öğrenemeyen cahillerdendir. Diploması ve kariyeri çok da olsa. Ebu Cehil’i de unutmayalım. 

Bizim toplumumuz mutedildir. ‘Ilımlı-uyumlu’ falan değil, mutedil. Karakteristik olarak öyledir. Tarih boyunca öyle yoğrulmuştur. İtidal, azlıkla çoklukla değil, asliyetle ve asliyetin korunmasıyla ilgili bir kavramdır. Çok sev, ama itidal üzere sev. O sevgiyi acayip bir tutku ve zaaf haline, bir sapma niteliğine dönüştürme. İtidal işte bu! Bağırıp çağırarak, üstünü başını yırtarak, sağa sola vurarak; sevgi de yaşanmaz, üzüntü de.  3 M’yi hep yazmışımdır. Öneminden dolayı. Makul-Mutedil-Müstakim (Kelimeleri kavramlarıyla okuyup uygulayalım.) Hangi gözle ve gözlükle bakacaksın, hangi akılla düşüneceksin, hangi ışıkla aydınlatacaksın/aydınlanacaksın, hangi terazi ile tartacaksın? Aydın, toplumun gerisindedir. Duruşu ve bakışı itibarıyla böyledir. Dengeleri açısından böyledir. Bizim aydınımız, ‘eleştiri’ ile ‘hareket’ arasında fark görmez. Sadece bu bile seviye tespitine yeter. Toplumun itidal hasletini küçük görmek, yıpratmak, aşındırmak, ‘Batıcı aydın’ın en büyük demokratik düşünce hatasıdır, fikri hastalığıdır. Hasta olduğu halde hastalığını bilmeme hastalığı. Bunun örneklerini her gün gerek sosyal medyada, gerekse TV’lerde hatta haber bültenlerinde de görüyoruz. Muhalefetin başındaki adam ve onlarla beraber hareket edenler de bu hastalık içindeler. Bu hal, sadece kendilerine değil, toplumumuza da (milletimize, devletimize de) zarar veriyor. Bu ülkenin düşünen insanlarına düşen görev; kardeşinin bekçisi olmaktır. Bu ülkenin vatandaşlarının, hiç sebep aramaksızın birbirinin kardeşi ve bekçisi olduğu gün, mazi bizim için bir gurbet olmaktan çıkacaktır.  

Farklı düşüncelerin etiketlenmediği, muhalif insanların marjinalize edilmediği bir demokrasi ve konuşma ortamına ihtiyacımız var. (sadece bilinmeyip kutsal hale getirdikleri demokrasi değil.) Küreselleşmenin malzemesi olmaktan kurtulamıyoruz. Bunu teşvik eden de batasıca Batı’nın uşaklığını yapanlar. İçte ve dışta.  Nadiren gerçekleşen olaylar, hayatın akışını bütünüyle değiştirebilir. Gelecek hesaba kitaba gelmez. Bazen son sözü belirsizlik söyler.  

Morali yüksek; değerlerine sahip, bir hedef, bir ideal, bir gaye ve bir ümit etrafında kenetlenebilenler, kolaylıkla kişisel fedakârlıkta bulunurlar. Ortak iyilik için çalışma arzusu, herkes ona inandığı sürece vardır. Bir ümit etrafında buluşabildiğimiz sürece, Türkiye kazanmış olacaktır. Türkiye büyük bir stadyum. Siyasi münakaşaların, televizyon münazaralarının fitilini ateşleyen şey, taraftarlığın ta kendisi. Hepimiz kendi takımımızın vurarak, kırarak parçalayarak bu maçı kazanmasını diliyoruz. Ne pahasına ve hangi yöntemle olursa olsun, kazanmak. Ahlakın gücünü değil, gücün ahlakını hâkim kılmak. Sâbiteler ile değişkenleri bilmemek, öğrenmemek de bir başka hastalık. Bunların sonucunda değersizleşme, sıradanlaşma! Kimlik, kişilik, şahsiyet değil de güdülen sürü olma. Bazen insanın kuvveti, hayır diyebilmesindedir. Günün rüzgârına kapılmadan, doğru bildiğini her hal ve şartta söyleyebilmek. Buyurgan sese ram olmadan, onun sunduğu rahatlığa gönül indirmeden var olabilmek. Bunu yapmayıp; sürüden ayrılmaktansa ahlakın genel kaidelerini görmezden gelmeyi yeğleriz. ‘Doğru, güzel, iyi kimden gelirse gelsin kabul. Yanlış, çirkin, kötü kimden gelirse gelsin red’ Şu basit cümleye bile uyulmadıkça; şahsiyet/kişilik/kimlik diye bir derdimiz olmaz. Zihnî işgalden kurtulma da kurtuluşun ilk adımı. Sömürgeciliğin kibirli ve kirli dili; karşısındaki insana öğrenmeyi reddettiriyor. Bir tek şeyi öğreniyor; öğretilenleri! Batı bize çok şey öğretebilir (zulüm, katliam, asimile, vs. uygarlık diye yutturduğu gibi.) biz de onlara bazı şeyleri öğretebiliriz. (Medeniyetin ne olduğunu, herkesin kendi kültürleriyle, dilleriyle, dinleriyle, hayat tarzlarıyla yaşayabileceklerini.) Dostluğu, karşılıksız vermeyi, sabrı, gönül zenginliğini, aracı-amacı, dünyevileşme tehlikesini. Sade hayatı. Mutluluk için asgari ihtiyaç duyduğumuz bir şey var: Arzu ve isteklerin, hırs ve ihtirasların esiri olmamak. Kanaat/sabır/şükür. Özenmemek ve taklitçilikten kurtulmak.   

“Allah ibret için bir memleketi örnek vererek anlatıyor. Bu memleket güvenli, huzurlu idi. Servet ve gıda her yandan bol bol akardı. Sonra Allah’ın nimetlerini, dinini, şeriatını inkâr ettiler, nankörlük ettiler. Allah da onlara, yapmaya devam ettikleri düzenbazlıklardan dolayı açlık ve korku gömleği giydirdi, huzursuz ve mutsuz hale getirdi, genel bir açlık ve korku felâketini tattırdı.” (16/112 ) Burada asıl anlatılmak istenen şudur: Allah’ın nimetlerine şükretmek ve O’nun peygamberleri aracılığıyla bildirdiği yasalarına uygun davranmak, bir kulluk ve insanlık borcu olduğu kadar, insanların toplumsal ve ekonomik huzuru, güvenliği bakımından da bir zarurettir. Çünkü Allah’ın nimetlerine karşı nankörlük anlamına gelen açık ve bilinçli inkâr ve kabalıkların toplumsal bir hal almasıyla, insanların ekonomik, sosyal ve psikolojik problemleri arasında bir ilişki bulunmaktadır. İnsanlar bu kötü gidişin sonuçlarını er veya geç, kaçınılmaz olarak, açlık ve korku türü musibetlerle yaşarlar.

 

Haberle ilgili yorum yapmak için tıklayın.

Yorumlar

XxxMann

Nasıl yaşarsan yaşa, herşey boş. Boşuna çırpınmayın.

haydar önal

Yalanmiydi yaşar karakolda,doğru söyler mahkemede şaşar.
x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23