• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Süleyman Önsay
Süleyman Önsay
TÜM YAZILARI

Mevlana’ya İhanet!

14 Aralık 2018
A


Süleyman Önsay İletişim: [email protected]

Önümüzdeki 17 Aralık Pazartesi günü Celâleddin er-Rûmî’nin vefatının yıl dönümü. O, ölümü için dostlarına şöyle seslenmişti:

“Ölüm günü tabutum mezarıma giderken

Zannetme ki bu dünyadan ayrıldığıma müteessirim.

Cenazemi görünce ayrılık ayrılık diye ağlama

Benim sevgilime kavuştuğum asıl o zamandır” 

O, bu ayrılışı “vuslat=kavuşma” olarak nitelendiriyordu.

Bugün münasebetiyle haklı olarak çok çeşitli yayınlar ve etkinlikler yıllardır yapıla gelmekte ve gerçekleştirilmeye de devam edilmektedir. Ancak maalesef genelde tüm bu faaliyetler Mevlana’ya ihanetten öte bir mana taşımamaktadır. Şöyle ki Celâleddin er-Rûmî merhum “Hümanist ve Hoşgörü” sembolü olarak yansıtılmakta; O’nun varlık ve yaşantısının eksenine “insan ve sevgisi” konulmakta ve  O, asıl kimliğinden ve aidiyetinden koparılmaktadır. Halbuki Celâleddin er-Rûmî kendini ve eksenini şöyle tanımlamıştır:

“Men bende-i Kur’anem eğer can dârem,

Men hâk-i reh-i Muhammed Muhtârem,”

(Ben sağ olduğum müddetçe kulum Kur’ân’a

Yol toprağıyım Peygamber-i zî şâna)

“Eğer nakil küned cüzin kes ez güftârem,

Biyzârem ezû ve zân sühün biyzârem.”

(Hakkımda bunun zıddına söz etse biri

Vay bu söze, vay böyle diyen insana.)

Evet Celâleddin er-Rûmî merhum, kendini ve sözlerini Allah’a kulluktan, Peygamber’e ümmet olmaktan ve Kur’an’a uymaktan farklı bir mahiyette görmek isteyenlere; yaşantısını ve gayesini İslâm’ın sınırları ve hedefleri dışında bambaşka bir çizgi, bir olgu ve bir renk gibi göstermeye çalışanlara; “Biyzârem ezû ve zân sühün biyzârem.”(yazıklar olsun o sözlere ve yazıklar olsun böyle söyleyenlere) diyerek beddua etmektedir.

“Hoşgörü” kavramıyla ilgili şu tespitler bu kavramın İslam’dan ve dolayısıyla müslümanlardan ne kadar uzak ve yabancı olduğunu net bir şekilde gözler önüne sermektedir:

“ ..Tıpkı eşitlik(müsâvat) kavramının İslâm-dışı bir kavram olması ve Kur’ân’da yer almamış olması gibi, hoşgörü(müsâmaha) kavramı da Kur’ân’da ve tesbit edebildiğim kadarıyla, mûteber Hadîs külliyâtlarında yer almamaktadır. Her iki kavram da Batı Hıristiyan Medeniyetine has paradigmalaryâni ‘düşünce kalıplarıdır…” denildikten sonra bunun gerekçeleri şöyle anlatılmaktadır:

“Hoşgörünün: ‘Olumsuz bir durum karşısında olumsuz bir tepki göstermeme hâline işâret ettiği’ni tesbit etmiştik. İslâm’a göre, bir kimsenin şahsına karşı ‘olumsuz durumlar’ söz konusu olduğunda kişi, kendi öz irâdesiyle

1) eğer gerekiyorsa, kısas isteyebilir, 

2) bunların karşılığını Allah’a havâle edebilir, 

3) bununla ilgili hesabın görülmesini Rûz-i Cezâ’ya (yâni Ahiret’e) bırakabilir, 

4) sabır ve tahammül gösterebilir, ya da 

5) mâruz kaldığı ‘olumsuz durum’ un müellifini af edip hakkını helâl edebilir…

Bununla beraber, söz konusu ‘olumsuz durumlar’ kişilik haklarını değil de doğrudan doğruya İslâm’ı ilgilendiriyorsa [yani İslâm ahkâmına, Kur’an ahlâkına ve İslâm toplum yapısı ve anlayışına aykırı ve karşı  durumlar gibi..] o zaman bir müslümanın davranış biçimi tümüyle başka bir ilâhî norm’a tabî olur…

Kur’ân’ın Mâide V/35 âyeti Allah yolunda cihâd etmeyi emretmektedir. Bakara II/218 âyeti ise: 

‘Gerçekten de îmân edenler ve Allah yolunda yerlerini yurtlarını terkedip de hicret edenler ile cihâd edenlere gelince, onlardır Allah’ın rahmetini umanlar. And olsun ki Allah Gafûr ve Rahîm’dir’ demektedir. 

Cihâd’ın ne anlama geldiğini ise Hz. Peygamber’in şu hadîsi açıklamaktadır:

‘Cihâd dörttür:

1) İyiliği emretmek;

2) Kötülüğü yasaklamak;

3) Dayanma gereken işlerde, yerlerde dayanıp sabretmek; ve 

4) Kötü kişiyi sevmeyip kötülüğünü reddetmek’(Suyûtî: Câmi al Sagıyr/A. Gölpınarlı: H. Muhammed ve Hadisleri; Arkın Kitabevi, İstanbul 1957). 

Başka iki hadîsde de:

‘Biriniz kötü bir şey gördü müydü onu eliyle değiştirsin; buna gücü yetmez ise diliyle o kötülüğü men etsin; buna da gücü yetmez ise gönlüyle reddetsin onu ve bu, îmânın en zayıf derecesidir.’(A.g.e.)

‘Yapmıyorsanız bile iyiliği emredin; hepsinden çekinemiyorsanız, bâzı kötülüklerde bulunursanız bile kötülüğü nehyedin’ (a.g.e.) denilmektedir. 

Bu bakımdan yukarıda sıralanmış olan olumsuz durumlara karşı cihâd etmenin her müslümana farz olan bir sorumluluk olduğu ve bu durumlara karşı bir müslümanın reaksiyonsuz kalmasının, tolerans göstermesinin ise tümüyle muhâl olduğu aşikârdır. 

Bir müslüman, kendi hevâ ve hevesi dolayısıyla değil, dîninin gereği olduğu için, Allah’ın rızâsını kazanmak için bu olumsuz durumlara karşı cihâd etmek zorundadır. İşte bu sebebden dolayıdır ki bu olumsuz durumlara katlanmak, tolerans (ya da hoşgörü) sâhibi olmak İslâmî olmayan bir tutumdur…   

‘Eşitlik’ 1789 Büyük Fransız İhtilâli’nin ihdâs ve icbâr etmiş olduğu bir kavramdır. ‘Hoşgörü’ ise hıristiyanlar arasındaki mezheb kavgalarına ve diğer dinî bağnazlıklara tepki olarak yavaş yavaş oluşmuş olan bir kavramdır. Her ikisi de hıristiyan batı kültürüne has kavramlardır. Her iki kavram da bu kültürün günümüze kadarki ahlâkî ve hukukî gelişmesini şekillendirmede baş rolleri paylaşmışlar ve gitgide, bu konularda kıstas (kriter) ve düşünce kalıbı (paradigma) statüsünü kazanmışlardır.

Gerek ‘Eşitlik’, gerekse ‘Hoşgörü’ İslâmî kavramlar değildir. Bu sözcükler Kur’ân’da da ve tesbit edebildiğim kadarıyla, Hadîsler’de de yoktur. İslâm ahlâkı ‘Eşitlik’ ve ‘Hoşgörü’ üzerine değil ‘Adâlet, İhsân Merhamet, Sabır ve Af üzerine inşâ’ edilmiştir.” 

(Prof. Dr. Ahmet Yüksel Özemre, Kubbealtı Akademi Mecmuası, Nisan 1996, Y. 25, S. 2,  s.10: http://ozemre.com/index.php?option=com_content&task=category&sectionid=11&id=76&Itemid=57)

Sözlerimizi mü’minlerin vasıflarını zikreden bir âyet-i celîle meali  ile noktalayalım:

“Bunlar, tövbe edenler, ibâdet edenler, hamdedenler, oruç tutanlar, rükû’ ve secde edenler, iyiliği emredip kötülükten alıkoyanlar ve Allah’ın koyduğu sınırları hakkıyla koruyanlardır. Mü’minleri müjdele.” (Tevbe. 112)

 

x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23