İki Kapılı Bir Handa
Beyin, ruh ve akıl, başka yerde değil, kendimizde aramamız gereken emanet zenginlik varlıklarımızdır. Hayat önümüzde pınar gibi akmakta ve mutlak son yaklaşmaktadır.
İstesek de istemesek de bu malum son öyle veya böyle er geç gelecektir.
Bütün mesele, kaçınılmaz sona giden yolda nasıl bir yolcu olup olmadığımızın farkına varmak ve bu farka göre hayatımıza düzen verebilmektir.
Kendi hayatımızı nizama koymadan başkalarının hayatlarını dizayn etmek gibi ciddi bir hata ve yanlışlıklar içerisinde boğuştuğumuzu görmeliyiz.
Hayatımızı yoluna koymadan kasıt iç dünyamızdır. Meseleyi maddi manada ele almayalım. En azından bu yazının konusu maddi değildir.
Hepimiz iki kapılı hanın yolcusuyuz. Birinden girdik, diğerinden çıkacağız. İki kapılı handa ilelebet kalmak mümkün değildir. Ne diyor Âşık Veysel:
Dünyaya geldiğim anda/Yürüdüm aynı zamanda/İki kapılı bir handa/Gidiyorum gündüz gece.
¥
Günümüz insanı bizler; içimize, hakikatimize yolculuk etmeye korktuğumuzdan olsa gerek ki sürekli dışımıza yolculuk etmekteyiz.
Sanıyoruz ki, içimize yolculuk yapmadan ve kendimizle yüzleşmeden o kapıdan sıvışabileceğiz.
Kendi içimize, ruhumuza, beynimize, geçmişimize, aklımıza, yanlışlarımıza, doğrularımıza yolculuk etmek bir erdemdir.
Kendimizi tanımadan, bilmeden, gerçeklerimizle yüzleşmeden sona giden yolda ne edersek edelim, çıkış kapısından huzurla geçemeyiz.
Bu yolculuk, yolculukların en zorudur! Zatım da dâhil pek çoğumuz, yola kendimizle yüzleşmeden devam etmekteyiz.
İç sıkıntılarımızı gideremediğimiz için dış sıkıntılarla boğuşarak daha iyi bir hayat ve yaşam peşinde koştuğumuzu sanmaktayız.
Ruhumuzu bilerek ve isteyerek kelepçelediğimiz dünyevi kirliliklerle uğraşırken, hatta dünyanın bir ucundaki eften-püften meselelerle ilgilenirken, kalbimizdeki, dilimizdeki kirlilikleri temizlemekten kaçmaktayız
Tüm bu kirliliklerden kurtulmak için evlerimize, ailemize, işimize, komşumuza, toprağımıza, devletimize, inanç değerlerimize yolculuk etmek gerekir.
Bu yolculuğu ıskalamak, ötelemek, başka yolcuların peşine takılarak, kendimize ait olanı değil, peşine koştuklarımıza ait olanları sahiplenmek demektir.
İşte bu da çaresiz dertlerden birisidir. Dışa yolculuk, içimize yolculuktaki hakikatlerle karşılaşmamak için en iyi kaçamaktır.
Oysa ne kadar kaçarsak kaçalım, çıkış kapısına gelmek mecburiyetindeyiz. Çünkü gidecek veya kurtuluşa giden başka bir kapı yok.
¥
Ezcümle:
İçimize yolculuk, kendimizle yüzleşmemiz; dilimizle, kalbimizle, hatalarımızla, günahlarımızla, sevaplarımızla hesaplaşmamız demektir.
Bu yüzleşmeye razı olmayan en büyük düşman nefsimizdir. Bu düşmana güç yetirenler zaten kurtuluşa erenlerdir.
Ateşin odunu erittiği gibi kişinin hem kendisini hem başkasını eriten “haset, dedikodu, hırs, küçümseme, bencillik, yalan, iftira” gibi şeytani hasletler nefsin taptığı putlardır.
Bunları terk ettiğimizde içimizde pırıl pırıl bir dünya meydana gelecek ve artık dışa yolculuğu bırakıp içimize yolculuk edebileceğizdir.
İçine yolculuk edebilen insanlar; “insaf, vicdan, merhamet, adalet ve yardımlaşma” duygularını güçlendirerek sığınılacak liman olurlar.