• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Ahmet Varol
Ahmet Varol
TÜM YAZILARI

80 gündür açlık grevinde olan esir

15 Ekim 2020
A


Ahmet Varol İletişim: [email protected]

Siyonist işgal rejiminin yasaları sadece Filistinlilere yönelik olarak “idari hapis” adı verilen bir hapis uygulamasına imkan veriyor. Bu uygulamaya göre işgal rejiminin yargı mekanizmasından herhangi bir savcı bir Filistinli hakkında dava dosyası açmaksızın, bir suç işlediğine dair dayanağa gerek duymaksızın altı aylık hapis cezası verebiliyor. Bu hapis cezası bittikten sonra yine aynı şekilde yani bir soruşturma yapma ve bir suç işlediğini ispat edecek deliller ortaya koyma ihtiyacı duymadan bu cezayı yine altı ay süreyle uzatabiliyor. Bu şekilde savcının, bir kişi hakkında verilen idari hapis cezasını altı aylık sürelerle on kez uzatma yetkisi var. Bu ise bir Filistinlinin hiçbir hukuki gerekçeye dayanılmaksızın hatta hakkında bir dava dosyası açılmasına bile gerek duyulmaksızın beş yıl süreyle hapiste tutulmasına imkan veriyor. 

Dediğimiz gibi bu uygulamaya işgal rejimi tarafından sadece Filistinlilere yönelik olarak başvuruluyor. İşgal rejimi bu uygulamayla sürekli Filistinlileri gözaltına alıp haklarında hiçbir soruşturma bile başlatmadan “idari hapis” kararıyla cezaevine koyuyor. Hemen her dönemde işgal zindanlarındaki tutukluların en az yüzde onu bu şekilde “idari hapis” uygulamasıyla esaret altında tutuluyor. İşgal yargısı bu şekilde hapse atılan idari tutuklular hakkında “hapis cezasını uzatma” kararına da sıkça başvuruyor. O yüzden bu yöntemle hapse atılanlar ne zaman serbest bırakılacaklarını da tahmin edemiyorlar. 

Bu şekilde idari hapis uygulamasıyla zindana atılanlardan biri de 80 günden beridir açlık grevinde olan Mahir El-Ahres. Tabii  ben, bu yazıyı yazdığım sıradaki durumuna göre değerlendirme yaptığım için siz okurken durumunun ne olacağı hakkında bir tahminde bulunma imkanım yok. Çünkü gelen haberler ve yapılan açıklamalar sağlık durumunun gerçekten çok kritik olduğu yönünde. Ama ne yazık ki işgal rejimi bu kritik durumuna rağmen onun özgürlüğüne kavuşturulması yönünde herhangi bir karar almadı. İsrail Yüksek Mahkemesi de El-Ahres’in serbest bırakılması yönündeki talepleri reddederek, hakkında verilen idari tutukluluk süresinin bitimine kadar hapis uygulamasının devam etmesine karar verdi. Mahkeme, hakkındaki idari tutukluluk süresinin biteceği 26 Kasım’da serbest bırakılması konusunda da sadece bir tavsiye kararı aldı. Yani bu tarihten sonra idari tutukluluk süresinin uzatılmaması konusunda kesin bir hüküm dahi vermedi. 

Esir El-Ahres, iki hafta önce yazdığı bir mektubunda özgürlüğüne kavuşuncaya kadar açlık grevine devam etmekte kararlı olduğunu ve şehadeti göze aldığını söylemişti. El-Ahres, sadece kendisi için değil idari hapis zulmüne maruz kalan bütün mazlum ve mağdur Filistinlilerin sesini duyurmak ve işgal rejiminin bu zulmünün son bulması için mücadele ettiğini dile getirerek direnme konusundaki kararlılığından vazgeçmeyeceğini belirtmişti. 

Son olarak El-Ahres’in hanımı bir açıklama yaparak eşinin sağlık durumunun çok kötü olduğunu, doktorların onun her an ölüm tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu dile getirdiklerini belirtti. Hanımı, halen işgal yönetiminin bir hastanesinde müşahade altında tutulan eşinin bir an önce serbest bırakılması için uluslararası insan hakları kuruluşlarının devreye girmelerini ve işgal rejimine baskı yapmalarını istedi. 

Filistinli esirlerin davalarıyla ve meseleleriyle ilgilenen muhtelif gönüllü kuruluşlar ve Filistin içinde faaliyet yürüten insan hakları kuruluşları tarafından yapılan açıklamalarda da Mahir El-Ahres’in sağlık durumunun gittikçe kötüleştiğine ve son derece kritik bir noktaya geldiğine dikkat çekildi. 

1971 doğumlu olan Mahir El-Ahres, altı çocuk babası ve Filistin’in Batı Yaka bölgesindeki Cenin nüfusuna kayıtlı. 1989, 2004, 2009 ve 2018 yıllarında da hapse atılarak toplam 62 ay işgal zindanlarında kalmış. Son olarak da yine idari tutukluluk uygulamasıyla Temmuz 2020’de hapse atıldı ve seksen gün önce hakkındaki bu zulmün son bulması için başlattığı açlık grevini kesintisiz bir şekilde sürdürüyor. 

 

Haberle ilgili yorum yapmak için tıklayın.

Yorumlar

Sahin

Sayin yazar sizde vicdan varmista bu yaziyi yazmisiniz Filistinlilerin direnisi onyillardir hep devam ediyor her alanda haksizlik ne kadar kötüyse haklinin yaninda olmakta okadar iyidir size birseyi hatirlattirmak istiyorum.Bizdede fidan gibi gencler ölüm orucuna basladilar göz göre göre ölüm orucunda öldüler istedikleri sanatlarini yasaklanmasina son verilmesiydi kimse onlari insan yerine koymadi bize ders olmadi arkasindan iki Avukat gencte adaletsisizlge isyan edip hapishanede ölüm orucuna girdiler biri öldü digerininde durumu kritik Filistinli kardesimize saygi duyuyorum insallah kötü birsey olmadan eylemine son verir sizden beklentim keske bizdekilerde duyarli olmaniz akliniza hic geldimi acaba

mehdi

Türkiye'yi gırtlağından yakalayan küresel gıda şirketleri sömürü düzeninin sorgusuz, sualsiz sürmesini arzuluyor… Ne demişti; “Sam Amca”/ABD parmağını bize doğru sallayarak: -Haşhaş dikmeyeceksiniz! -Tütün dikmeyeceksiniz! -Şeker pancarı üretimini azaltacaksınız!-Tohum takası yapmayacaksınız! Neler… Neler… Ve şimdi Meclis'e yasa tasarısı gönderildi: Gıda güvenliğini ilgilendiren her türlü yayına ceza verilmesini istiyorlar. Yani: İçeceklerden, pastalara girmediği endüstriyel gıda kalmayan, yüksek tansiyondan kansere vücutta tamiri zor tahribatlara yol açan nişasta bazlı şeker/işlenmiş endüstriyel şeker zararlarını yazmamız istenmiyor… Günümüz endüstriyel buğdayının “mükemmel bir zehir” olduğunu yazmamız istenmiyor. Mesela: Unu beyazlatmak için kullanılan E928-E924, küflenmeyi önlemek için kullanılan E282, suni tatlandırıcı-kıvam artırıcı E420, domuz kılı, tavuk tüyü ve insan saçından yapılan E920 vb. zararlı katkı maddelerin kullanıldığını, vücutta birçok hastalığa sebep olduğunu yazmamız istenmiyor… Buğdayın, mısırın, pirincin genetiğinin nasıl değiştirildiğini yazmamız istenmiyor. ABD'nin kurduğu “Tam Tahıl Birliği-WGC” yayınlarına inanmamız isteniyor… Obeziteyi üç kat, diyabeti/şekeri dört kat artıran ABD'nin dayattığı “Besin Piramidi” programına uymamız bekleniyor… Sadece işlenmiş gıdalar değil kişisel bakım ürünlerinde bile karşımıza çıkan, çok hastalığın sebebi “gluten” gerçeğini yazmamız istenmiyor… Çokuluslu şirketlerin tohum piyasamızı ele geçirmelerini, cıva kaplı tohumları, hibrit tohumları, dünyada yılda 250-300 bin arası insanı öldüren “glifosat/roundup” gibi kimyasal pestisit zehirlenmelerini yazmamız istenmiyor… HEDEFTEKİ ÇOCUKLAR Endüstriyel gıdaların beyni doymak bilmez bir şeker bağımlısı yaparak -örneğin- çocuklarda alerjiyi artırdığını, obezite olmasını sağladığını, hormon bozukluklarına neden olduğu hakikatini yazmamız istenmiyor… Çocuklarda çeşitli alerjik hastalıklara yol açan kimyasal katkı malzemeli endüstriyel süt ürünlerini yazmamız istenmiyor… Çocuklara yedirilen meyveli- aromalı süt ve yoğurtun içine katılan yapay renklendiricileri yazmamız istenmiyor… Yoğurt, peynir, puding, dondurma gibi içine katıldığı ürünün akışkanlığını-kıvamını düzenleyen “carrageenan (karagenon) E407” katkı maddesinin kalp damar hastalıklarına, diyabet ve kansere sebep olduğunu yazmamız istenmiyor… Krema, margarin, sütlü tatlılar gibi gıdalarda karışımı kolaylaştırmak için kullanılan “monogliseritler ve digliseritler E470-E477” adlı katkı maddesinin kalp ve damar hastalıklarına yol açtığını yazmamız istenmiyor… Diyet ürünlere konulan düşük kalorili tatlandırıcı “asesülfam potasyum (asesülfam-k) E950” katkı maddesinin uzun süreli kullanımında akciğer-solunum yolu hastalıklarına sebep olduğunu yazmamız istenmiyor… Kimyasal yoğurtlara kıvam arttırması ve su tutması için -çoğunlukla domuz derisinden üretilen- jelatin konmasını yazmamız istenmiyor… GIRTLAKTAN YAKALADILAR Kuluçka süresi 17 güne inen, 23 saat ışık altında bırakılarak, durmadan yemeye zorlanarak, “kemikleri gelişmesin, sadece et yapsınlar” diye yumurtadan çıkar çıkmaz hormon -antibiyotik ve kanserojen “formaldehit” katkılı yemler verilen tavuk konusunu yazmamız istenmiyor… Kırmızı ete; kesim, soğutma, taşıma ve işleme gibi endüstriyel işlemler esnasında kaybedilen su oranını yeniden kazandırmak, “marinasyon” denilen terbiye esnasında daha canlı, parlak ve aromalı bir görünüş sağlamak veya hacmi yüzde 25-30 artırmak amacıyla şırıngayla enjekte edilen kimyevi maddelerin neye yol açtığını yazmamız istenmiyor… Örneğin… Raf ömrü uzaması yani renk değişimi olmaması için özellikle şarküteri gibi işlenmiş ete -mide kanserine yol açan- nitrat ve nitritin sodyum konmasını; etteki bozulmayı önleyici sodyum sülfatın pankreas kanserini yüzde 67, lösemi riskini yüzde 700 oranında artırdığını yazmamız istenmiyor… –Balık yeminin kimyasal üretim tekniği olan “extruder” veya balıkların on kat hızlı büyümeleri için AF proteini geni aşılaması yapıldığını yazmamız istenmiyor… Yazmakla bitmez endüstriyel gıda yalanları… Ülkemizde 675 bin gıda işletmesi var, bunların kaçı denetleniyor? Cezayla korkutulmak istenen sadece gazeteciler, bilim insanları, STK'lar… İnsanı, hayvanı, doğayı ölüme sürükleyen endüstriyel gıda düzeni “yaratıcıları” gerçeklerin halk tarafından bilinmesini istemiyor… Türkiye'yi gırtlağından yakalayan küresel gıda şirketleri sömürü düzeninin sorgusuz, sualsiz sürmesini arzuluyor…
x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23