Yaşanmamış yıllarım!
Çocukluğum kafes kuşu tadında geçti…
Anneciğimin kırklı yaşlarında, tam beş kız kardeşin üzerine “erkek” cinsiyeti ile dünyaya gelmem, “mucize çocuk” muamelesi görmeme yol açtı…
Bu imtiyazı idraka başladığımda, galiba şımarmaya da başladım; ama küçükken yapılması gereken şeyler vardı: Öncelikle Kur’an öğrenmeliydim.
Ezanın ürke ürke okunduğu bir dönemde, pek tabii Kur’an korka korka öğrenilir. Arada bir jandarmalar geliyor, camie giriyor, ne okuduğumuza bakıyor, Oflu Hoca’ya sert sert bir şeyler söylüyorlar ve söylene söylene gidiyorlardı.
Başöğretmenim (o tarihte ilkokulları müdür yerine başöğretmenler yönetirdi) her cumartesi öğle vakti tüm öğrencileri okulun bahçesinde sıraya dizer, parmağını mavzer tüfeği namlusu gibi suratımıza sallayarak, “Pazar günü camie gidenin dişlerini sökerim!” derdi.
Öylesine diş sökme meraklısıydı ki, dişçi olması gerekirken, yanlışlıkla öğretmen olduğunu düşünmekten kendimi alamazdım.
İlkokul hamâsi nutuklar dinleyerek ve milli bayramlarda hamâsi şiirler okuyarak bitti.
Başöğretmenim durmadan “laik Türkiye”nin birikimlerinden, zenginliklerinden, cumhuriyetin faziletlerinden söz ederek Osmanlı ceddimizi kötüler, sanki cumhuriyeti reddediyormuşuz telâşı içinde, cumhuriyeti göklere çıkarırdı. Hâlbuki hepimiz cumhuriyet çocuğuyduk: Cumhuriyeti reddeden filan yoktu…
Ama önce ekmek lâzımdı, hürriyet lâzımdı, iş lâzımdı. Çünkü ekmek yok, hürriyet yok, iş yoktu.
Şimdi söyler misiniz lütfen: Bu serüvenin hiç yaşanmamış bölümünün, yani çocukluğumun, askeri darbelerle yaralanıp korkularla berelenmiş güzelliğinin, yani gençliğimin hesabını kimden sorayım?..
İdeolojik şiirlerle neslimin çocukluğunu çalanlardan, neslimin gençliğini sloganlar cehennemine fırlatanlardan, neslimin orta yaş kertesinde ise 28 Şubat darbesini gerçekleştirip ülkemi “tımarhane”ye çevirenlerden intikam almalı mıyım?
Darbelere en vicdan dışı desteği veren medya patronu ve o patronaja bağlı medya kuruluşlarında yazıp çizenleri satınca her şey yoluna girmiş olacak mı?
“Bu da bir İlâhî adâlet” deyip susmalı mıyım?
Türkiye’yi sömürenlerden, yalan haber yayanlardan, çocukluğumu, gençliğimi çöpe atanlardan, temiz geçmişimi kirletenlerden, geleceğimi kemirenlerden bir şekilde hesap sormak gerekmiyor mu?
Bu hesabı benim adıma devlet sormalı!
Büyük hesap gününe inanmasaydım, herhalde çok mutsuz olurdum: Şimdiki halde inancım en büyük mutluluğumdur!
Gazeteciliğe ortaokul sıralarında, okul müdürünün izniyle çıkarmaya başladığım duvar gazetesiyle başladım. İlk köşe yazımı da o gazete için yazdım. Ne yazık ki, ilk yazımı yazdığım ilk gazetemin ömrü yalnızca on beş dakika kadar oldu. Yazdığım ilk köşe yazısında, içindeki çelişkiler sebebiyle tarih kitabını eleştirmem okul müdürünün hoşuna gitmemiş, bu yüzden gazete duvardan indirilmişti…
Ceza filan almadım, ama sıkı bir tembihten geçirildim. Müdür Bey’e göre, önce okullarım bitmeli, büyümeliydim. Ancak bir yerlere geldikten sonra, böyle eleştiriler yapabilirdim.
Okullar bitti. Büyüdüm, gazetecilikten emekli oldum. Yüz civarında da kitap yazdım. Ama hâlâ bildiklerimi, düşündüklerimi söylemeye bırakmıyorlar: “Başın derde girer!” diyorlar. Zaten de sık sık başım derde giriyor!
Aradaki elli yıl geçmemiş, yıllar hiç yaşanmamış gibi!