• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Yaşar Değirmenci
Yaşar Değirmenci
TÜM YAZILARI

Uymamız gereken ölçüyü biliyor muyuz?

18 Ağustos 2019
A


Yaşar Değirmenci İletişim: [email protected]

Son dönem yaşananlar, bizim Müminler olarak nefs muhasebesi yapıp uyduğumuz  ölçüleri tekrar gözden geçirmemizi gerektiriyor. Âyet ve hadislerin ışığında kendimizi gözden geçirelim. 

Kullandığı kavramları dine dayandırmayanlar, kendi ölçülerini din haline getirirler.

Kuranı Kerim ümmet ifadesini kullandığı yerlerde ondan hangi özelliklerle söz ediyorsa bu özellikleri ümmeti ümmet yapan özellikler olarak görebiliriz. Şöyle buyruluyor:

“Siz insanlık için yaratılan en hayırlı ümmetsiniz; marufu emreder, münkeri yasaklarsınız, Allah’a iman edersiniz…” Maruf, dinin ve aklıselimin iyi dediği, münker ise yine bu ikisinin kötü saydığı şeylerdir. O halde ümmetin oluşmasındaki ilk merhale, onu oluşturacak müminlerin iyilikleri anlatıp emretmede, kötülükleri tanıtıp yasaklamada duyarlı olmalarıdır. Bireysellik, vurdumduymazlık, bana ne, sana ne demek bu ümmetin fertlerinde olmaması gereken huylardır. Bu durum elbette iyinin ve kötünün bilinmesini de gerektirir. Böylece bu ayetten ümmet için üç temel özellik belirlemiş oluruz: Allah’a iman, marufu emretme ve münkeri yasaklama. (Âli İmran 104, 110. Âyetlere bakabilirsiniz.) Ayrıca;

“Sizi biz vasat bir ümmet yaptık ki, insanlara şahit olasınız, resul de size şahit olsun.” O halde vasat olma da bu ümmetin bir başka özelliğidir. Vasat, yani aşırılıklardan uzak, orta çizgide, adil ve makul. (mutedil ve müstakim) Şu anda ümmetin yaşadığı en büyük belalardan biri vasat olmayı başaramayışımızdır. Ümmetin fertleri vasat olursa insanlar için şahit olmuş olurlar. Rasulüllah’ın müminler için şahit olması, onun gayb âlemini görünür kılan müşahhas bir örneklik oluşturması. Müminlerin diğer insanlara şahit olmaları da Rasulüllah’tan sonra bu örnekliği onların üstlenip bihakkın yaşamaları, diğer insanlara gaybın görünür bir temsilcisi olup, gayba iman eden bir insanın ahlakını kendi üzerlerinde onlara göstermeleri İslâm’a insan kazandırmalarıdır. (Hidayetlerine vesile olmalarıdır.) Bu da bu ümmetin fertlerinin vasat bir ümmet özelliğidir. Önemli iki hadisi şerif ise şöyledir:

Hayırlı veya şerli olup olmadığımızı da Peygamberimiz ashabına sorar:

‘Sizin hayırlınız hanginiz, şerliniz hanginizdir söyleyeyim mi?’

‘- Buyur, ey Allah’ın Resulü’ dediler. 

“-Sizin hayırlınız kendisinden hep hayır umulan ve şerrinden emin olunanızdır. Sizin şerliniz de kendisinden hayır umulmayan ve şerrinden emin olunmayanınızdır.” 

Medine’de Evs ve Hazreç kabilelerinin çok uzun yıllar düşmanca yaşamalarının ardından iman edip kardeş olmaları sebebiyle Allah bütün müminlere şu gerçeği hatırlatıyordu: “Ey iman edenler! Allah’a karşı nasıl gerekiyorsa öylece takvalı olun ve sakın ha, Müslüman olmaktan başka bir vasıfla ölmeyin”. Peki, müminler ne yaparlarsa Müslüman olarak ölebilirler? “Allah’ın ipine/Kur’an-ı Kerim’e cemaat olarak sarılın, fırkalara ayrılmayın. Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın, hani siz birbirilerinize düşmandınız da O sizin kalplerinizi kaynaştırdı ve O’nun nimeti sayesinde kardeşler oldunuz. Ateşten bir çukurun tam kenarında idiniz de O sizi oraya düşmekten kurtardı. İşte hidayeti bulasınız diye Allah ayetlerini böyle açıklıyor. Sizden hayra çağıran, marufu emreden, münkeri yasaklayan bir ümmet olsun. Kurtulacak olanlar da sadece onlardır.” (Âl-i İmran:102-104) Ayetler ümmet olabilmenin ön şartlarını sıralıyor: Önce sarsılmaz bir iman, sonra Allah’a karşı hakkıyla takva, yani O’nun emir ve yasaklarına riayet, iyilikleri hâkim kılmayı ve kötülükleri ortadan kaldırmayı her bireyin görev bilmesi, Müslüman kalabilmek için azami gayret, bunun için cemaate uyma, fırka oluşturmaktan kaçınma. Cemaatin, şer-i şerife bağlı ve şûrasını âlimlerin oluşturduğu otorite olduğu, bu yoksa bu görevin âlimlere geçeceği hususu unutulmamalıdır. Tasavvuf dini daha iyi yaşayabilme çabası ise, bu işin de gerçeğini ve sahtesini ancak Kitap ve sünnet bilgisiyle öğrenebilirsiniz. Başka bir ölçü koymaya kalkarsanız, herkesin doğruyu tarifi, sadece kendisine işaret eder. Kendi yaptıklarını tasavvufun özü diye anlatır. Tasavvufun gücüne sığınarak nefsinin arzularını meşrulaştırabilir. Bu yanlışları ancak uymamız gereken ölçüye (Şeriata) uyarak düzeltebiliriz. Zaten dindarlık, dinde olanı yaşamaktır. Birçok ayeti kerime, eğer Allah’ın ipine cemaat olarak sarılmazsanız tefrikaya düşer, yan yollara girmiş olur ve saparsınız uyarısında bulunur. Bir âlimin, bir şeyhin etrafında mektepler olma özelliğiyle toplanma ise sakıncasızdır, tabiidir, belki gereklidir. Yeter ki, Resulüllah’ın çizgiler çizerek tarif ettiği gibi, yönleri orta yoldan kenarlara doğru değil, kenarlardan orta yola doğru olsun. Ya da cemaat havuzunu boşaltmasınlar, hep birlikte oraya su taşısınlar. Oradan alıp istifade ettiklerinin yerine kendisini koymasınlar.

Bir düşüncenin ya da dinin devamlı canlı kalabilmesi, zamana ve şartlara göre kendini güncelleyebilmesi için dört temel unsura ihtiyaç vardır: Bilgi, eylem/amel, tefekkür ve heyecan. Bunlardan biri eksik olursa hayat insanı yolun dışına atar ve kendisi ilerlemeye devam eder. İlk üçü üretmek için vardır, heyecan ise üçünün de motorudur. Biz heyecana zaman zaman cihat ruhu diyoruz ve cihadı da; müminin i’la-yı kelimetullah için, mutlak adaleti tesis etmek için kendi zamanına ve şartlarına göre ne yapılması gerekiyorsa onu cehtle gayretle ve heyecanla yapmasıdır diye tarif ediyoruz. İslâm’ı insanla buluşturan bütün bu faaliyetler de cihat kapsamındadır. Dünyevileşme hastalığı; Müslümanlarda ne ‘Allah Rızası’ ne de ‘cihad ruhu’ bıraktı. Üsveyi hasene (örnek insan) daha geniş düşünürsek ‘örnek toplum’ yahut ‘örnek cemaat’ bırakmadı. Daha tehlikelisi de bu yapılan yanlışlıklar yüzünden insanlar dinden soğudu. Onlarsız olmayacak cemaatların yaptıkları İslâm’a uymayan ameller sebebiyle toplumda önemli yerleri olan cemaatlara karşı bir oluşum meydana geldi. Bizim bütün Müminler olarak yaptıklarımızı (niyet ve amellerle) Allah ve Resulü’nün ölçülerine (ayete/vahiye ve hadislere/sünneti seniyyeye) arz etmemiz, bu ölçülere tâbi olmamız gerekiyor. Yetiştiğimiz/yetiştirildiğimiz her türlü kurum/kuruluş/vakıf/dernek-cemaat/siyaset vs. ölçüleri de Kur’an-ı Kerim merkezli sahih bir İslam anlayışına göre değerlendirilmelidir. Herkesin parçalanmış İslam binasından ele geçirdiği bir parçayı merkeze alıp onun etrafında bir İslam inşa etmeye kalkışanlar, müfessir sahabeden İbni Abbas’ın ‘din dört cüzdür. 1) Akaid, 2) Ahlak, 3) İbadet, 4) Muamelat’ sıralaması ihmal edilmemelidir. Âyet/hadis/sahabe sıralaması gibi.

Vahyin bizi muhatap alan kısmı Kur’an-ı Kerim’dir. Sünnet de dolaylı bir vahiydir. Sünnet, Allah Rasulü’nün sözleri, fiilleri ve tasdikleridir. Sünnet bütünüyle Kur’an-ı Kerim’in hatasız yaşanmasından ibarettir. O halde Sünnet, canlı hale getirilmiş Kur’an’dır. Peygamberimiz de Kur’an-ı Kerim’i yaşayan/yaşatan üsveyi hasenedir.

 

Haberle ilgili yorum yapmak için tıklayın.

Yorumlar

Yekta

Harika tesbit hocam.Size birşey soracağım.Müslümanların en büyük özelliği ellerinde ölçü olması yani Kur'an ve sünnet değilmi? Hayatın her alanında bu ölçüyle hareket etse hem doğruyu bulmada ve hemde başlarına bela ve müsibet gelmesini engeller demi? sorum: Ülke yönetiminde yönetici kadrolarda bu ölcü neden aranmıyor.? Elimizde imkan varken yani Müslüman halk tarafından bu imkan verilmişken.?
x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23