• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Yaşar Değirmenci
Yaşar Değirmenci
TÜM YAZILARI

Normalleşme ne zaman?

15 Eylül 2019
A


Yaşar Değirmenci İletişim: [email protected]

Normalden her gün biraz daha uzaklaşıyoruz, tuhaflaşıyoruz. Gönül planındaki sancılanmayı hissedemez haldeyiz. Toplumsal psikolojik yapıyla hiç ilgilenmiyoruz. Bazen insanların yüreğine dokunmak gerekir. Uygun üslubu, uygun kelimeleri bularak ve gönülden seslenerek olur bu. Her zaman değil; zor geçitlerde, tıkanma noktalarında, derin meselelerde. Her türlü gayrete rağmen, bazılarına bazı şeyleri anlatmak mümkün olmayabilir. Hem de hiç ummadığınız kişilerden böyle bir anlayışsızlık görebilirsiniz. Hiçbir kural tanımadan yaşamak, hayatı kolaylaştırır mı? Bu hayatı cehenneme döndürür.

Devlet içinde, demokratik kurumlar arasında, rahat söylenip anlatılması bile mümkün olmayan çekişmeler uyuşmazlıklar var. İnsanımız böyle bir ortamda kendi insani sıkıntılarıyla baş başa ve yapayalnız. Kendisiyle bile konuşamıyor. Bir başka açıdan bir başka ışıkla bakmaya şiddetle ihtiyacımız var. Yalnızlığımız, özlemlerimiz, acılarımız derinleşiyor. Bir noktada durmak ve ötesine sadece tevekkülle bakmak lazım. İnsan doğmak yetmez. İnsan olmak ve insan kalmak mesele bu! İnsanlığımızı tartışılır hale getiren bir noktadaysak; birtakım mensubiyetlerin ve aidiyetlerin, sıfatların ve unvanların hiçbir anlamı kalmaz. Devlet; servet, güç ve imkan demektir. Servetin ve gücün temerküz ettiği bu üst kurum, tarih boyunca şeytanın göz koyduğu kurum olmuştur. Çünkü şeytanlar gücün, iktidarın ve paranın temerküz ettiği yere akın ederler. İnsanları bunlarla ayartır, bunlarla baştan çıkarırlar. (İktidarın, gücün menfi tesirlerinden kendini kurtarabilmiş olan idarecilerin de ne büyük bir iş yaptıkları ortadadır. Ne mutlu onlara.)Ahlaka en çok ihtiyaç duyulan yerler, servet, imkan ve gücün yerleridir. Çünkü buralar ahlaksızlığın en çok işlenmeye müsait olduğu zeminlerdir. Paranın, gücün, silahın, servetin olduğu yerde insanı azmanlaşmaktan, haddini aşmaktan, kendini kaybetmekten, etrafına zarar vermekten, başkalarına zulmetmekten koruyan bir ‘ahlak sistemi’ yoksa orada iktidar insani olmaktan çıkıp şeytanileşmiştir. Dinden ve imandan bağımsız bir ahlak sistemi düşünülebilir mi? Yok böyle bir örnek. Hâlâ laik ahlak, sosyal ahlak denir/dedirtilir. Nefsin emrine girmiş, arzu ve isteklerinin kölesi olmuş insanlar, her türlü rezilliği yapmaya ‘özgürlük’ sosyal hayatı zehir edenlere müdahaleye ‘baskı’ diyenlere ne anlatabilirsiniz? Kendi değerlerinden haberi olmayanlara, yalanı, iftirayı, mukaddes düşmanlığını hayat tarzı haline getirmiş insanlarla ‘ortak değerimiz’ olabilir mi? Bazı ortak değer ölçüleri yok ise, farklılıklar da olmaz; olan şey, kopukluktur, yabancılıktır sadece. Allah’a karşı savaş açıp da başarılı olmuş bir örneğe rastlamıyoruz. Bize de, Allah’a savaş açanları açtıkları savaşla baş başa bırakıp risk alanlarından uzak durmak düşüyor.

Adını ‘ekonomik kriz’, ‘siyasal kriz’ koydukları krizlerin aslında ‘insan krizi’ olduğunu biliyorum. İnsan krizinin de dinden, imandan ve Allah’tan bağımsız çözülemeyeceğine inanıyorum. Aynı manayı belki daha da etkili bir biçimde ve incitici olmadan vermek mümkünken; acaba niçin öyle yapmayız da, incitici-kırıcı-yaralayıcı olan sivri bir üslubu tercih ederiz? Bu vesayet anlayışının devam etmesi mümkün değil, dünya başka bir dünya artık. O anlayış da bize mahsus özel bir yanlış düşüncenin ürünü. ‘Millete zarar verelim’ diye yapmıyorlardı elbette. Kendilerine göre idealleri vardı. Haklı ve doğru olduklarına inanıyorlardı. Ama bu, verdikleri zararı ve acıyı mazur göstermez ki. Yanlış yanlıştır. Hele takıntıları/peşin hükümleri, kendisinin doğrularının dışındakileri kabullenmeme hastalığı uğruna; bir yanlışı, bile bile güzel göstermek; yanlıştan da öte bir haldir. İnsanlık suçudur. Kötülük olsun diye yapmıyorlar, ama kötülüğü planlayana bilmeden alet oluyorlar ve onların yapamayacağı kötülüğü yapıyorlar. Senelerce siyasette en tepeye yükselmiş adamların; utanmadan, sıkılmadan ‘Allah’tan korkmadan, kuldan utanmadan’ zalimlerle, bölücülerle, iç ve dıştaki şer güçlerle âdeta işbirliği yapmaları çok vahimdir, fecaattir. Bütün dünya da görüyor ve takdir ediyor ki Türkiye iyiye gidiyor. Ekonomik açıdan da öyle, dış politika ilişkileri açısından da. Sıkıntılarımız var ama istikrarı korumaya devam edersek onlar da bir hal yoluna gidebilecek sıkıntılar. Bu sıkıntıların içinde zamana ihtiyacı olanlar da var. Nehirler tersine akıtılamaz. Yapılacak şey, onun akışını verimli ve bereketli hale getirmektir. Normal olan budur. Zamanın akışı da öyledir. Buna karşı çıkmak, hayır demek; anlamsız ve anormal bir direniştir ki, verimli ve bereketli akış tedbirlerini aksatıp geciktirmekten başka bir işe yaramaz. Zaman nehrinin akışı da bu kısır daireleri, direnilmesi halinde, kıyılara ve kayalıklara çarpa çarpa kırıp parçalar. Kendi irademizle şer ittifakını bozmalıyız. Eski alışkanlıklara, tutkulara enerji harcayacak halde değiliz. Her şeye rağmen ‘yardımsız’ kalmamak çok güzel. Umuda ve yardıma hasret bırakılmamak da. 

İnsanlar ahlaklı olursa, maddi hayatları da toplumsal tezahürüyle daha güzel daha verimli olur. Mutluluk, denge, verimlilik, ahlak, akıl, irade, sevgi, bütün kavramlar; Batı’nın akıl kavramını esas alırsan, altüst olur. Sağlıklı düşünemememizin temel sebebi de budur.

Demokrasinin varlığı ve gelişmesi bir ‘asgari müşterek’ler konusudur.

İnsan bazen kendi kendine sormadan yapamıyor: makul olmak, biraz anlayışlı olmak o kadar zor mu? Şu veya bu alanda değil, hayatın her alanında öyle. Her yaştaki, her meslekteki insan için öyle. Şu sözü unutmayalım: ‘İnandığın gibi yaşamazsan, yaşadığın gibi inanmaya başlarsın.’ Çok çarpıcı bir örnek vereyim. (Düşünerek okuma şartıyla)

Allah’ın emri laiklikle bağdaşmayıp ters düşüyorsa, ya Allah’tan yana ya da laiklikten yana olacaksınız. Eğer Allah’ın emri laiklikle bağdaşmıyorsa, laiklik bir tür İslam karşıtı bir başka din haline gelmiş oluyor. Ve bu durum, devletin laik olması demek, İslam’a karşıt olması anlamını taşıyor. Yani laikliğin, ‘din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması’ biçiminde tanımlanması fasarya olmuş oluyor. Aslında İslam dininin yerini laiklik dini almış oluyor. Adı ‘laiklik’ olan bir ‘din devleti’nde yaşadığımız ortaya çıkıyor. Zaten ‘değiştirilemez’ bırakın onu ‘değiştirilmesi teklif dahi edilemez’ maddelere sahip olmak ne demek? Basbayağı ‘dogma’ demektir, laiklik adı verilen siyasal bir metodu ilahi kitaplarda yazan dini kurallara benzetmek, kutsal hale getirmek demektir. Peki, bu durumda bu ülkede yaşayan Müslüman ne yapacak? 

Ya dininden çıkıp devlet dinine yani laikliğe intisap edecek, ya da başına gelecek olana katlanıp İslam’da kalmayı, yani laiklikle bağdaşmayan Allah’ın emirlerini yerine getirmeyi tercih edecektir. Eğer durum buysa, laikliğin bu ülkede işi çok zor demektir. Şunca yıldır bütün devlet imkânlarına ve kafa yıkamalara, Batı’nın uşağı haline getirilme, eğitim sisteminden kendi değerlerini kovma, ‘irtica’ adı altında İslâm düşmanlığı yapma ile nasıl normalleşeceğiz? ‘Laik olmadan insan olmaz’ diyecek kadar alçalan entelektüel geçinenler, ihtilalleri bu milletin başına bela edenler, TV’lerde arzı endam edenler, muhatap bile alınamaz! Hele bu güruha ‘düşüncenize saygı gösteriyorum’ diyenlere şunu öğretmek ihtiyacındayım: Saygı göstermeyecek, haddini uygun üslub ve usulle bildireceksin. Sadece saygısızlık etmeyeceksin! İslam böylesi durumlarda çok özgürlükçü. Devlet zoruyla din dayatmaz insana. Çünkü din özgür seçim işidir. Kur’an-ı Kerim, Müslümana şöyle emir verir: “De ki: Ey inkârcılar! Tapmam sizin taptıklarınıza, siz de benim taptığıma tapmazsınız. Asla tapmayacağım sizin taptıklarınıza, siz de benim taptığıma tapacak değilsiniz. Sizin dininiz size, benim dinim bana!”

Allah’ın gazabından korkuyor ve O’na savaş açanlarla birlikte yaşamanın, bir riski peşinen kabullenmek olduğunu biliyorum. Ama içimi ferahlatan hep Kur’an’ın şu müjdesi oluyor:

“Kim Allah’a karşı sorumluluğunun bilincinde olursa, O, onun için bir çıkış yolu açacaktır.”

Yapılacak şey şudur; lüzumsuz yorgunluktan ve gerginlikten kaçınmak, lüzumlu ve hayırlı yorgunlukları, hizmetleri, ‘Sizin en hayırlınız; insana/insanlığa faydalı olmaktır.’ Hırsları/ihtirasları bırakalım, Allah’ın razı olduğu amelleri yapmayı yaptırmayı gaye edinelim yeter!

 

Haberle ilgili yorum yapmak için tıklayın.

Yorumlar

Abdullah

Günümüz lavrensleri çoğalmış. İşimiz zor. İslamoğlu ve dünürü lavrensin kürsüsüne oturmuşlar ümmeti ifsad ediyorlar. Ümmeti bölmek için çalışıyorlar.Tedbir tedbir.

şenay doğan

laik veya muhafazakar hiç farketmiyor insanlar iktidara tehdit teşkil etmemek kaydı şartıyla dinlerini özgürce yaşayabilir dinin iktidara tehdit teşkil eden hükümleri yasaktır bu kural laikler için de muhafazakarlar için de olmazsa olmaz düsturdur ben çareyi buldum ya rab habibine öyle bir kulluk öyle bir şan ve şeref öyle bir nur ve nusret bağışla ki elinden tuttuğunda yanında allahı bulacağı hiç bir kulu atlamasın diyorum allaha emanet olun
x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23