• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Yaşar Değirmenci
Yaşar Değirmenci
TÜM YAZILARI

Magazinleşen Hayatımız

13 Ocak 2018
A


Yaşar Değirmenci İletişim: [email protected]

Önce kendi kafamızı güncellemeliyiz biz. Ve şunu da iyi bilmeliyiz ki, kapitalizmin özel ve gizli bir zulmü vardır. Lüzumsuz ve anlamsız değişikliklerle, sun’i ihtiyaçlar oluşturur ve bunu da sinsi uyumsuzluk tuzakları kurarak gerçekleştirir. Bunların adı alet, cihaz, malzeme, araç; kolaylaştırıcı maddi imkân nesneleri… Bunlar güya biz mutlu olalım diye var edilmişler. Acaba bize mutluluk yolunda ne kadar fayda sağlıyorlar? Şöyle gerçekçi derin ve kapsamlı bir kıyas bilançosu çıkarılırsa acaba ne gibi sonuçlarla karşılaşırız? Genel olarak herkesten duyduğumuz sözler: “Şimdi bilgisayar çağındayız, şimdikiler internet kullanıyor. Bu devrin insanı bizim zamanlarımıza benzer mi? Biz böyle değildik” şikâyeti karşısında “şartlar değişti, normaldir bu” vs. cevabını vermek, kendini aldatmaktır. Işığımızda, rengimizde, dengemizde, kıvamımızda bazı gerilemeler var. Hangi devirde yaşarsak yaşayalım, en önemli husus “insanın huzuru”dur, ahlakıdır.  

İnsanların bugün; daha dengeli, daha bilgili, daha bilinçli, daha kişilikli, daha özgür, daha mutlu olduğunu söyleyebilir miyiz? Ölçü nedir, ölçü? Değer ölçüsü, değer hükmü, değer ilkesi nedir? Hayata, sahip olduğumuz aletlerin eşyanın gelişmişliğiyle övünen bir değer ölçüsü uygulamak kapitalizmin bile bin beteri bir “insan ihmali”dir. İnsan bu kadar küçümsenir mi, basitleştirilir mi? Aklımızla adam gibi faydalanmaya çalışırız; onu şu veya bu biçimde kullanıyor olmayı, sadece kullanıyor olmayı, bir mutluluk ve üstünlük sebebi saymak, ne hazin bir çöküntüdür. Hayatımız mı magazinleşti, magazin mi “hayat”laştı belli değil. Bu durum “çağdaş ve orijinal” bir hâl! Yeni bir düşünce konusu olarak da görebilirsiniz: “magazinleşen hayatımız”ı…

Aletler, cihazlar, teknolojik gelişmeler küçük ve basit görülmez, alerji de duyulmaz. İnsanın hayatında bir yeri olan her maddi unsurun bir denge hâline katkısı sebebiyle âdeta bir miktar insanlaştığı bile düşünülür.

Kullandığımız her eşyaya ruh katan biz değil miyiz? Problem şurada: “Eşya mı bize hakim, biz mi eşyaya…Para mı bize hakim, biz mi paraya…Araba mı bize hakim, biz mi arabaya…” misalleri çoğaltabilirsiniz. Gidişat bizi sürüklüyor. Özne değil; nesneyiz. Âyette zikredilen “Üsve-i Hasene” olamıyoruz. Sünneti çağa taşıyamıyoruz. Zaman ve mekan üstü bir hayat nizamını dar kalıplar içine sokmaya çalışıyoruz. Okyanusta bile bir katre olmayan halimizi okyanus zannediyoruz. Boğulmakta olan insanları yüzme bilmediği halde kurtarmaya çalışan insanlar gibiyiz. Eteği tutuşan itfaiyecinin yangını söndürmeye gidişi gibi. Kişiliğimiz bile “medyatik alan”ın etkisinde. Evlenecek gençler, “falan dizideki oturma odası takımı” ister hale geldi. Dizilerdeki kahramanlar(!) “örnek şahsiyetler” oldu. Çevrenize bir bakın. Televizyondan fırlamış gibi davranan, konuşan, giyinen insanlar… Hayat; gösteri dünyasını taklit ediyor. Hemen herkes televizyonun kendisine biçtiği rol çerçevesinde yaşayıp gidiyor. Televizyon-internet denen illetin iliğimize, kemiğimize ne kadar işlediğini, hayat tarzımızı ne kadar etki altına aldığının örneklerini hep görüyoruz. Sanki bütün kanalların magazincileri, televolecileri aynı odada montaj yapıp ayrı ayrı kanallara dağıtıyor. Görüntüdeki bu beraberlik, düşüncede de “tek tipleşme” oluşturuyor. “12 Eylül’ün yapamadığını “hayatı magazinleştirme” yozlaşması yaptı. Magazinleşmenin düşünceye de sirayeti, hayatımızı bütünüyle magazinleştirdi.

Hiçbir canlı, hiçbir insan, hiçbir yaratılmış varlık aynı kalmaz. Taklit yoluyla veya dış icbarlarla değişik durumlara geliyorsanız, onun adı “sürüklenme”dir. Sürüklenme seni değiştirmiş; ama yozlaştırmış. Bunun övünülecek bir tarafı var mı? İlmî ve fikrîlikten ziyade, “öyle mi yozlaşalım böyle mi”nin müzakeresi! Bunun düşünceye yansıyan tarafı olmaz; ama kavgası gürültüsü olur! Herkes meşgul, kimsenin vakti yok. Araştırmaya vakit yok, okumaya-düşünmeye vakit yok, hatırlayıp sormaya vakit yok, sohbete vakit yok, dostlarla görüşmeye vakit yok, ibadete vakit yok, mutluluğa vakit yok… Bu hayat “bizim” değil ki. Hayatımız elimizden alınmış; kendimize ayıracak vakit bırakmamışlar ki bize… Kendimize ait olmayan bir hayat içinde kendimize ayıracak vakit bulamayışımız gayet tabiidir.

Eğitim eşittir bilgisayar, biraz da yabancı dil; başka derdimiz yok. Altyapı böyle olunca, üstü nasıl olabilir ki? Eğitim davamızın şuuruna varamazsak, biz hiçbir temel meselemizi çözemeyiz. İnternetin, TV’nin, sosyal medyanın neşrettiği “porno ve şiddet müstehcenliği” kültüründen arınamayız, yozlaşma sürüklenişinden kurtulamayız. En’am Sûresinin 70. Âyetin girişinde “Dünya hayatına dalarak eğlenceyi ve geçici zevklerini din haline getiren kimseleri kendi haline bırak.” Günümüzde iki hususa dikkat çekiyor âdeta…

Dinlerini oyun ve eğlence haline getirenler, oyun ve eğlenceyi din haline getirenler. Neml Sûresi 69. Âyete baktığımızda da “Yeryüzünde dolaşın da, günahı tabiat haline getirenlerin sonu ne olmuş görün!” Meryem Sûresi 74. Fıtratın dışında hareket edenlere “…Biz nice uygarlıkları helâka uğrattık.” İkazı yapılmakta. 54. Âyette de “…İbadetin içini boşalttılar ve dünyevi zevklerin peşine düştüler.” Ahlaki değerlerin yerini menfaatlarin ve fiyatların aldığı, bencilliğin yüceltilip fedakârlığın kaale alınmadığı bir toplum yapısı helak olmaya adaydır.  

Giderek; yaşayan değil, tartışan Müslüman olmaya başladık. Dinin sadece iman değil, amel olduğu da unutuldu/unutturuldu. Allah bir topluluğa şer murad ederse, onlara cedel (tartışma) kapısını açar ve onları amelden alıkoyar. 

Ahlaksız ve manasız ‘Cinnet uygarlığı’nın krizden krize sürüklediği insanlığı bu krizden kim kurtaracak? Teknolojinin, paranın, şanın, şöhretin, şehvetin insanlığın dengesini bozduğu asrımızda yerinden koparılan değerleri yerine kim koyacak? Toprağın yerini ziftin ve betonun aldığı bir çevreye rengini kim verecek? Ailelerin dağılmaya yüz tuttuğu, içkinin, kumarın, fuhşun alabildiğine yayıldığı bir devirde “Durun kalabalıklar!” diye kim haykıracak?

Bize düşen bildirilmiş ölçüler üzerinde amel etmektir, tefekkür etmektir; onların yerine yeni ölçüler ikame etmeye çalışmak değil. Dünyanın sancısı, İslam’a, Kur’an’a yaklaşma ihtiyacının sancısı olduğunu unutmayalım. 

 

x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23