• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Yaşar Değirmenci
Yaşar Değirmenci
TÜM YAZILARI

Fikri şuur kazanalım!

19 Ocak 2020
A


Yaşar Değirmenci İletişim: [email protected]

Mesele kötümserlikle-iyimserlikle doğrudan alakalı değil, önce gerçekçi olmalıyız ki, sonraki tavırlar değer taşısın. Geçen gün televizyonda bir mehter gösterisi yayınlandı. Her defasında olduğu gibi seyredenlerin gözleri doldu. Şu mehter öyle bir tertip ki, tam olarak çözebilsek birçok sırlar izah aydınlığına en kestirme yoldan kavuşabilir. Vaktiyle yaşanmış güzellikleri hatırlattığı gibi, o güzelliklerin gönlümüzde nüveler halinde hala yaşadığını da hissettiriyor. Hüzünle sevinç, hasretle vuslat müjdesi birbirine karışıyor, insan bir hoş oluyor. 

Biz bir üstün medeniyetin çocuklarıyız. Hümanizm masalları dinlemeye ihtiyacımız yok. Unsurlar değişir, dengenin ölçüleri değişmez. Osmanlı Medeniyeti, çok üstün bir dengenin eseriydi. Batı medeniyeti, bizim o zamanlar çözdüğümüz nice meseleleri bugün hâlâ “çözüyorum” diye altüst etmekle meşgul. Ve biz, kendi denge ölçülerimize göre değil, Batıcı yaklaşımlarla kalkınmaya çalıştığımız için; kendi sahibine bile hayır getirmeyen bir “hayat tarzı” darlığı içinde sıkışıp kalmışızdır. Tezatlarımız, bize medeniyet diye yutturulan “hayat tarzı” kıskacının baskısından doğuyor. Kendi kültürümüzü bu yabancı medeniyet kıskacı içinde yaşayıp yaşatamıyoruz. Tepki şarttır, ama “yeter şart” değildir. Etkili tavır ve gerçek çözüm, kendi medeniyet mirasımızın denge ölçülerine göre yeni bir hayat tarzını oluşturacak reformları yapmaktır. O reformların, projelerini ve programlarını şekillendirecek düşünceler üretmektir. Kolay iş değil bu. En büyük zorluğu, o hayat tarzının içinde yaşayan insanlardan o hayat tarzını değiştirme şuuruna ve düşüncesine sahip kadrolar çıkarmak durumunda bulunuşumuzdur. Meselenin sosyal yönü, sistematik veçhesi; bir noktada bu yüzden siyaseti önemli hale getiriyor. Ümitlerimiz, sıkıntıların artmasına inat, daima canlıdır ve güçlenmektedir. Tenkitlerimiz bu etkileşimi daha da keskinleştirip çabuklaştırmak amacına yöneliktir. Asıl tersini yapanlar, kötümserlik neşrediyor. Bunu fark ettikçe de, popülist ve modacı sloganlarda teselli aramak çırpınışını koyulaştırıyorlar. Bunlar kanat takıp uçsalar faydası yoktur, dün ilericilik taslayanların uğradıkları iflas akıbetinden kurtulamayacaklardır. Bizim toplumumuzda, “devletle kavga etmek” gibi bir gelenek çizgisi ve özelliği yoktur. “Nasılsak öyle idare olunuruz” bilgisi ile kendini (nefsini) değiştirmeyi öne alan bir hayat anlayışının üst bakışı kendini hep hissetmiştir. Temel tercihlerdeki itidal ilkesinin bu tarihi karakter oluşumunu biçimlendiren bir halk felsefesi gibi etkili olduğunu söyleyebiliriz. Bu topraklarda İslam böyle yaşandı. Hatalar olabilir, yetersizlikler görülebilir. Ama her zaman, bir “basiret istişaresi” ile “kendi kendini ikaz” etme mekanizması bir teminat rezervi gibi korunur. Birileri, “Bu böyle olmaz” der, diyebilir ve bir “özeleştiri” seslenişinin ufuk penceresi hep açık tutulur.

Bizim toplumumuz mutedildir. “Ilımlı-uyumlu” falan değil, mutedil. Karakteristik olarak öyledir. Tarih boyunca öyle yoğrulmuştur. İtidal, azlıkla çoklukla değil, asliyetle ve asliyetin korunmasıyla ilgili bir kavramdır. Çok sev, ama itidal üzere sev. O sevgiyi acayip bir tutku ve zaaf haline, bir sapma niteliğine dönüştürmediğimiz müddetçe ölçüyü kaçırmayız.  “İtidal” işte bu. Bağırıp çağırarak, üstünü başını yırtarak, sağa sola vurarak; sevgi de yaşanmaz, üzüntü de... Tarihle yüzleşmek değil, “bugün”le yüzleşmek çok önemlidir. Bugün’le yüzleşmek. Hangi göze ve gözlükle bakacaksın, hangi akılla düşüneceksin, hangi ışıkla aydınlatacaksın, hangi terazi ile tartacaksın? Aydın, toplumun gerisindedir. Duruşu ve bakışı itibarıyla böyledir. Dengeleri açısından böyledir. Bizim aydınımız, “eleştiri” ile “hareket” arasında fark görmez. Sadece bu bile seviye tespitine yeter. Toplum’un “itidal” hasletini küçük görmek, yıpratmak, aşındırmak, “Batıcı aydın”ın en büyük demokratik düşünce hatasıdır.

“Toplumsal-ekonomik-kültürel-siyasi” değişimler, darbeler sebebiyle sıhhatli bir biçimde gerçekleşemedi. Nesiller heder oldu. İnsanlarımız acılı bedeller ödedi. Umutlar ertelendi, gelişmeler gecikti, müjdeler ertelendi, idealler yozlaştı. Her dönemeci, savrulup devrilen otobüs yolcuları gibi, kayıplarla ağır hasarlarla ve yaralanmalarla dönmek zorunda kaldık. Fark edilmese de herkesin ruhunda darp izi var. Birtakım çelişkiler, tutarsızlıklar, izahı zor tuhaflıklar, bundan kaynaklanıyor. Öyle olmasını hep eleştirdik, itidal üzere düşünüp dört dörtlük değerlendirmeler yapabilmenin faziletini hep savunduk ve tavsiye ettik. Ama söylemekle olmuyor. Bazı arızaların ve etkilenmelerin yaşanması engellenemiyor. Bundan sonra yapılacak şey, bir denge şuuruyla demokrasiyi geliştirmektir. Demokrasinin gelişmemesi yahut gelişmesinin arızaya uğraması, ne solun ne sağın, ne maddecinin ne muhafazakârın, nasıl zannederlerse zannetsinler, hiç kimsenin yararına olmaz. Herkes kaybeder, kayba uğrar. Çünkü denge şuurundan mahrum bir gelişme arzusu, aleyhtarlıktan farklı değildir. Ölçüsüz ve dengesiz gelişme yozlaşmaya dönüşür. Bütün meselemiz, meselelerin meselesi olan temel meselemiz; “fikri şuur” planındadır. O hale geldik/getirildik ki; düşünce melekelerimizi kaybettik. Hep söylerim: fikren halledilemeyen meseleler; fiilen halledilemez. 

Amellerinize bakıyorsunuz. Tasdik ve tasvip ettikleriniz, ‘Rabbimizin rızasını kazanırız belki’ diye ümit besledikleriniz olunca ne güzel! Yara bere yok. Pırıl pırıl. Saf iyilik olsun diye yapmışsınız belli ki. Hiçbir şey beklemeden, “bu gönlü görürsem Allah’ı memnun ederim” diye yapmışsınız. Kırık dökük namazların arasında nadiren de olsa bazılarının eli yüzü düzgün görünüyor. Hele şu pırıl pırıl parlayanı var ki, “keşke ondan çok daha fazla kılsaydım” diye iç geçiriyorsunuz. “Ömrüm boyunca kıldığım namazlar arasında böylesi ne kadar az” diye hayıflanıyorsunuz. “Bilseydim hepsini böyle kılmak için var gücümü harcamaz mıydım?” diyorsunuz. Yaptığınız karşılıksız yardımların değerlendirmesine geliyor sıra. Bakıyorsunuz bir çoğu ele alınmaya bile değmez. Kimi yardımlarınızın karşılığı daha dünyadayken alınmış gözüküyor. Kimisi daha niyet aşamasında sakatlanmış, kimisi amaç açısından defolu. Fakat biri görünüyor ki, “tam not” alacak gibi duruyor. Defosuz, eksiksiz ve göz kamaştırıcı. Ne niyetinde bit yeniği var, ne usulünde yanlış var, ne de amacında bozukluk. ‘Ne olurdu’ diye yakınıyorsun, verdiklerimin ve paylaştıklarımın hepsi böyle olsaydı. Bari bunca hayır hasenatım arasında, şöyle defosuz olan çok olsaydı diye iç geçiriyorsun bu kez. Öyle ki, sevinçten gözün kamaşıyor. 

‘Keşke’ demelerin bitmiyor. Çünkü bu defa da ‘Keşke daha iyisi için çırpınsaydım’ diye yakınıyorsun. Daha iyisini yapmak. Zaten bütün namazlar o bir namazı kılmak için kılınmazlar mı? Aslında bu tekrarlar bir arayış değil midir? Daha iyi namazı, daha iyi orucu, daha iyi sadakayı, daha iyi ameli, daha yüksek bilgiyi, daha ulvi hikmeti, daha değerli serveti, daha saf ibadeti, daha olgun şahsiyeti, daha keskin basireti arayış. Aramakla bulunmayan lakin bulanların arayanlar olduğu bir arayış.

 

Haberle ilgili yorum yapmak için tıklayın.
x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23