• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Yaşar Değirmenci
Yaşar Değirmenci
TÜM YAZILARI

Fiili ve fikrî hayatımıza dair bir hasbihal

06 Ağustos 2021
A


Yaşar Değirmenci İletişim: [email protected]

Son zamanlarda dinî kimliği öne çıkan insanların bazı halleri, bunu malzeme yapmaya alışmış ‘mal bulmuş mağribi’ gibi hareket edenleri çok sevindirmiş, dindarları ise son derece üzmüştür. Bu ve benzerî olayları farklı cephelerden değerlendirip ‘nefs muhasebesi’ yapmamız icab eder. İslami Hayat Görüşü’ne sahip miyiz, değil miyiz? Sahip değilsek, Müslümanlığımızda eksik bir taraf var demektir. Bu fark ihmal edilemez ki. İhmal edilirse, kavram yetersizliğine uğrarız ve anlaşabilmemiz çok zorlaşır. Elbette ki inandığım gibi düşüneceğim. Düşünceye yön veremeyen inanç, zaten ciddiye alınmaya layık değildir. 

Yaşayışıyla güzel örnek olma kaidesinin müessiriyetini gayet iyi bilen Peygamber Efendimiz, kendisi hayatıyla örnek teşkil ettiği gibi, İslam’a davet ettiği insanların İslami yaşayışı görerek fikir ve kanaatlerini ona göre tayin ve tespit etmelerine imkan ve vesileler hazırlıyordu. Bedir Gazvesi’ndeki esirlerin topluca bir yerde mahpus tutulmaları yerine birer birer ashab-ı kirama dağıtılarak misafir edilmeleri, başka bir takım fayda mülahazaları yanında büyük ölçüde, ‘esirler sahabenin İslami yaşayışına vakıf olsunlar’ içindir. İç dünyamıza dönüp soralım. Bize, bizim yaşayışımıza bakarak kaç insan İslam’la şereflenmiş. Şeffaf bir şekilde yaşayışımızı gösterip, ‘bizim yaşayışımıza vâkıf olurlarsa bu insanlar etkilenir’ diyebileceğimiz, defosuz, illetsiz bir hayat tarzımız var mı? Yaşadığımız hayat ‘örneklik’ (üsve-i hasene) teşkil ediyor mu? İslam düşmanı Benu Hanife reisi Sümame’nin Müslüman olmasına, Peygamberimizin hüsn-ü muamelesi, karşılıksız affı yanında Mescitte bir direğe bağlı kaldığı müddet zarfında İslami yaşayışı, sahabeler arasındaki kardeşlik duygusunu, fakir-fukara ile alakalarını, misafire ikramlarını hâsılı “ahlak-ı Muhammediye”ye bağlılıklarını görerek iman etmedi mi?

Taif heyeti geldiği zaman, Müslümanların Kur’an okuyuşları, namaz kılışları, huşü ve hudu içinde ibadetleri ve İslam’ı yaşayışları kalplerini rikkate getirsin diye Peygamberimizin onları Mescidin hemen yanında misafir ettiğini biliyoruz. Bazı heyet mensuplarının, ashabın evlerine dağıtılarak misafir edilmelerinde, ‘halin konuşması’ Müslümanların gerek aile hayatlarında, gerekse yaşayışlarındaki güzellikler, etrafında bulunanları etkileyen ‘hayat tarzları’ çoğunu dalaletten hidayete dönüştürmüştür.  Misafir kaldığı evin avlusunda hasır üstünde kıldığı namazdan dolayı muaheze edilip içeri sokulan Hz. Ebubekir’in namazını düşünelim. Acaba hangi camideki halimiz, hangi mescitteki davranışımız yahut ibâdetimiz etkili oldu? Hangi Kur’an okuyuşumuz, hangi namazımız, hangi infakımız, hangi alakamız insanlara tesir etti. Peygamberimizin anlattığı, mağarada kalan çıkış yolu kapanan üç zâtın hali gibi. Çıkışı imkânsız görünen bu insanlar ne yapacaklarını düşündüler. Sonunda birinin aklına bir fikir geldi: “Arkadaşlar! Herkes hayatında halisane yaptığı bir iyiliği (Sırf Allah için yaptığı bir ameli) anlatsın ve o iyilik hürmetine Allah’a bizi kurtarması için dua etsin.”  Biz de şu soruyu soralım. Benzer bir durumda karşılaşsak Allah’ın yardımını celb edecek hangi amelimizi vesile kılarak dua edebiliriz? Var mı böyle bir amelimiz?

Hayatımız yaşadıklarımızdır. Dilimizdeki iddialar, hatıralar, alakalar, mensubiyetler, yaşanmıyor ise; hayatımızı etkileyip yönlendiremiyor ise kendi kendimizi kandırıyoruz demektir. Seviyor-sayıyor göründüklerimizi değil, derece-derece bağlılık arz ettiklerimizi değil, değer ölçülerini ve hükümlerini hiç değil. Sâdece kendimizi kandırıyoruz, avutuyoruz.

İmanımız, dâvâ şuurumuz, meselelere bakışımız pratiğe yansımıyor. Sosyal hayatımızda kendini göstermiyor. Bildiklerimiz, okuduklarımız, dinlediklerimiz, anlattıklarımız nakilden ibaret kalıyor. Peygamber Efendimizden bahsediyoruz, Allah dostlarının hayatından, mevıza kitaplarından menkibeler anlatıyoruz, ancak yeteri kadar etkimiz yok! Ağırlığımız yok! Gidişat bizi sürüklüyor. Özne değil; nesneyiz. Âyette zikredilen “Üsve-i hasene” olamıyoruz. Sünneti çağa taşıyamıyoruz. Zaman ve mekan üstü bir hayat nizamını dar kalıplar içine sokmaya çalışıyoruz. Okyanusta bile bir katre olmayan halimizi okyanus zannediyoruz. Boğulmakta olan insanları yüzme bilmediği halde kurtarmaya çalışanlar gibiyiz. Eteği tutuşan itfaiyecinin yangını söndürmeye gidişi gibi. 

Bugünkü fikri akametin sebebi samimiyetsizliktir. Akıl, istikamet dengesinden kopmuşsa, mazeret üretmeye yarar, taklit şaklabanlıkları yapar, pratik ve teknik oyunlar oynar, kurnazlık komedileri sergiler. Her şeyi becerir, tefekkür edemez, nefs muhasebesi yapamaz, mekaniklikten kurtulamaz. Düşünmekten, iç dünyasına dönmekten kaçar. Nefsin emrindeki iradenin haddi-hududu da yoktur. Bunun içindir ki bir şeyi tuzlarsınız ‘kokmasın’ diye. Ya tuz kokarsa! Şu soruları sorup cevabını yaşayışımızla vermeye çalışalım

Sevinçli-kederli anlarımızda nasıl davranmalıyız? Çocuklarımızı nasıl yetiştirmeliyiz? İnsanlarla olan münasebetlerimizi nasıl düzenlemeliyiz? İşimizi hangi ahlak ölçüsüyle yapmalıyız? Zenginlik-fakirlik meselelerinde neleri gözeteceğiz? Hayat tarzımız ve üslubumuz ne olmalı? Sosyal meselelere nasıl bakacağız? İslam bu soruların özünü bildirmiş. Biz bunları yok sayarsak; ‘inandım’ deyip de dar manada ibadetin yapabildiğimiz kadarını yapar, yapamadığımızda af dileyerek keyfimizce düşünür yaşarsak; ‘din bir vicdan işidir’ deyip, fikri ve fiili hayatımızda İslam’ı hiç hatırlamazsak; bir farklılık ortaya çıkmaz. Bu farklılığın Müslümanlar tarafından dikkate alınması gerekmez mi? İslam’ın insan, cemiyet, aile, tabiat, bilgi-düşünce, eşya konularında bildirdiklerini dikkate almıyorsun. Her Müslüman, ‘gönül adamı’dır. İbadetin verdiği şuur, bizi diri tutar. Etrafa ışık saçar, bulunduğu topluma bir güzellik katar. Başı dara düşenin arandığı adamdır Müslüman! İnsanımızın üzüntüsünü, sıkıntısını, sevincini paylaştığı adamdır. Derdi, sancısı, sızısı olan adam. ‘Adam gibi adam’dır Müslüman! Hayat ve ibadet görüşün bu ufka açılmıyorsa, senin sevginin ve bağlılığının bir manası kalır mı? Mü’min mes’ul demektir. Yük alır, yük olmaz.

Her şeyden önce, bizim “aydınlarımız İslam’ı bilmiyor. İslam’ı iyi bilmeyen; insanı da bilmez, kendini de bilmez, tarihi de bilmez, Doğuyu, Batıyı da bilmez. Fikrî-edebi hayatımızdaki kısırlığın sebebi de budur. Bizim hayatımız, bir aldanışlar ve aldatışlar meşheri. Şöyle düşünmemiz gerekir: Benim ‘kul’ olarak görevim, bir nefeslik nasibim kalsa da, bu hayatı ve bu dünyayı Rabbinin razı olacağı istikamet üzere değiştirmeye çalışsam. Müspet değişim görünce sevinmeli, menfi değişim görünce üzülmeli, elbet. Her iki halde ‘makul-mutedil-müstakim’ ölçüsüne sarılmak ve sığınmak suretiyle mücadele aşkını, cihad ruhu taşımayı canlı tutmak. Meselenin düğüm noktası!

Şu yaşadığımız; zor, sıkıntılı, sabır-şükür-kanaat-sadelik-infak gerektiren imtihan gün ve gecelerin, uyanış idrakine ve idrak uyanışlarına vesile olmasını gönülden kopup gelen yakarışlar halinde niyaz edelim. Allah dostlarının ‘Ya Rabbi! Gözyaşımı kurutma!’ ilticasını da ihmal etmeden…

 

Haberle ilgili yorum yapmak için tıklayın.

Yorumlar

ABDULLAH

Eûzu billahi mineş-şeytânirracîm. Bismillahirrahmanirrahîm. Elhamdulilahi rabbil âlemin vesselatu vesselâmu âlâ Rasuline Muhammed in ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Esselamü Aleymüm ümmeti Mumammed.müslümanların yapması gereken Allahü Teala Celle Celalühü' nün rahmet olarak gönderdiği H.z. Muhammed (S.A.V. )' e tabiolmak ve sünnetini ihya etmek.
x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23