• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Yaşar Değirmenci
Yaşar Değirmenci
TÜM YAZILARI

Ehl-i sünnet hiçbir grubun tekelinde değildir!

25 Temmuz 2021
A


Yaşar Değirmenci İletişim: [email protected]

Ehl-i Sünnet; İslam’ı, Peygamberimiz ve O’nun rehberliğinde dini öğrenen ve öğreten ilk nesil Müslümanları gibi anlayan, bu anlayış üzerinde birleşmiş bulunan ümmet çoğunluğunu (cemâat) muhafaza eden, ayrı yöne çeken grupları “aynı kıbleye yöneldikleri ve namazı toptan terk etmedikleri sürece” İslam’dan dışlamayan imanın adıdır.

Asıl kimliğinizi belirlerken doğru olan, ben Ehl-i Sünnetim demek değil, ben Müslümanım demek olmalıdır. Pek çok İslam anlayışı var, sen nasıl bir Müslümansın diye sorulduğunda o zaman ben Ehl-i Sünnet bir Müslümanım deriz ve Ehl-i Sünnet’le Resulüllah’ın öğretip yaşadığı İslam’ı kast ederiz. İslam; Ehl-i Sünnet’tir, Ehl-i Sünnet de İslam’dır. Bu doğru, ama biz kimliğimizi Müslüman olarak belirleriz. Kur’an-ı Kerim’de:

“Allah’a çağıran, salih amel (dine ve dünyaya yararlı iş) yapan ve ‘ben Müslümanlardanım’ diyenden daha güzel sözlü kim vardır?” (Fussilet 41/33). Yalnız imana değil; salih amele ve saf iyiye de davet. İslâm ile insan arasına giren her türlü engeli kaldırmak da davetin bir parçası. Âyet, kendisini İslâmî kimlikle tanıtan kimsenin bu kimliğe yaraşır bir hayat yaşamasının (amel-i sâlih sahibi olmasının), insanları her şeyden önce güzel ahlâk ve örnek davranışlarla İslâm’a kazandırmaya çalışmasının önemine ve gerekliliğine de dikkat çekmektedir. ‘Salih amel’, her müminin bulunduğu hal ve şartta Allah’ın rızasına en uygun ve en öncelikli iştir. Demek ki, hedefi Allah’a davet etmek olan ve yapması gerekenleri yapan bir mümin, kendisini ‘ben Müslümanım’ diye tanımlar. Bu, bizzat ayetin meali.

Âyetin, Resûlullah’ın yolunu izleyerek aynı niteliklere sahip olan her Müslümanı kapsadığını da kabul etmek gerekir. Kendisinin (cemaatinin) dışında kalan Müslümanları dışlayan, ‘Ehl-i Sünnet’ten değil cümlesini kullanarak ‘imansız, kâfir, vs. vasıflar ile yargılayıp karar verenler çok büyük bir vebal altındadırlar. Ölçü koyma, itham etme, küfr içinde olduğunu söyleme, kendi cemaatinin dışındakileri Müslüman saymama gibi duygu ve düşüncelerin Ehl-i Sünnetle alakası yoktur. Allah’ın Hz. Âdem’den son peygambere kadar gönderdiği din İslam’dır ve buna inanan da Müslümandır. Allah’ın seçip razı olduğu isimlendirme budur.

Ehl-i Sünnet yerinde kullanılırsa doğru bir kavramdır. İslam’ın bir vasfıdır, kendisi değildir.

Günümüzde ‘Ehl-i Sünnet’ ismine devamlı vurgu yapıp, kendi düşüncelerine bununla meşruiyet arayan pek çok kişi ya da grup, Ehl-i Sünnetten, yani İslam’ı Resulüllahın ve onun ashabının yaşama biçiminden, uzaktırlar. Hatta günümüzdeki tarikatların çoğu Ehl-i Sünnet değildir. Çünkü ‘Şeriatsız tarikat olmaz!’

Kavramların tam bilinmeyişi, tam anlaşılmaması, basit seviyesiz düşüncelerle izaha çalışılması, Ehl-i Sünnet hususunda ifrata düşülmesi itikadi sapmalara sebebiyet vererek insanımızı bunalıma sokmaktadır. Bizler gibi dini hassasiyet taşıyıp insanımızın imanının zedelenmemesini arzu edenler mutlaka Ehl-i Sünnetin asliyetini (şeriat içinde kalacak) iyice bilmeli, uygulamalıdır. Kafalardaki bağdaşmazlık ve uyuşmazlık (Ehl-i Sünnet dışı düşünceler) kafa ve gönülleri istila ettiği içindir ki var olan esaslara karşı çıkmak câzip hale geliyor-getiriliyor. Bilhassa “ilim” ve “kudret” sıfatları tam anlaşılamamıştır. İman ettin mi? Ettim. Ettiysen; Cenâb-ı Hakk’ın her şeye kadir olduğunu, her şeyi bildiğini, her şeyi gördüğünü, bize şah damarımızdan daha yakın olduğunu, rahmetinin sonsuzluğunu, mutlak adaletini kabul etmek durumundasın!  “Her şeyi bilir” demek, olacağı da, geleceği de, gizliyi de açığı da bilir demektir. Bunun tersi uluhiyet inancıyla bağdaşmaz. “Her şeyi bilmek” sıfatı, “mutlak âdil”, “mutlak hâkim” olma sıfatlarıyla da, diğer kemal sıfatlarıyla da ilgilidir. Kâinatın nizamı, Cenâb-ı Hakk’ın her şeyi bilmek sıfatı ile ayakta duruyor. Kaderin manası da buradadır. Bir ilahi program var, kader var, cüz’î irade bu çerçevede var ve elbette ki ona bağlı olarak sorumluluk da var. Cüz’î iradenin (cüz’ilik vasfında ifadesini bulan) sınırlanışı da. Bu sınırlayışın bir manası da yaratma nasibimizin olmayışıdır. Biz, tercih irademizi kullanırız. O’nun neticesini ancak Cenâb-ı Hak yaratır. 

İlahi irade tarafından, ancak kaderde var olanlar yaratılır, bizim her dediğimiz yaratılmaz. Kaderin bütün özelliklerini ve sırlarını kavrayamayız. Ehl-i Sünnet inancına muhtaçtır insanlık! İnsanlığın; bütün üst bilgileri ve kavramları yenileyen bir ‘İslami düşünce şuuru’na ihtiyacı vardır. Dolaylı yolların hepsi tuzak haline döndürülmüştür. Felsefe de çıkmazdadır, bütün sosyal ilimler de, metafizik arayış tecrübeleri de. Meselenin meselesi İNSAN meselesidir. İnsan meselesini de İSLAM çözebilir. İslâm’a dayanan düşünceler üreterek hayatı İslâm’a tâbi kılacak Ehl-i Sünnet inancına sahip olan Müslümanlar çözebilir. Her şeyi basite indiremeyiz. İzah zorluğuna da, kavrama zahmetine de katlanmadan tekâmül etmenin yolu yoktur. ‘Sana göre İslam, bana göre İslam, o kavme göre İslam, şu coğrafyaya göre İslam’ diye bir şey olmaz. İslam, asliyetiyle, muayyendir ve mahfuzdur. İslam’ın asliyetini değiştirici düşünce olmaz. Düşünce, o asliyete dayanarak yapılır. Yorum da öyledir. İslam, falancanın düşüncesi (felsefesi) değil, Allah’ın vahy ettiği Hak Din’dir. Hz. Muhammed Mustafa (a.s), Allah’ın Resulü’dür ve İslam’ı tebliğ etmiştir; ayrıca kendi sözleriyle, amelleriyle, halleriyle ve bütün hayatıyla İslam’ı yaşamış, tatbik ve talim etmiştir. “Ayrılığa düştüğünüz bütün konularda doğru hüküm Allah’a aittir.” (42 Şûrâ 10) İhtilâfa düşerseniz, Allah’ın kitabındaki muhkem âyetlere ve Resûlullahın sünnetindeki açık ifadelere başvurunuz. “Müminler ancak kardeştirler, öyleyse iki kardeşinizin arasını düzeltin, Allah’a itaatsizlikten sakının ki rahmetine mazhar olasınız.” Hucurat 10) Bu kardeşliğin tek çimentosu ‘iman’dır. Zedelenen kardeşlik ilişkilerini düzeltmek; her müminin imani görevidir. 

İslâm’ın itikâdî şartları var, amelî şartları vardır. Bu şartları yerine getiririz, getirmeye çalışırız. Müslüman kardeşlerimizi; itham etmeden, karalamadan, dışlamadan, ötekileştirmeden. Var oluş, hayatın manası ve gayesi, eşyanın nizamı, toplumun yapısı ve değişimi, bireyin ve toplumun psikolojisi, estetik değerler, sanat, edebiyat, musiki, tarih, ekonomi, sosyal meseleler, vs. Bütün bunların üzerinde İslâm’a dayanarak düşüneceksin! 

Günlük hayatın küçük meseleleri dahi düşünceyi gerektirir. Asgari mensubiyet ve unvan şartlarıyla yetinerek, dinimizin icaplarının (emir ve yasaklarının, hayat nizamı şartlarının) her devre ve her değişime temelde cevap veren manasından uzak kalarak bir yere varılamaz. İslamî düşünce; kafa yapısına, düşünce ve ideolojisine, yetişme tarzına, göre şekillenemez/şekillendirilemez. İfrat ve tefritten uzak, itidal ve istikamet üzerine kurulur. Müslüman Allah’a inanıp teslim olan, yani sadece iman etmekle kalmayıp O’nun emir ve yasaklarına uyan, en azından uymayı kabul eden kimsedir. Zaten dindarlık da ‘Dinde olanı yaşamaktır.’ Kafada olanı, söyleneni değil. (Devam edeceğim İnşallah…)

 

Haberle ilgili yorum yapmak için tıklayın.

Yorumlar

tekel bakanlığı

Herkes ehli sünnet geçiniyor, o başka tabii! Mürcie-i bid' a diye bir mezheb var: Türk milletinin yüzde 85' i bu mezhebe mensuptur halbuki. Bu mezhebde bir defa 'ben müslümanım' dedin mi, hangi günahı işlersen işle bir daha asla dinden çıkmıyorsun; namaz falan da kılman gerekmiyor ayrıca; iyi de mi

Basri Dursun

Yazınızın başlığı çok yanlış. Kimsenin tekelinde değildir demek, herkesin ehli sünneti istediği gibi yorumlaması demek. Bugünkü vehhabilerin ehli sünnet ile alakaları olmadığı halde onu sahiplenmesi ve ehli sünnetin kendisi olan maturidi eş'ari çizgisine savaş açmaları buna en güzel örnek. Bazen başlık her şeydir.
x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23