• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Vehbi Kara
Vehbi Kara
TÜM YAZILARI

Yeni Bir Torumtay Faciası Yaşanmaması İçin

11 Eylül 2019
A


Vehbi Kara İletişim: [email protected]

Sabetay Yahudileri, ülkemizin kanını emen ve ahlaksızlıklarını bütün dünyaya yaymış evrendeki gelmiş geçmiş en azgın topluluktur. 22 Şubat Kuzu günü yaptıkları ahlaksız ve sapık partiler; insanın kanını dondurmaktadır. Kuzu gününden başka bazı günlerde yaptıkları “mum söndü” ayinleri, Satanistlerin de en önemli ritüelleri arasında yer almaktadır. Bu sapıklıkta inanılmaz boyutlara ulaşmış topluluklar, insanlık şeref ve onurunu ayaklar altına almaya devam etmektedirler.

Yahudilerin dahi iğrençlikleri yüzünden kabul etmedikleri bu sapkın Sabetaycılar, özellikle medya ve akademik camiada egemen hale gelmiştir. Fakat en büyük darbeyi Türk Silahlı Kuvvetlerine vurmuşlardır. Aynı FETÖ örgütünde olduğu gibi akademi sorularını çalarak kurmay sınıfını ve sonunda da generallik-amirallik makamlarının çoğunu ele geçirmişlerdir.

Her 8-10 yılda bir devam eden kesintisiz darbe sürecinin en mühim sebebi işte bu Sabetay Yahudileridir. Öncelikle bunları tanımak ve açmış oldukları ağır yaraları tedavi etmek maksadı ile bazı acı gerçekleri açıklamak gerekiyor.

Şimdiye kadar hiçbir asker; Necip Torumtay isimli 12 Eylül darbecilerinin Genel Kurmay Başkanı kadar büyük skandallara imza atmamıştır. Bu kişi; resmen Cumhurbaşkanı ve halkın seçtiği Başbakan’ın emrini dinlemeyerek Türk Silahlı Kuvvetlerinin Irak’a girmesine engel olmuştur.

12 Eylül darbecileri ve faşist generaller işi o kadar ileri götürmüşlerdi ki halkın seçtiği Cumhurbaşkanı ve Başbakanlara; Milli Güvenlik Kurulu ve Yüksek Askeri Şura (YAŞ)  gibi toplantılarda küfür dahi edebiliyorlardı. Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür yani insanlar çabuk unuturlar; yapılan disiplinsizlikleri tekrar etmekte yarar vardır.

TSK’daki en büyük disiplinsizlik şüphesiz Genelkurmay Başkanı Necip Torumtay’ın Irak harekatına karşı yaptığı disiplinsizliktir. TSK’nın görev tanımında yazılan en önemli vazife “ordunun her an harbe hazır bulunmasıdır”. Bu açık hükme aykırı olarak; ordumuzun baş komutanı olan halkın seçtiği yöneticilerin vermiş olduğu harekat emri, yerine getirilmemişti.

Cumhurbaşkanı Özal’ın Aralık 1990 tarihinde vermiş olduğu müttefik ülkelerle birlikte Irak’a girme emri, darbeci generaller tarafından çeşitli atraksiyonlarla engellenmişti. Savaş tarihinde belki de ilk defa bir komutan ve yardımcıları; askeri harekattan kaçıyordu. Ne tarafından bakarsanız tam bir rezalet durum yaşanıyordu.

Milletimizin dişinden arttırdığı paralarla alınan silahlar yurt dışına çevrilmesi ve ülke menfaatleri için kullanılması gerekirken maalesef bu silahlar halkımıza çevriliyordu. ABD’nin güdümündeki faşist darbeciler; yaptıkları askeri darbelerde bu silahları kullanarak hem halkımızı eziyor hem de düşmanlarımızın ekmeğine yağ sürüyorlardı.

Düşünebiliyor musunuz zırhlı birlikler İstanbul, Ankara gibi büyük şehirlerin göbeğinde yer alıyor kimse “yahu sınır bölgelerinde olması gereken tanklar, şehrin ortasında ne arıyor?” diye soru bile soramıyordu. Çünkü medya ağırlıklı olarak Sabetay Yahudilerinin elindeydi. Ordunun halkın emrinde olması yerine Sabetay Yahudilerinin emrinde olmasını isteyen güçler böyle soruların sorulmasından çok rahatsızlık duyuyor; böylesine rahatsız edici soru sahiplerini linç etmeye çalışıyordu. Savcılar da verdiği kararlar ile faşistlere destek oluyorlardı.

İşte hiçbir medya mensubu Torumtay gibi emre itaatsizlikte ısrar suçunu işlediği halde eleştiri dahi yapamamıştı. Bilakis savaştan kaçan bu generali herkes alkışlıyor yalakalıktan geçilmiyordu.

Yapılan disiplinsizliğin büyüklüğüne dünyanın hiçbir yerinde rastlanmamıştı. Eğer ordumuz harbe hazır değilse görevini yerine getirmemiş bir Genelkurmay Başkanı ile karşı karşıya kalmıştık. Yok ordu harbe hazır ise Cumhurbaşkanının emrini dinlemeyen disiplinsiz bir komutan var demekti.

Ne acıdır ki; o tarihlerde Deniz Kuvvetlerinde Üsteğmen olarak görev yapıyordum. Savaştan kaçan bir general gördüğüm için giydiğim üniformadan utanmaya başlamıştım. “Yiğit 40 yıl yaşar fırsat bir gün düşer” bir Türk atasözüdür. Savaş durumu söz konusu olduğu zaman işin ucunda ölüm olsa bile her şerefli Türk askeri gibi savaşmak zorunda olduğumuzu biliyordum. Fakat her girdiği kurumu yangın yerine çeviren ve koca Osmanlı’nın yıkımına sebep olan Sabetay Yahudileri; TSK’da çok güçlü idiler. Torumtay’ı kınamak yerine Irak savaşına girmediği için alkışlıyorlardı. Tam bir fecaat ve büyük bir yıkım…

Fakat olan oldu ve bütün generalleri ikna etmiş bir şekilde Torumtay emekliliğini istedi.  Bu sayede Irak harekatına engel oldu. Misak-ı milli sınırları içindeki Musul ve Kerkük’ü kurtarmak engellenmişti. Şu anda ise hala PKK terör örgütünün yuvası haline gelmiş olan Kuzey Irak, ülkemize terörist göndermeye devam ediyor. Pençe 1-2-3 harekatları ile aradan 30 yıl geçtikten sonra ancak ordumuzu sokabildik. Lakin “bade harabil Basra…”

Torumtay’ın disiplinsizliği ve savaştan kaçması dalga dalga bütün askeri teşkilatlara yayıldı. Deniz Kuvvetleri de disiplinsizliğin ayyuka çıktığı bir yerdi. Kuvvet Komutanı Güven Erkaya, Başbakanlık Konutunda verilen yemekte “burada rakı yok mu?” diyecek kadar küstahlaşmıştı.

Daha sonra TSK’da başımıza gelen rezaletlerin özellikle de 28 Şubat 1997’deki iğrençliklerin haddi hesabı yoktu. Osman Özbek gibi bir general; Başbakan’a ve bir ülke kralına açıkça küfrettikten sonra 28 Şubat yargısına bile sokulmadan tümgeneralliğe terfi ettirildiğini gördük. Aynı dönemde Genelkurmay İstihbarat Başkanı Korgeneral Çetin Saner, İçişleri Bakanına hakaret edebilmişti. Bir kadın olan Meral Akşener, yine bir kadın olan Başbakan Tansu Çiller’e bu seviyesizliği şikayet etmişti. Çiller, Cumhurbaşkanı Demirel’e durumu iletmesine rağmen sonuç alamamıştı. Zira darbecilerle işbirliği yapan Demirel, bu iğrenç olayı sümenaltı etmiş yargıdan ve cezalandırmadan kaçırmıştı.

Türk tarihinde Genç Osman vakasından beri böylesine iğrenç olaylar yaşanmamıştı. Peki ne yapsak da bir daha böylesine acı ve utanç verici olaylarla karşı karşıya kalmasak?

İşte bu maksatla sivil toplum ve devlet için bir çok makale yazıyorum. 25 yıldan beri dilimizde tüy bitti. Umulur ki bu saydığımız 13 madde aklı başında olan hükümetler tarafından tartışılır ve yerine getirilir. Aksi takdirde 15 temmuz 2016 darbesiile birlikte ordumuz üzerindeki leke temizlenemez. Elbette bunlardan başka değişikliklerin de yapılması gereklidir. Öncelikli olanlar şunlardır:

  1. Mükellef (yükümlü) askerlik sistemi hala devam etmektedir. Modern ordularda tamamen ortadan kaldırılan bu sistem bizde 6 aya kadar düşürülmüştür. Bir geçiş dönemi olması açısından kabul edilebilir fakat tamamen elektronik ve bilgisayarlarla kumanda edilen geleceğin ordularında insansız silah araçları yer alacaktır. Yükümlü askerler yerine tamamen profesyonel askerlerden meydana gelmiş bir ordu şarttır.
  2. Terfi tayin sisteminde bekleme süreleri yerine; yapılan görevlerdeki başarı esas alınmalıdır. Halihazırda risk almayan, silik, sadece verilen emirleri yapan terfi sistemi; kaliteli subayları yutmaktadır. Bunun yerine çalışkan, azimli, gerektiğinde risk alan gözü pek askerlere ihtiyaç vardır. Bir çok ülke ordusunda olduğu gibi rütbesiz asker olarak adım atan birisinin general olabilmesine yol açabilecek terfi sistemine ihtiyaç vardır.
  3. Askerlerin eğitiminde; özgürlükler, sivil toplum ve devlet esasları öğretilmelidir. Kendisini halkın seçtiği yöneticilerden üstün gören faşist gelenek ve yapılardan kurtulması için çok emek ve çaba gösterilmesi şarttır. Bu maksatla Milli Savunma Üniversitesi bünyesinde askeri vesayetin zararlarının anlatılması ve darbelerden dolayı ülkemizin içine düştüğü sosyal ve ekonomik krizler bütün askerlere iyice belletilmelidir. Meclis kürsüsünden söylenen “ihtimaldir ki bazı kelleler kesilecektir” anlayışı yerine hürriyetin erdemi ve çoğulcu sistemin faziletleri anlatılmalıdır.
  4. Atalarımızın bize emanet ettiği bu aziz vatan topraklarını korumak üzere geçmişimizden aldığımız manevi kahramanlık esasları üzerinde yoğunlaşmak gereklidir. Ne yazık ki uzun yıllar boyunca ceddimiz atamız olan Osmanlı devleti, çok kötü olarak anlatılmış halkımızın kahraman ataları ile övünmesi gerekirken utanç duyması istenmiştir. Bu hususta Sabetaycı eğiticilerin rolü büyüktür. Moiz Cohen (Munis Tekinalp) yerine vatanperver insanlarımız referans alınmalıdır.
  5. Meclisin önemi ve seçilmiş insanların atanmış insanlara göre üstün olduğu bütün askeri birliklerde ders olarak okutulmalıdır. Ayrıca bir askerin ölümden korkmaması gerektiği bunun içinde dini inançlarının güçlü olması istenmelidir. Allah’tan korkmayan dinsiz-imansız insanların orduya alınmaması bunun yerine ibadetlerini düzenli olarak yerine getiren güzel ahlaklı insanlar tercih edilmelidir.
  6. Ordumuz NATO’nun sayıca ikinci büyük ordusu olup en kısa zamanda küçültülerek daha mobilize ve süratli hareket eden bir yapıya dönüşmesi gereklidir. Çünkü büyük ordu büyük masraf demektir. Batı Avrupa ülkeleri fukara oldukları için ordularını küçültmemişlerdir. Bilakis güçlü bir ordu için serbest piyasa ekonomisi ilkelerine bağlı güçlü sivil toplum ve sanayi meydana getirmek için bunu yapmaktadırlar. Devletçilikten uzaklaşarak özel sektörün dinamizminden istifade etmek şarttır. Bu maksatla Mısır ordusuna benzer şekilde dallanıp budaklanmış ve halkın üzerine yük olan yapılardan en kısa zamanda kurtulmak gereklidir. Orduevleri ve dinlenme tesisleri özel sektöre devredilerek hem kaliteli hizmet hem de ülkemize vergi geliri kazandırılmalıdır.
  7. Uyuşturucu ve içki salgını bütün dünyada en ciddi problemlerin başında gelmektedir. Bu yüzden ülkemizde de bu dehşetli hastalıktan kurtulabilmek için çok ciddi çalışmalar yapmaktadır. Fakat TSK içinde alkollü içki  tüketimi son derece yaygındır. Sicil belgelerinde alkol tüketimi maddesi tam zıddına olarak uygulanmaktadır. Mesela ben hiç içki içmediğim halde en düşük sicil notunu bu madde yüzünden alıyordum. Hatta bazı komutanların sırf içki içmediğim için saygısızca saldırılarına maruz kalmıştım. Bu konuda ciddi çaba gösterilmeli ve alkollü içki ve uyuşturucu belasından ordumuzu kurtarmak gereklidir.
  8. Askeri garnizonlarda ibadet etmek isteyen askerler için çok sayıda cami ve mescit inşası gereklidir. Bu konuda bırakın yenisini yaptırmayı yıkılmış camilerin yeniden inşası bile yapılamamaktadır. Tuzla ve Heybeliada Deniz Harp Okulu camileri için 25 yıldır emek veriyorum. Hala sonuç alabilmiş değilim. Cami düşmanlığı çok ciddi bir sosyal problemdir. Allah korusun Rabbimizin gazabını celp edebilir.
  9. Cinsiyetsiz toplum için bir takım örgütlerce büyük çaba sarf edilmektedir. Bu maksatla erkek ve kadından başka bir üçüncü cinsiyet meydana getirmek maksadıyla çirkin tezgahlar kurulmuştur. Lut kavmine benzer şekilde eşcinsellik yaygınlaştırılmaya çalışılmaktadır. Ordumuzda ise yıllardan beri sakal ve bıyık yasağı bulunmaktadır. Bu anlamsız yasak en geri kalmış toplumlarda dahi yoktur. Bu yasağı bir an önce kaldırarak erkek gibi görünen askerler yetiştirilmelidir. 
  10. Askerlik sert ve şiddet içeren bir meslektir. Bu meslekte kadınların başarılı olmasına imkan ve ihtimal yoktur. Çünkü şefkatli ve naif olmayı gerektiren kadınların askerliğe özendirilmesi son derece hatalıdır. Ev hanımlığı gibi ülkemizin bekası açısından çok önemli bir meslek dururken silah kullanan kadınlar çok ciddi bir tezat meydana getirmektedir.
  11. Ordudan haksız fesih yolu ile resen emekli edilen binlerce askerin hakları hala verilmemiştir. YAŞ kararları ile ayrılan askerlere sadece sosyal güvenlik hakları iade edilmiştir. Darbeci generallerin yargılanarak hüküm giyme nedenlerinden bir tanesi dindar askerlerin tasfiye edilerek FETÖ ve faşist darbecilerin önünü açmak olduğu mahkeme kararlarına ve Meclis araştırma komisyonu raporlarına yansımıştır. İş kanunumuzun tek taraflı haksız fesih kararı uyarınca mağdur edilen askerlerin tazminatları bir an önce verilmelidir. Bu konuda kamu denetçiliği Kurumunun tavsiyelerine uyularak gerekli yasal düzenlemeler bir an önce yapılmalıdır.
  12. Yine 28 Şubat döneminde zorunlu emekli edilmiş dindar askerlerin öğretmenliği düşünülmelidir. Unutulmamalıdır ki komutanların yasal olmayan başörtüsü gibi acımasız emirlerine karşı koymak her babayiğidin haddi değildir. Ordumuzun bu değerli insanlarından danışman ve eğitici olarak istifade edilmemesi büyük bir kayıptır. 

Bu saydıklarımız maddelerden başka bir çok konuda ciddi çalışmalara ihtiyaç vardır. Erdoğan ve Ak Parti hükümetinden beklentimiz atılan adımları yeterli görmeyip günün ihtiyaçlarına uygun değişiklikleri gerçekleştirmesidir. İki günü bir olan ziyandadır buyurmuş Hazreti Peygamber aleyhissalatü vesselam. Her yeni gün güzel bir adımın başlangıcı olmalıdır, vesselam…

Haberle ilgili yorum yapmak için tıklayın.

Yorumlar

PEYGAMBER SAV BİRŞEY DAHA BUYURDU

HALKIN ŞERLİLERİ IRAKA SALDIRMADIKÇA KIYAMET KOPMAZ Muhammed Mustafa sav

Süleyman Sırrı Dinçer

Kaleminize..sağlık..CESUR..YÜREK.
x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23