• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Vehbi Kara
Vehbi Kara
TÜM YAZILARI

Topyekün Eğitim Reformunda Yapılması Gerekenler

26 Ekim 2020
A


Vehbi Kara İletişim: [email protected]

Cumhurbaşkanı Erdoğan, İdn Haldun Üniversitesi Külliyesi açılış töreninde “Batı taklitçiliğine dönüşen” bir eğitim sisteminden bahsederek bir itirafta bulundu. “Eğitim, öğretim ve kültürde arzu ettiğimiz ilerlemeyi sağlayamadık” dedi.

Bir eğitimci olarak elbette konuya katkı sunmak görevimdir. İşin ilginç tarafı önceki yazımda Kıbrıs’ta yaşadığımız acı tecrübeleri dile getirip Batılılaşma, Rumlaşma ve milli benlikten uzaklaşma konusunda benzer sorunların anavatan Türkiye’de de olduğunu dile getirmiştik. Çarelerinden bir kısmını da bu makalemizde ele alacağız. Bir kısmını değerli arkadaşım Ayhan Küflüoğlu’ndan derlediğim bu yazının herkese faydası olduğunu düşünüyorum.

Makalenin uzunluğuna bakıp okumak istemeyenlere minnet etmem. Konu ile ilgilenenler okusun istifade etsin yeter. Zira bu kadar önemli konuları kısaca yazıp açıklamak her babayiğidin harcı değildir. İstemeyen okumaz. Kimseyi de üzmeyiz. Siz sağ ben selamette kalırız, İnşallah…

Günümüz eğitim sistemi “Bilimsellik” adı altında insanları adeta hipnotize edip, büyülemektedir. Dünyaya gözümüzü açtığımız andan itibaren; evde, okulda, anaokulunda, televizyon ve internette; milyarlarca kez tekrar ve telkin edilen “bilinçaltı” mesajlarla; zihnimiz karıştırılmaktadır. Adeta formatlanıp, kodlanmış ve programlanmış robotlar haline getirilmeye çalışılıyoruz.

Bilinçaltımıza şırınga edilmiş, virüslü mesajlar neticesinde; dünyayı, varlık ve eşya çok yanlış anlaşılmaktadır. Bilimsellik adına zihnimize kurgulanıp sokulan sahte ve sanal, hatalı bir illüzyon; gerçeğin kendisi zannedilmektedir.

“Bilimsellik” bakış açısı ile bize gösterilen bu hatalı evren imajını; eğitim sistemimizde düzeltecek bir dini karşılık vermek gereklidir. Bu çaba ve gayret yapmacık ve dostlar alışverişte görsün misali göstermelik olmamalıdır.

Tabiri caizse; inancımızı askıya alarak, aklımızı güya “nesnel ve objektif bilimsellik” diyerek “inanmayan bir ateist” gibi evreni gösteren bir eğitim sistemi ile mücadele etmek gerekiyor.

Kuran ve vicdanımızın merkezi olan kalbimiz ise, bizi İslâm’a çağırarak Kâinata, bir Müslümanın bakış açısıyla bakmamızı, tavsiye etmektedir. Bu tavsiyeye uyan insanlar;

Bilim’in tabiî oluşumundan, İslâm’ın ilahî yaratılışına;
Bilimin doğal nesne ve maddesinden, İlâhî ihsan ve ni’metine;
İçgüdü ve sevk-i tabiîsinden, sevk-i ilâhî ve ilhama;
Fizik ve doğa kanunlarından, İlâhi ilim ve irade”ye… sıçramalar yapabilecektir.
Aralarında mantıksal boşluklar bulunan bu kavramlar arasında, “gerekli köprü ve merdivenler” kurmadan; aralarındaki bu boşluğu kapatmadan; yapılacak çabalar “bilimsel bilgi” ile “inancımız” arasındaki mesafeyi kapatmayacaktır.

Kısaca insanların nesnellik ve objektiflik adına, aklı başka yöne; subjektiflik ve Müslümanlık adına, kalbi bir başka yöne çekmektedir. İnsanlık günümüzde adeta sahte ve yapay gerçeklikler üreten bir şizofren veya kişilik bölünmesi yaşayan, çaresiz bir hastaya benzemektedir.

Evet, bir yerlerde yanlış giden, arızalı bir durum olduğu açıktır. Kalp ve akıl, parçalanmış, ayrılmış hatta aralarındaki bağlantı ve köprüler yıkılmıştır. Bunun neticesi olarak yaşadığımız yüzyılın insanı farklı kıbleleri gösteren, bir pusulaya benzemektedir. Evreni, fen derslerinde anlatıp; dini, sadece din derslerine hapsettiğimiz günden beri, bu durum hep böyle devam edecektir.

İnsanlık, bilimin yaptığı evren tasvirlerine ve teknolojik buluşların büyüsüne öyle bir kapılmıştır ki; sanki bir illüzyonistin, varı yok ve yoğu da var gösterdiği bir gösteride; aldatılmaya devam edilmektedir. İşin kötüsü buna istekli ve zaten bu amaçla gösteriye gelmiş seyircilere fazlası ile rastlanmaktadır.

Bütün gösterilerde olduğu gibi illüzyonistin dikkati çektiği yere bakan insanların; çekmediği yere bakmak, aklının ucundan bile geçmemektedir. Kamera ve kadrajın gösterdiğini görüp, kadraj dışında bırakılan şeylerin farkına bile varamayan bir asırda yaşıyoruz.

Meselâ; yağmurun, neden, nasıl meydana geldiğini anlatan bir ders kitabında; “Bu yağmuru kim yağdırıyor?” sorusu, kimsenin aklına bile gelmemektedir. Çünkü çağımız bilimsellik adı altında dizayn edilip; neden – sonuç ilişkisi ve kurgu şablonuyla anlatılmaktadır. Evrenin bilimsel tasvirlerinde; “kim” sorusuna, zaruret ve ihtiyaç yokmuş gibi tuhaf bir anlayış ile karşı çıkılmaktadır.

Şu ahmakça tutum devam etmektedir: Nedenlerin, sonuçları yaptığına inanılan bir evrende; “kim” sorusuna, neden ihtiyaç olsun ki! Bir bilgisayar veya makine gibi; “otomatik olarak işleyen neden – sonuç mekanizma ve programlarının yani doğa kanunlarının olduğu bir evrende; Yaratıcıyı aramaya ne gerek vardır?

Bilimsellik anlayışının zihnimize çizdiği, “determinist ve natüralist” bir evrende; (Haşa) “Allah’a yapacak bir iş kalmamıştır” Olsa olsa; sistemi kurup, kuralları belirleyip, programı yükleyip; artık evrenin varlık ve işleyişine karışmayan; bir “İlk neden tanrısı” olabilir, denilmektedir.

İşte Deizmin tanrısı budur. Zaten bu kabul; şartlı ve kayıtlıdır. Çünkü sonsuz evren veya evrenler olduğu tespit edilirse; evreni, yoktan yaratmak için zorunlu olduğunu düşündüğümüz, bu ilk neden tanrısına da gerek kalmayabilecektir. Yani tanrıya inanmak için de, mantıksal bir gerekçe kalmayacaktır.

Kısaca bu dönemde eğitimde çok moda olan “deist” inancındaki ifadelerinin bağlamından, mantık ve mefhumundan çıkan anlam ve sonuç budur. Bilimsellik felsefesi, evrendeki fizikî bir olaya “o işi yapan ve yöneten” bir Yaratıcı yokmuş gibi bakmaktadır.

Bilimsellikle yüklü ve kodlu mesajlar; bir “ateist” veya “deist” için problem teşkil etmez. Hatta onlar: “Biz de böyle diyoruz zaten! İşte tezimizi; bilim de, bilimsel olarak ispatladı!” diyerek; memnun bile olurlar!

Fakat, bir Müslüman’ın bunu kabul etmesi mümkün değildir. Çünkü Allah’ın izni olmadan yaprak bile kımıldamaz. Kayyum olan yani ayakta tutan sadece Allah’tır.

Maalesef bilimsellik diyerek resmen dinsizliği insanlara yutturmaktadırlar. Farkında olmadan her şeyin otomatik olarak veya kendi kendine çalışan bir evreni benimsetmekte çok başarılı olmuşlardır.

İşte eğitim kurumlarında çocukluğumuzdan beri empoze edilen; zihnimize, tekrar tekrar işlenen bu telkin ve tekrarlar; ateist veya deist bir neslin yetişmesi sonucunu vermiştir. Sonra da kalkıp “yahu bu ilahiyat fakültelerinde yetişen hocalardan amma çok deist var” veya “Kıbrıs dinsizler yüzünden elden gidiyor” denilmektedir.

Temel sorun ise bu uydurma evren hikâyesinin, gerçeğin ta kendisi olduğuna inandırılmış olan insanlardan kaynaklanmaktadır. Zaten basit bir yalan bile, yüz kere tekrarlandığı zaman “gerçek olmasın sakın” diye soru sormaya neden olacaktır. İşte yıllardan beri Yaratıcıdan bahsetmeyen bir eğitim sistemi böyle bir dehşetli sonuca götürmektedir.

İşte bu eğitim sistemi ve anlayışı sonucunda insanların dinden uzaklaştığı deist ve hatta ateist olduğu; vermiş olduğumuz örneklerden de rahatlıkla anlaşılabilmektedir. Demek ki eğitime yaklaşımı değiştirmek gerekiyor. Okula gönderdiğimiz ciğerparelerimizin ateist-deist olarak karşımıza çıkmaması için aileler başta olmak üzere devletin alması gereken tedbirler bulunmaktadır.

1600 – 1700’lü yıllarda “Rönesans – Reform – Aydınlanma” üçgeninde sistemleşen ve bunun üçüncü sacayağını oluşturup, günümüzde de devam eden, mevcut bilimsellik anlayışının aslında “ inançsızlık” tarafına geçtiğini ve dine düşman olduğunu artık iyice anlamamız gereklidir. Sorunun çözümü de oldukça basittir. Yaratıcıyı daima akla getirecek icraatları ve delilleri ortaya koymaktır.

Hazreti Muhammed (asm) “Dinin direği namazdır” buyurmuştur. İnsan, günde beş defa Allah’ın huzuruna çıkıp ibadet ettikçe “Yaratıcı olan Allah” inancı o kişide kökleşecektir. Öğretmenler, bilim adamları, internet yayıncıları istediği kadar dinsizlikten bahsetsin. Hiçbir sonuç vermeyecektir, veremez de…

Elbette namazdan başka çok önemli bir konu daha vardır. Dini kitaplar okumak ve bu alışkanlığı sağlamak. Her gün hiç olmaz ise 10 dakika imanını kuvvetleştirecek bir kitap okuyan kişiye bütün dinsiz orduları birleşip taarruz etse de Allah’ın izni ile hiçbir zarar veremez.

O halde kitap düşmanlığı yerine kitap sevgisini canımız ciğerimiz çocuklarımıza aşılamaya çalışmalıyız. Nasıl ki dinsizler, ateistler ve deistler yukarıda izah etmeye çalıştığımız gibi tekrar tekrar Allah’ı inkar eden yaklaşımlar ile saldırıyor. Biz de aynı şekilde savunma tedbirlerini almak zorundayız.

Eğitim, öğretim ve kültürde arzu ettiğimiz ilerlemeyi sağlayabilmek için çocuklarımıza daha küçük yaşlardan itibaren ibadet etme şuurunu aşılamamız gerekiyor. Örneğin aile içinde namaz vakitlerinde ciddiyetle diğer işleri bırakıp kıbleye yönelmemiz çocuklarımızın ateist ve deist tuzaklara düşmemesindeki en önemli işlerden bir tanesidir.

Keza okullarda ibadetini düzenli olarak yapan öğrencilere ödüller verilmesi ve rol model olarak öğretmenlerin ibadetlerini öğrencilerle beraber yapması inançsızlık hastalığının önündeki en büyük engel olacaktır.

Son kısımda yazdığım hususların bir özeti olarak mühim bir çalışmadan bahsetmek istiyorum. Yıllardan beri Deniz Harp Okuluna cami yapılması için yazıp dururum. Heybeliada’da yıktırılan okulun tarihi camisini o kadar gayret ve emeğe rağmen hala ihya edemedik. Tuzla’da ki ana yerleşkede ise çizimi, modeli, planı, programı kısaca her şeyi hazırlanan fakat camiye düşman bazı şahısların engellemesi sonucu ortaya konulamayan bir cami projemiz var.

Fakat ölmez kalırsam bunları ihya etmek için yine uğraşacağım. Çünkü vatanımı ve milletimi seviyorum. Şehit kanları ile sulanmış bu aziz vatanın ve Kıbrıs’ın ateist ve deist kişilere kalmaması kahraman ecdadımızın emanetlerini korumak mühim bir görevdir, vesselam…

Haberle ilgili yorum yapmak için tıklayın.

Yorumlar

Namaz eğitimi lazım

Malesef ülkemiz halkı abdestsiz namazsızdır. Önce bunun eğitimi verilmeli. Allah tan korkmayan kuldan da utanmaz. Namaz kılmayıp Allah ın emrine karşı gelenler profesör olsa ne yazar. Hayvan gibi ölüp gidecek...

Okur

ALLAH RAZI OLSUN SİZDEN
x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23