• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Vehbi Kara
Vehbi Kara
TÜM YAZILARI

Orta gelir tuzağından kurtulmanın yolları

23 Eylül 2019
A


Vehbi Kara İletişim: [email protected]

Ülkemiz son 10 yıldan beri bir türlü “orta gelir tuzağı” denilen kısır döngüyü aşamamıştır. En son 2008 yılında yakaladığımız kişi başına yıllık 10931 dolarlık gelirden sonra 2018 yılına kadar bu seviyede saplanıp kaldık. Geçen yılı 9385 dolarla kapattıktan sonra bu yıl ve sonraki yıllarda da 10 bin dolar seviyesini aşmamız çok zor görünüyor.

Orta gelir tuzağından kurtulmanın yollarını basit olarak ele alabiliriz. Zira birçok devletin içine düştüğü bu tuzaktan kurtulmak aslında çok zor değildir. Bunu başarmak için dinimizin emrettiği kurallar başta olmak üzere bazı kötü alışkanlıklarımızdan kurtularak kolayca bu sorunun üstesinden gelebileceğimizi değerlendirmek gerekiyor. 

İsrafa alışan, tasarrufu unutan bir toplum ekonomik olarak iflah olmaz. Çünkü giderleri gelirleri aştığı için devamlı borçlanacaktır. Belirli bir noktadan sonra ise iflas kaçınılmaz olur. Aileler dağılır, insanlar perişan olur. Unutmamak gerekir ki “Yiyiniz içiniz, israf etmeyiniz (Araf Suresi 31. Ayet)” Allah’ın emridir.

Kanaat etmeye alışan ve tasarrufa etme alışkanlıkları olan insanlar için durum çok daha farklıdır. Gelirinin bir kısmını hastalık, kaza gibi kötü günler için ayıran insanlar, ihtiyaç duyduklarında bu tasarruflarını değerlendirerek sıkıntılarını belirli ölçüde çözmüş olurlar. Atalarımız “Ak akçe kara gün içindir” diye boşu boşuna söylememişlerdir.

Devlet yönetiminde de durum böyledir. Gelirler ile giderler dengesiz olursa, bir de tasarruf yapılamaz ise işte ekonomik kaos ve krizler baş gösterecektir. Tüketimin arttığı, üretimin azaldığı, herkesin gözünü devlet kapısına diktiği bir ülke elbette fakir düşer. İşte öncelikle bu sorunu çözmeye çalışmak gerekiyor. Bunun içinde yapısal bazı değişikliklere gitmek şarttır.

İdareci ve memurların sayılarının yüksek olması çok ciddi bir yapısal sorundur. Osmanlı Devletinden gelen ciddi bir hatamız vardır. Müslüman ahali; ticaret ve profesyonel meslekler konusunda çok yanlış bir şekilde yönlendirilmektedirler. Tüccar, doktor, mühendis, avukat denizcilik, ustalık konularında ne yazık ki genellikle gayrimüslim vatandaşlar öne çıkmıştır. Müslümanlar ise büyük oranda memurluk ve askerlik mesleğinde yoğunlaşmışlardır.

Müslim ve gayrimüslimler arasındaki bu orantısız iş dağılımı Osmanlı’nın ekonomik olarak çökmesine neden olmuştur. Avrupa’nın desteği ile önce nüfus ve sonrasında da ekonomik olarak güçlenen gayrimüslimler; devletin zaafa düştüğü anlarda devreye girerek birer birer Osmanlı otoritesine isyan etmiş ve ayrılarak koca cihan devletini Batılı ülkelere lokma etmişlerdir.

Osmanlı devletinin son dönemlerinde gayrimüslim nüfus çok artmıştır. Çünkü askerlik ve memurluk mesleği nedeni ile yerleşik hayata alışamayan Müslümanlar arasında doğum oranı çok düşmüştür. Buna mukabil her Rum veya Ermeni evinde 10-15 çocuk doğmaya başlamıştır. Osmanlı’nın devamı olan Türkiye’de ilk nüfus sayımında 13 milyon gibi çok küçük bir rakamla karşı karşıya kalmışızdır. Bu nüfus meselesi biraz derin olup üzerinde çalışılması gereken bir konudur. Şimdilik bu kadar yeter.   

Ülkemizin yapısal sorunlarından bir tanesi de serbest piyasa düzeni yerine devletçiliğin almış başını gitmiş olmasıdır. Hala en büyük işveren devlettir. Hâlbuki özel sektör eliyle işletilen müesseseler çok daha verimli çalışmakta israf son derece az olmaktadır. Devletçi anlayışta müsriflik çoktur. “Devletin malı deniz…” diyerek en ufak bir işte dahi büyük paralar harcanmakta konfordan asla feda edilmemektedir.

Devlet eliyle işletilen müesseseler, özel sektör eliyle olsa devlet büyük bir vergi geliri ile karşılaşacaktır. Bu gelirlerden elde edilen bütçe ile alt yapı yatırımları, savunma sağlık ve eğitim harcamaları daha yüksek oranda yapılabilecektir. Tuhaftır, çok değerli madenler bile devlet tarafından işletilirken büyük zarar oranları çıkartabilmektedir. Bu durum bırakın gelir getirmeyi bütçeyi olumsuz olarak etkilemektedir.

Devletin mal üretiminde görev yapması kadar hatalı bir iş yoktur. Devletçiliğin çok ileride olduğu bugünkü Mısır’da; mutfak tenceresinden akaryakıt dağıtım istasyonlarına kadar her şeyi Mısır Silahlı Kuvvetleri yönetmektedir. Sonuçta halk perişan ülke ekonomisi berbat durumdadır.

Şükürler olsun ki CHP’nin devletçilik ilkesi, Menderes ve Özal gibi yöneticiler tarafından belirli oranda geriletilmiş; ülkemiz kısa zamanda büyük bir ekonomik yükselişe geçmişti. Elbette bu durumdan memnun olmayanlar vardı. “Yağma Hasan’ın böreği” diyerek kamu kurumlarını ele geçirmiş olan Sabetay Yahudileri, mason localarında kurdukları menfaat ortaklıkları ile Türkiye ekonomisini soyup soğana çevirmişlerdir.

Kamu kurumlarını yakınlarına peşkeş çekerek neredeyse Türkiye’nin en büyük işletmelerinin sahibi olmuşlardır. Ne yazık ki birçok sektörde tekelci yapılaşma mevcut olup kamu kurumlarının yağmalanmasından dolayı haksız kazanç elde etmiş bu gayrımüslim insanlar, ekonomiye hakim durumdadırlar.

İşte böyle bir sanayi ve endüstri yapısı tabiatı icabı monopoldür; yani tekelcidir. Tekelcilik ise kendisinden başkasına hayat hakkı tanımaz. Ekonomik monopolcülük de “serbest girişimi” önler. Demokratik ve hürriyetçi değerlere değil de ulusal değerlere önem veren ve bunu halkının zihniyetine yerleştiren bir devlet yapısında halk, devlete bağımlı hale gelir. Her şeyi devletten beklemeye başlar. Orta gelir tuzağından kurtulma imkânı olmaz.

Böyle bir sistemde halka göre devlet her şeyi yapabilir. Ekonomiyi büyütür, insanları eğitir, besler, iş sahibi yapar, ticaret yapar, korur. Fakirliği ortadan kaldırır. Hatta devlet vatandaşlarının düşüncelerine ve inançlarına müdahale eder ve nasıl yaşamaları gerektiğine de karar verir. İşte ciddi bir sorun olan bu anlayıştan kurtulmak şarttır.

Bediüzzaman kendisine sorulan “Eskiden Müslümanlar zengin, ecnebiler fakirdi; şimdi ise durum tersine döndü. Sebebi nedir?” sualine verdiği cevabında özetle şunları ifade etmektedir.
Her şeyden önce “Leyselil insane illa ma’sa- Kişiye çalıştığının karşılığı vardır” yani çalışmasının karşılığını mutlaka görecektir, ayetinden kaynaklanan çalışma meyli ve “Çalışan ve helal kazanan Allah’ın sevgili kuludur” hadisinden kaynaklanan çalışma şevkinin bazı yanlış telkinler ile kırıldığını söyler.

Tasavvuftaki “bir lokma bir hırka” usulü kendini dergâha adamış tarikat mensupları içindir. Bunu toplumun tüm kesimlerine mal etmek çalışmaya olan şevki kırmakta insanı tembelleştirmektedir. Bediüzzaman “İ’lây-ı Kelimetullah” denilen yani Allah’ın adını ve şanını yüceltme vesilesinin bu zamanda maddeten terakki ile olabileceğini ifade eder.
Şanlı Peygamberimizin (asm) “Dünya ahiretin tarlasıdır” hadisinin de çalışmayı gerekli kıldığını, bunun da ancak dünyaya da çalışmakla mümkün olduğunu belirtir. Ayrıca “İnsanların hayırlısı insanlara faydalı olandır” hadisiyle de insanlara faydalı olmanın dinin emri olduğu özellikle belirtilmiştir.

Kalkınmanın maddi ve manevi iki temel sebebi olduğunu ifade eden Bediüzzaman, bunları şöyle özetler: Kalkınmanın maddi sebepleri Allah’ın insanlara verdiği yeraltı, yer üstü kaynakları ve nüfusdur. Bu kaynakların yerinde ve bilgiye dayalı olarak kullanılması kalkınmanın ve gelişmenin temelini teşkil eder.

Manevi sebep ise “Nokta-i istinat” denilen “Kuvve-i Maneviye”dir. İnsan çok iyi bir nokta-i istinat bulursa en ağır ve büyük işlere karşı mübarezeye kendinde kuvvet bulur. İşte insanlar gerek vatan ve millet sevgisinden aldığı güçle büyük bir ümitle yola çıkarsa yapamayacağı iş aşamayacağı engel yoktur.

“İnsanları canlandıran emeldir; öldüren yeistir. ” “Bana bir dayanak noktası verin Dünya’yı yerinden oynatayım” diyen Arşimet gibi geleceğe ümitle bakan bir insanın da nokta-i istinat bulduğu takdirde küre-i arz gibi büyük işleri çevirebileceğini ifade etmiştir.

Bilhassa “din duygusunun daha fazla hâkim olduğu Doğu’da” geri kalmışlığa, cehalete ve her çeşit bölünmüşlüğe karşı kurtuluş çaresi, dindir. Çünkü din “muhabbet ile ittihadı, marifet ile imtizac-ı efkârı, uhuvvet ile teavünü” emretmektedir. Sevgi, birlik, beraberlik, ilim, fikirlerin beraberliği ve uyumu, kardeşlik, yardımlaşma ile kalkınma politikaları sonuç verir. Aksi takdirde yapılan bütün yatırımlar ve kaynaklar israf olup gider.

Bediüzzaman’a göre bu konudaki çalışmalarda samimiyetin ölçüsü “muhabbet, hürmet ve merhamettir. ” Zira “Hamiyet, muhabbet, hürmet ve merhametin netice-i zaruriyesidir. Onsuz olmaz ve illa yalandır, sahtekârlıktır. ” Devletin bu konudaki görevi gerek yeraltı ve yerüstü, gerekse insan kaynaklarının kullanımında planlama, güven oluşturma ve yardımlaşmayı kolaylaştırmayı sağlamasıdır. Bu hususlar da yine dinin kutsal emirleri ile takva ve salâbet-i diniye ile olur. İnancı sarsılmış ve ahlakı bozulmuş bir toplumu idare etmek çok zordur.
Türkiye gibi bir ülkede güveni sağlamak ve yardımlaşma unsurlarını harekete geçirmek ancak din ile olur. Asayiş ve güven oluşturulduktan sonra kalkınma politikaları rahatlıkla uygulanabilir.

Teşebbüs-ü Şahsi yani girişimcilik bir ülkenin kalkınması için en önemli unsurlardan bir tanesidir. Bediüzzaman daha asrın başında Doğu Anadolu’da yaptığı seyahatlerinde girişimciliğe dikkat çekmiş ve onları teşebbüs-i şahsiye dediği girişimciliğe teşvik etmiştir. Şafiilerin imama uymuş bile olsa namazdaki Fatiha’yı her bireyin okumasının dinin emri olduğuna dikkat çeker. Bunu girişimciliğe delil ve örnek gösterir.

“İnsana ancak çalıştığının karşılığı vardır” ayetinin de “Teşebbüs-ü şahsiye”ye davet ettiğini nazara verir. Onları Doğu insanının dindarlığına uygun olan meşrutiyet ve hürriyete sahip çıkmaya ve girişimci olmaya çağırır. Hür bir zeminde yola çıkan bir müteşebbis elbette başarılı olacaktır. Bunun için emniyetin tesisi şarttır. Geleceğine güvenle bakamayan bir müteşebbisin harekete geçmesi beklenemez.

Bediüzzaman, 1910 senesinde Doğu ilerine yaptığı seyahat Osmanlı dönemine rastlamaktaydı. Devletin ırkçılığa ve farklılıkları inkâra dayanan politikaları yoktu ve Kürt ırkçılığına dayanan bir terör de söz konusu değildi. Bediüzzaman o dönemin şartlarında “hür teşebbüsü” tavsiye ediyordu. “Ağam bilir” umursamazlığını tenkit ederek herkesi hürriyet içinde kalkınmaya davet ediyordu.

“Husumet ve adavetin vaktinin bittiğini” söyleyen Bediüzzaman “İki Harb-i Umumi, adavetin ne kadar fena ve tahrip edici ve dehşetli zulüm olduğunu gösterdi. İçinde hiçbir fayda olmadığı tezahür etti. Öyle ise, düşmanlarımızın seyyiatı – tecavüz olmamak şartıyla – adavetinizi celp etmesin” demektedir.

Muhabbetin sebeplerini sayarken komşuluk yanında “iman, İslamiyet, cinsiyet ve insaniyet” gibi nurani bağlar olduğunu ifade eden Bediüzzaman “İman ve İslamiyet”in bu bağlamdaki önemine de değinir. Devamında “cinsiyet ve insaniyet” gibi ortak değerlerin de bütün insanları, ırkları ve dilleri ne olursa olsun, sevgi ile birleştirmesi gerektiğini ifade eder.
Bediüzzaman, bilhassa Müslümanların “komşularını, hemcinslerini insan olmak yönüyle sevmelerinin” dinin emri ve gereği olduğuna dikkat çeker. “Muhabbet, uhuvvet ve sevmek İslamiyyetin mizacıdır, rabıtasıdır” der. Müslümanları tüm insanlarla ve bilhassa komşuları ile dost olmaya davet eder. Sevgi ve muhabbetin oluşması ise ırkçılığın terk edilmesine ve farklılıkların birer zenginlik olarak kabul edilmesine bağlıdır.

Doğu’nun önemli şair ve ediplerinden olan Şeyh Sadi-i Şirazi’nin dediği gibi “İki cihanın rahat ve selâmetini iki harf tefsir eder, kazandırır: Dostlarına karşı mürüvvetkârâne muaşeret ve düşmanlarına sulhkârâne muamele etmektir. ” İdarecilerin ve devletin toplum üzerindeki en önemli görevi asayişi ve barışı korumaktır.

Müslüman ülkelerin birliğini ve beraberliğini sağlayacak, eğitime ve maddi-manevi terakkiye sevk edecek olan dindir. Dini referanslarla yapılan bir teşvik ve sakındırma halk üzerinde daha müessir olur. Birliği sağlayacak olan ancak dindir. Yüce Allah, Kur’an-ı Kerim’de “İnnemel mü’minune ihvetün- Mü’minler kardeştir” buyurur. Mü’minlerin ortak inancı olan iman kalplerin birleşmesi ile sonuçlanır. Bu da toplumda birliği ve beraberliği temin eder.

Bediüzzaman bu hususu “Tevhid-i imanî elbette tevhid-i kulûbü ister; vahdet-i itikat dahi vahdet-i içtimaiyeyi iktiza eder” diyerek imanın sağladığı birlik bağlarının binleri geçtiğini ifade etmektedir. İman bağı güçlü bir şekilde inananları birbirine bağlar. İman ve vatan birliği insanların birliğini sağlayan en önemli iki amildir. En kuvvetli bağ iman bağıdır. Çünkü iman ile esma-i ilâhiye sayısınca birlik bağları oluşur. Bediüzzaman bu gerçeği “her ikinizin Hâlıkınız bir, Mâlikiniz bir, Mâbudunuz bir, Râzıkınız bir, bir, bir, bine kadar bir, bir. Hem peygamberiniz bir, dininiz bir, kıbleniz bir; yüze kadar bir, bir” Hiçbir bağ iman bağı kadar güçlü değildir. Bir vatanda yaşamaktan kaynaklanan birlik bağı “Köyünüz bir, devletiniz bir, memleketiniz bir, ona kadar bir, bir” şeklinde ifade edilebilir.

Bir vatanda yaşayan insanların birliği inanç birliği ile beraber olursa daha mükemmel ve güçlü bir şekilde vatandaşları birbirine bağlar. Buna göre de sevgi ve muhabbet oluşturur. Bir ülkede beraber yaşamak güçlü bir milleti oluşturmaz; ancak imandan kaynaklanan inanç birliği milleti oluşturur. Bunun için denilmiştir ki “Din, dil bir ise millet birdir”

Bütün bu gerçeklerden anlaşılmaktadır ki, Müslüman coğrafyasında birliği ve dirliği sağlamanın yolu dinden ve dine değer vermekten geçer. İnsanlar arasında sevgi ve muhabbeti oluşturmanın yolu da dinden geçer. Bir asra varan süre devam eden cehalet, fakirlik ve ihtilaf ve bunlardan kaynaklanan istikrarsızlık ve terör çözümsüz değildir. Her şeyin bir çaresi vardır ve iyi niyetle yaklaşım sergilendiği zaman kısa zamanda çare bulmak da mümkündür. Yeter ki sağduyulu davranılsın ve akılcı bir yol takip edilsin.

İşte orta gelir tuzağı gibi kronikleşmiş bir sorunun çözümünde yukarıda saydığımız maddelerin üzerinde durmak ve tartışmak gerekiyor. Devletçi yapı yerine serbest piyasa mekanizmalarının hakim olduğu sistemlere ihtiyaç vardır. Belki de hepsinden önemlisi dostluk, kardeşlik duygularının pekiştirilmesi ve özgür bir ortamda yaşama imkanı getirilmesidir, vesselam…

Haberle ilgili yorum yapmak için tıklayın.

Yorumlar

ATATURKCU

MUSLUMANLARIN FAKIR OLMASININ EN BUYUK SEBEBI URETMEMELERI CALISMAMALARI TEKNOLOJIYI BILIMI SANAYIYI ISKALAMALARIDIR.TOPLAM 50 MUSLUMAN ULKE (CAD NIJER LIBYA AFGANISTAN FILISTIN SURIYE IRAK YEMEN GIBI ULKELER ) TOPLAMI 1 HOLLANDA KADAR URETMIYOR EGITIM SIFIR KUTUPHANE SIFIR AR GE SIFIR.DAHA NE OLSUN ?

belediye yan gel yat koçerom mekanıdır

Atacan belediyeye kapağı; bir güneş gozlüğü, bir telsiz ve bir de kravat; o biçim başkan korumacısın! Be leşden yaşa; ay sonu hesabına maaşın yatsın sürekli! (F-35' i ise cönü yapar, biz alırık; pardon alamayık da..) (not: çörtüklüpörtük belediyesine en az 12 koruma alınmalıdır, güneş gozlüklü, başkanı dövecekler yoksa bak..)
x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23