• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Vehbi Kara
Vehbi Kara
TÜM YAZILARI

Kadın İster Başörtüsü Takar İster Takmaz Sana Ne Kardeşim

07 Ekim 2019
A


Vehbi Kara İletişim: [email protected]

CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, bir itirafta bulunarak çok önemli sözler sarf etti. "Bizimde çok kabahatimiz, kusurumuz var. Gerçeği konuşalım. Bir başörtüsü meselesini Türkiye Cumhuriyeti'nin en temel mesele haline getirdik. Sana ne kardeşim ya! Kadın ister başörtüsü takar, ister takmaz. O kız çocuğumuz üniversiteye gidiyor mu, okuyor mu? İmkanını sağlıyor muyuz? Derdin o olmalı. Çocuklarımız okumalı, bilimi öğrenmeli ve hayatı sorgulamalı” demiştir.

Şahsen böyle bir sözü duymak beni şaşırttı. Gerçi 2019 yılındayız ve gençler bizim yaşadığımız acı durumları bilmedikleri için kendilerine şaşırtıcı gelmemiş olabilir. Lakin benim ve benden önceki vatandaşlarımızın yaşadığı olaylar bize bu sözü elbette inanılmaz kılmaktadır.

Çünkü Türkiye’de başta medya kuruluşları olmak üzere üniversiteler yalan üretmekte emsalsizdirler. Tek partili faşist cumhuriyeti, utanmadan özgürlük ve demokrasi diye yutturmaya çalışırlar. Böylesine büyük bir yalanı görüp de itiraz ederseniz hakkınızda her türlü fenalık yapılır. En hafifinden itibarsız hale getirilmek için yalan haberler üretmeye başlarlar. Yok! Eğer bunu başarmak mümkün olmaz ise bu sefer yargıyı harekete geçirip 5816 Sayılı yasa gibi dünyada emsali görülmeyen kanunlarla canınıza okurlar.

Nitekim Bediüzzaman Said Nursi, Necip Fazıl Kısakürek ve Kadir Mısıroğlu gibi nice değerli fikir adamı hayatının büyükçe bir bölümünü hapiste ve sürgünde geçirmiştir. Çünkü baskı ve zorbalığa itiraz edip doğruları haykırmışlardır. 

Peki, ne idi suçları?

Din ve vicdan özgürlüğünü savunuyorlardı. “Benim ibadetime karışamazsın” dedikleri için görmedikleri eziyet ve cefa kalmamıştır. Düşünebiliyor musunuz? Daha düne kadar sadece başörtüsü taktığı için mesleki başarılarına bakılmadan işinden atılan nice hanım kardeşimiz vardı.

Bundan daha kötüsü benim ve asker arkadaşlarımın başına gelmişti. Bizim eşlerimiz başörtülü idi. Sırf bu yüzden 10 bine yakın asker arkadaşım ordudan atılmış emekli olmaya zorlanmıştı. Batı Çalışma Örgütü adı verilen yasadışı bir askeri çete; aileleri fişliyor gerçeğe aykırı raporlar düzenleyerek binlerce kişiyi ordudan emekli ettiriyordu.

17 yaşımdan beri namaz, oruç ve içki konusunda gördüğüm büyük ihanetten dolayı Feto Örgütüne karşı mücadele ettiğim halde Batı Çalışma Örgütü beni Fetocu diye fişlemişti. Bunu ancak 28 Şubat darbecilerini mahkemeye verdiğim zaman anlamıştım. Mahkemeye gönderilen yazıda Fetocu diye 1997 yılında ordudan ayrıldığım yazıyordu. Şimdi hala bu çirkin yalanı aleyhimde kullanmaktan çekinmiyorlar.

Bütün bu kirli işler ne yazık ki bu ülkede namuslu insanların başına gelmektedir. Medya vasıtası ile algı operasyonları ve itibarsızlaşma yürütmek bazı insanların profesyonel mesleği haline dönüşmüştür. O halde bizde bunlara karşı gerçekleri haykırmaktan geri durmayacağız.

Bu algı operasyonları sonucunda insanlar büyük ölçüde aldatılmaktadır. Bunun küçük bir örneği “İslamofobia” adı verilen büyük yalan operasyonudur. Güya İslam şiddet içermektedir ve Müslümanlar gizli bir teröristtir.

DAEŞ başta olmak üzere türlü türlü isimlerle ortaya çıkan bir çok terör örgütü ABD’nin karanlık odalarında kurulup milyonlarca dolar para harcanarak üretilmektedir. Bu terör örgütleri nedense İsrail, Hıristiyan ve Yahudileri hedef almazlar; daima Müslümanları alçakça katledip dünyayı kana bulamaya çalışırlar. Sonrasında ise güçlü medya vasıtaları ile utanmadan Müslümanları suçlu gibi gösterip “İslamofobia” algısını pekiştirirler.

Batı dünyası da bu konuda pek mahirdir. Örneğin bir Alman haber kanalının muhabiri, “İstanbul Teknik Üniversitesinde gizli gizli cami yapılıyor” diyecek kadar pespayeleşebilmektedir. Utanmadan nüfusunun yüzde 98'i Müslüman olan bu ülkede, en önde gelen üniversitelerden birinde, Müslümanlar “gizli gizli cami yapmak çabası içine girmişler” diyecek kadar aşağılık insanlarla karşı karşıya olduğumuzu bilmek zorundayız.

Bundan daha sarsıcı ve şaşkınlık verici olan ise ülkemizde etkin şekilde habercilik yapıp sürekli olarak "özgürlük", "eşitlik", "adalet", "fikir ve vicdan özgürlüğü", "tarafsız habercilik" söylemlerini dile getiren çok sayıda medya kuruluşu bulunmaktadır. Alman gavurundan daha çok İslam düşmanı olduklarını yazmış oldukları haberlerden görebiliyoruz. Güya cami yapılarak gelişmeleri izleyici ve okuyucularına adeta bir terör suçu işlenmiş ya da en azından bir üniversitede çok büyük bir yolsuzluk yapılmış gibi bir tavır ile duyurmaktan çekinmiyorlar.

İşte Feto zındığı da bunun gibi bir çok büyük medya operasyonu yaparken sonunda kendini rezil duruma düşürmüştür. Utanmadan hayasızca “Haçlılar insan öldürmez, kadınlarınıza kızlarınıza saldırmaz” diyecek kadar yüzsüzce konuşabilmiştir. Allah bir insanı işte böyle rezil eder. Yalandan ağlamakta Hollywood artistlerine taş çıkaracak kadar aldatıcı olan bu pörtlek gözlü Şeytan maskarası; işte bu kadar alçalmış ve Müslümanların gözünde tiksinti duyulacak seviyeye düşmüştür.

Allah, kimseyi F. Gülen gibi şaşırtmasın, şaşırtırsa süründürmesin, süründürürse çektirmesin, çektirirse rezil etmesin, rezil ederse perişan etmesin, perişan ederse sersem, âvâre etmesin.

Peki, nasıl oluyor da bu kadar büyük algı operasyonları hala yapabiliyor. Bu tuhaf ve acayip durumu Türkiye uzmanı, tecrübeli araştırmacı, gazeteci ve aynı zamanda ödüllü tarihçi Klaus Gunter, bakın nasıl cevaplıyor?

"Şu anda yaşananları doğru yorumlamak için biraz geçmişe bakmak lazım. Ben Türk tarihi üzerinde de uzman birisiyim. Alman toplumu da dâhil, bütün Avrupa toplumları Türkiye'yi çok yanlış tanırlar. Türklerin gerçek İslam ile bağları kopalı nerede ise iki asır geçmiştir.
Son İslami idare Osmanlı zamanında mevcuttu. Osmanlı yıkıldıktan sonra Yeni Türkiye Cumhuriyeti kuruldu…. Yeni devleti ve resmi ideolojiyi tesis edenler; hep gizli Yahudiler ve gizli Ermeniler idi. Zaten Osmanlı’nın son dönemi de bir Türk İslam idaresi olarak tanımlanamaz. İyi kötü araştırmış herkes bilir ki bu dönemde de Osmanlı devlet adamlarının bir çoğu İngiliz işbirlikçisi gizli Ermeni ve Yahudilerdi. Osmanlının yıkılabilmiş olması, bir imkânsızın başarılmasıdır. Avrupalıların ve bölgede yaşayan gayri İslami unsurlar için, 'Bir daha Osmanlı ya da başka bir İslami idare kurulmasına da mani olmak lazımdı. Bunu nasıl sağlarız’ endişeleri vardı. Bu nedenle, yeni T.C.'nin rejimi tamamen İngiliz gizli servisleri ile birlikte hareket eden Sabetaycı gizli Yahudiler ve Türkiye masonluğu tarafından kuruldu” demiştir.

Bundan sonraki sözlerini sansürlemek zorundayız. Zira 5816 sayılı yasa kapsamına sokarak adliyelere uğrama durumu vardır. Ne yazık ki 2019 yılında hala gerçekleri bir Alman gazeteci gibi söyleyebilme lüksümüz yoktur…

Gunter, bazı devlet yöneticilerinin ismini vererek şöyle diyor: “Mesela … Paşanın kendisi de, eşi … hanım da, diğer akrabaları da Sabetaycı gizli Yahudilerdi. Bunu batılı gerçek aydınların hepsi bilir” Fakat biz Türkler bilemeyiz. Şöyle devam ediyor:

“Yine o yıllarda İstiklal savaşı kahramanı ve Büyük Türk Kurtarıcısı konumunda gösterilen yüzlerce kişi de aslında Türk ve Müslüman değillerdi. Elbette ki kimse illa Türk ve Müslüman olmak zorunda değildi. Bununla birlikte hiç kimse Türkleri ve Müslüman unsurları aldatma ve gerçekte olduğundan başka bir kimlikte, gerçekte olduğundan başka bir inanışta ve fikriyatta görünme hakkına ve kaldı ki başka milletlerin ve devletlerin menfaatini gözetip taktik surette Türklere ihanet etme hakkına asla sahip değildi. Bir Katolik Hıristiyan Alman olarak bunu ifade etmekte hiç zorlanmıyorum ki; Ermeniler ve Yahudiler, asırlarca kendilerine çok adil ve insani şekilde muamele eden Müslüman Türklere karşı bu yaptıklarında haklı değillerdi.
O dönemde Türk ve Müslüman kimliğine bürünmüş gizli Ermeni ve Yahudiler, iktidarı ele geçirdikten sonra Türkleri nasıl yönlendirecekleri, yeniden dindar bir Osmanlının kurulmasının önüne nasıl geçebilecekleri konusunda da anlaşmazlık içinde oldular.
Önce Türkleri Hıristiyanlaştırmayı düşündüler. Kendi aralarında uzun uzun tartıştılar. Bunun uygulama esnasında başarısız olacağını öngörüp kısa sürede vazgeçtiler. Bu tartışmalar, pek çok saygın ismin hatıralarında yazılmış ve tarihe not düşülmüştür”

Bu arada bu yöneticilerin Müslümanları evrimci yapmak istediğini de dile getirip "Hepimiz maymunlarız, hepimiz süfreler gibi sudan çıktık" şeklindeki sözleri dile getirmiştir. Fakat bu konuda da Anadolu insanını evrimci zihniyete sahip bir topluluk yapılamayacağı da öngörülüp bunda da ısrar edilmediğini ifade etmektedir.

Bir ara Türklerin tamamen dinsiz ve bütün dinleri inkâr eden bir topluma dönüştürülmesi üzerinde durulduğunu da söyleyen Gunter bazı yöneticilerin: “Benim bir dinim yok ve bazen bütün dinlerin yerin dibini boylamasını istiyorum” şeklindeki sözlerini de dile getirmiştir.

Yine benzeri şekilde “Hocaları, din ve namus telakkisini toptan kaldırmalıyız. CHP’yi ve memleketi din ve namus telakkisinden arındırılmış kişiler ile kısa sürede zengin edip güçlendirmeliyiz. Dini ve namusu olanlar aç kalmaya mahkûmdurlar” şeklindeki çok tartışılmış sözleri dile getirmiştir.

İşte Yahudi ve Ermenilerin kontrolündeki İstanbul basını, 1915 yılının sonuna kadar ismi bile duyulmamış, siyasi, fikri ve askeri sahada hiçbir başarısı olmamış, gerçek dışı haberler ile parlatılmış paşaları, basın gücüne aldanarak gerçek bir kurtarıcı zanneden halkımızı; bu şekilde iğfal ettiler.

Bundan sonra ise akla laiklik geldi. Laiklik söylemleri Türklere yabancı idi ama bu bahane ile Türklerin İslam’dan ve bin yıllık kültüründen uzaklaştırılabileceği hususunda bu gizli teşkilatlanma arasında fikir birliği oluşmuştur. İktidarı ele geçirmiş bu gizli Yahudi ve gizli Ermeni azınlık, İngiliz desteğini de arkasına alarak, laiklik söylemleri ile dine karşı öyle bir mücadeleye girişti ki; Avrupa toplumlarının bunlara inanması çok güçtür.

Düşünebiliyor musunuz? Bin yıldır Müslüman olan Türkleri idare edenler Müslümanların kutsal kabul ettikleri Cuma gününü iş günü yapıp, Hıristiyanların ve Yahudilerin kutsal günleri olan Cumartesiyi ve Pazarı tatil yaptılar.

Kılık kıyafetten, alfabeye, fikriyata ve vicdanlardaki inançlara kadar her şeye devlet gücü ile müdahale edildi. Bir Diyanet İşleri kurumu tesis edilip din, tamamen devletin daha doğru ifade ile faşist rejimin kontrolü altına alındı.  Ünlü İslam ve Türk büyüklerinin mevcut bulunan kabirleri ve türbeleri, bu dönüşümün uzun sürmesine sebep olacak ve milli-manevi değerleri diri tutacak diye tahrip edildi.

Yaklaşık 64 bin ünlü kişinin mezarları açılıp kemikleri çalındı. Bu gün içlerinde Mimar Sinan gibi dünyaya mal olmuş yüce bir şahsiyetin bile bulunduğu 64 bin kıymetli insanın kafatasının akıbeti bilinmiyor. Her hususta olduğu gibi bu hususta da taktik bir hareket tarzı sergilendi. Elbette ki dünya tarihinde eşi görülmemiş böylesine bir kafatasçılığa, ırk ve din düşmanlığına, böylesine bir hukuksuzluğa “Kimin Türk olduğunu, kimin Türk olmadığını belirlemek” gibi bir mazeret dahi bulmuşlardır.

Evet; kafataslarını mezura ile ölçüp sözde Türk olup olmadıklarına karar veriyorlardı. Üstelik ölçtükten sonra da yerine koymuyorlardı. İslam düşmanlığı, geçmişte yaşamış Müslümanlara kadar uzanıyor ve bu Müslümanlar kabirlerinde bile işkenceye tabi tutuluyorlardı. İngilizlerin meşhur tarihçisi Arnold Toynbe’nin de sık sık dile getirdiği gibi, korkunç bir inanç, kültür ve can kıyımı yapıldı. Sadece İstiklal mahkemeleri üzerinden yapılan zulmü anlatmak dahi uzun sürer.

Avrupa toplumları bu İstiklal mahkemelerini pek bilmez. Bu mahkemelerin sadece adı mahkeme idi. Önce asıp sonra usulden yargıladıkları bile olmuştur. Tabii ki bu mahkemelerin reisleri de çoğunlukla Sabetaycı ve gizli Ermenilerdi.

Müslümanların kaderi ne yazık ki; Çanakkale savaşında, elde kalan son beyin takımını yani okumuş ve okumakta olan insanlarını cepheye sürülmesi ve bunların şehit olmasıdır. Çünkü beyin takımı yok edilmiş bir millet, artık millet değil yığın olurdu. Hangi dinden ve siyasi görüşten olursa olsun dürüst ve medeni hiçbir insan, bu derece korkunç gerçekleri gizlemek hakkını kendinde göremez.

İşte bu gün hala devam eden tuhaf kabullenişleri ve yasaklamaları anlamak isteyen herkes, Türklere son bir buçuk asırda uygulanan devlet politikalarına, eğitim müfredatlarına ve Türklerin bu süreç boyunca hep gizli Yahudiler ve Ermeniler tarafından idare edilmiş olduğu gerçeğine yönelmeliler ve bu açıdan bakmalıdırlar.

Türklere devlet zoru ile “milli şef” olarak kabul ettirilen İsmet İnönü, Türk milli eğitim sistemini 1947 yılında resmen imzaladığı Fullbright anlaşması ile ABD'ye teslim etmiştir. O tarihten sonra Türk milli eğitim müfredatını Türkiye'deki Amerikan büyük elçisinin başkanlığındaki bir heyet belirlemiştir. Maalesef bu durum hala da böyledir.

Kısaca Türkler son iki asırdır gerçekten bağımsız olmadılar. Onlara göstermelik bir bağımsızlık verildi. Müslüman Türklerin nasıl dinsizleştirildiğini ve devlet kademeleri ile devletin uygulamalarından İslami esasların bir anda kaldırıldığını, anlatmamız gerekiyor.

Bu açıdan CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun “Biz de hata ettik” sözleri çok önemlidir. Umarım bu büyük itiraf; Müslümanların dinini yaşamaktan nasıl korkup geri çekildiğini, en temel haklarını bile savunamaz hale getirildiği gerçeğini anlamada bir parça yararlı olur, vesselam…

Haberle ilgili yorum yapmak için tıklayın.

Yorumlar

Pusat

On numara bir yazı olmuş.sansürlediğiniz yerleri tahmin ediyorum.hala onların kalıntı ları var. Ama onlar da bitecek..

ALİ

beyefendi daha çok bilgi verirseniz bide seviniriz. saygılarla
x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23