• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Vehbi Kara
Vehbi Kara
TÜM YAZILARI

Ak Parti’nin Ekonomik Karnesi ve Serbest Piyasa Ekonomisi

21 Ağustos 2019
A


Vehbi Kara İletişim: [email protected]

14 Ağustos 2001 yılında kurulan Ak Parti ertesi yıl yapılan seçimlerde Recep Tayyip Erdoğan önderliğinde 365 milletvekili çıkararak tek başına iktidara gelmişti. Tam 17 yıldır iktidarda olan bu parti dikensiz gül bahçesi olan Mecliste daima çoğunluğu sağlayarak bugünlere geldi.

İktidara geldiği yıllarda neredeyse her iki yılda bir büyük ekonomik krizler yaşamaya alışmıştık. Faiz sarmalı içindeki devleti acımasızca soyan IMF ve Dünya Bankası gibi kuruluşlar utanmadan ensemizde boza pişirmeye devam ediyordu.

28 Şubat 1998’de post modern darbe ile Erbakan Hükümetini yıkan darbeci askerler emekli olduktan sonra her biri bir bankanın yönetimine geçerek devleti hortumlamaya başlamışlardı. Sayısız banka battı ve zararlarını da millet ödemiş oldu. Bu hortumcu generaller ile birlikte Sabetay Yahudileri, yaptıkları bütün yolsuz işleri FETÖ yargıçları sayesinde aklamışlardı. Kısaca ülkemiz yangın ve afet bölgesine dönüşmüştü.

İşte böyle bir ortamda iş başına gelen Ak Parti hükümeti kısa zamanda alınan ciddi önlemler sayesinde krizleri sona erdirdi. Faizlerini dahi ödeyemediğimiz dış borçlar ödendi ve halkımız rahat bir nefes aldı.

Bu yıllarda ülkemiz bölgemizde cereyan eden ciddi sorunlar ile de boğuşuyordu. Baba-Oğul Bush’lar Ortadoğu’yu tam bir kan gölüne çevirmişti. ABD ve Batılı güçler PKK’yı azdırarak ülkemizi bölünmenin eşiğine getirmişlerdi. Fakat bu konuda da Ak parti ciddi başarılar kazanmış PKK Terörünü ülkemizin birinci sorunu olmaktan çıkararak büyük bir rahatlamaya sebep olmuştu. Artık Kürtçe konuştu diye kimse hapse atılmıyor anadilde eğitim imkânları sağlanabiliyordu.

Ülkemiz 2001 yılında kişi başına düşen 3084 dolarlık gelirle sürünürken; 2008 yılına geldiğimizde 10931 dolar ile gelişmekte olan ülkelerin yıldızı haline dönüşmüştü. 6 yıllık iktidarda kalarak böylesine büyük başarılar kazanılmasının en önemli nedeni olarak “yolsuzluğu önleme” gösteriliyordu. Gerçekten de israf edilen bütçe gelirleri ve kamu kaynakları düzene konulmuştu. İşte yapılan en önemli icraat buydu. Kaynak israfının önüne geçilmişti. Hepsi bu kadar…

Ülkemizde bu denli büyük başarılar elde edilirken yapısal değişiklikler ne yazık ki yapılamamıştı. Halkımızı soyup soğana çeviren Sabetay Yahudileri gibi çok küçük bir azınlık, darbeci generaller tarafından destekleniyordu. Buna daha sonra FETÖ örgütü de katılmıştı. Her yerde yolsuzluk ve rantiyecilik almış başını gidiyordu. İşin daha kötüsü kamu kaynakları, devletçilik denilen bela yüzünden “Yağma Hasan’ın Böreği” denilerek çarçur ediliyordu.

Orta gelir tuzağı denilen ve kişi başına düşen 10 bin dolarlık bir noktada saplanıp kalmıştık. İlk defa 2008’de bu miktarı aşmamıza rağmen geçen 10 yılda ilerlemeyi bırakın gerilemeye başlamıştık. 2018 rakamları ile kişi başına düşen milli gelirimiz 9385 dolara düşmüştü.

Orta gelir tuzağına neden yakalandığımızı daha önceki yazılarımda izah etmiştim. Tekrar etmekte yarar görüyorum. Bu tuzağın en önemli sebebi devletçiliktir. Serbest piyasa düzeni yerine her taşın altında devletin bulunması büyük bir rantiye sınıfı meydana getirmiştir. Ak Parti döneminde kısmen azalmış olsa dahi bu modern yağmacılar hala güçlü bir şekilde halkımızı sömürmeye devam etmektedirler.

Eğer Ak Parti hükümeti serbest piyasa ekonomisi yerine artık çağdışı kalmış devletçi anlayışı sürdürmeye devam ederse; 2023 seçimlerini kazanmasına imkan ve ihtimal yoktur. Özel sektör güçlendirilmezse taşıma suyu ile değirmen dönmez misali bu ekonomi gelişmez; olduğu yerde çakılıp kalır. Bu konuyu biraz detayları ile izah edeyim. Konuya meraklı olanlar uzun çekmiş olsa da yazının devamını okuyabilirler…

Bugün hala en büyük işveren devlettir. Devlet ile iş gören rantiye sınıfı muazzam paralar kazanırken alın teri ile para kazanmaya çalışan küçük işletmeler ve esnaf; milli gelirden daha az pay almaya devam etmektedir. İşte ekonomik problemler burada başlamaktadır. Sovyet Rusya’nın ve Mao’nun Çin’inin yerinde yeller eserken bizde hala devlet eliyle sanayileşme ve kalkınma modeli yürütülmeye çalışılmaktadır.

Bunun zararlarını Adam Smith 300 yıl önce söylemişti. Devletin piyasaya müdahale etmesini eleştirmiş “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” diyerek özel sektörün güçlenmesi gerektiğini öne sürmüştü. Görünmez el teorisi ile serbest piyasanın sorunları kendiliğinden çözeceğini iddia etmiş ve başta ABD olmak üzere bu fikirlerin uygulandığı Batı ekonomileri dünyanın en güçlü ekonomisi olmuştu.

Smith, görünmez el teorisini (invisible hand) muhtemelen İslam dünyasından aşırmıştı. Zira “dest-i gaybi” adı verilen görünmez el; Rezzak olan Allah’ın elidir. İslam dünyasında serbest piyasa ekonomisi meşru olup devletin piyasaya müdahale edilmesi asla kabul edilemez.

Bu görüşe göre bir görünmez el, ekonomiye yön verir. İnsanların kendi menfaatleri gereği piyasalara devletin  müdahale etmesine gerek kalmaksızın düzene kavuşur. Bu konuda sayısız bilimsel çalışma yapılmış ve “görünmez el” teorisi geniş çevrelerde kabul görmüştür. Batı dünyasının ekonomik ve sosyal gelişmesinin en önemli nedenleri arasında bu teorinin çok önemli bir yeri vardır. Batılılar İslam dünyasından çok önemli kazanımlar elde etmiş öğrenmiş oldukları ticari kuralları kendilerine tatbik ederek güç ve kuvvet elde etmişlerdir.

İslam tarihinde bu konulara yer verilmiş yazılan bir çok eser; bazı ayet ve hadislere dayandırılarak izah edilmeye çalışılmıştır. Birkaç örneği verelim:

Medine’de fiyatlar pahalanmıştı. Halk; “Ey Allah’ın Resulu, bize narh koy” dediler. Resul-u Ekrem (asm) şöyle buyurdu: “Şüphe yok ki, fiyat tayin eden, darlık ve bolluk veren, rızıklandıran ancak Allah’tır. Ben sizden hiç kimsenin mal ve canına yapmış olduğum bir haksızlık sebebiyle hakkını benden ister olduğu halde, Rabbime kavuşmak istemem” (Ebû Dâvûd, Büyû’ 49; Tirmizî, Büyü’, 73; İbn Mâce, Ticârât, 27).

Yine Ebû Hüreyre’den rivayete göre, bir kişi; “Ey Allah’ın Resulu bize narh koy” demişti. Hz. Peygamber (asm), “Belki Allah’a dua ederim” buyurdu. Sonra, başka bir adam gelip, “Narh koy” dedi. Hz. Peygamber (asm) ona da şu cevabı verdi: “Fiyatları ucuzlatan ve pahalandıran Allah’tır” (eş-Şevkânî, Neylü’l-Evtâr, V, 219).

Bu hadislerde de görüldüğü gibi İslam dini; alış-verişte kârı yasaklamadığı gibi, onun için bir sınır da koymamıştır. Ancak alış-verişlerde yalan, hile, malın kendisinde olmayan sıfatlarla övme veya satılacak maldaki bazı kusurları gizleme yasaklanmıştır. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulur: “Birbirinizin mallarını bâtıl yollarla yemeyiniz. Ancak bu, sizden karşılıklı rızaya dayanan bir ticaret malı olursa müstesnadır” (en-Nisâ, 4/29). “Yeryüzünde yürüyen ve rızkını yüklenemeyen nice canlının ve sizin rızkınızı Allah verir” (Ankebut , 60)

Hz. Peygamber (asm) döneminde piyasaya müdahale edilmeyip, piyasa fiyatlarının serbest rekabetle meydana gelmesi önemsenmiştir. Zira satıcının kendi mülkünde mutlak tasarruf hakkı vardır. Alış verişlerde ise karşılıklı rıza esası getirilmiştir.

İslâm ticaret hukukunda çeşitli mallara yüzde hesabıyla bir kâr haddi belirlenmemiştir. Genel olarak arz ve talep kanunlarına bağlı, serbest rekabet esasları içinde kendiliğinden oluşacak fiyatlar ölçü alınmıştır. Rezzak olan Allah bir dest-i gaybi ile nice canlının rızkını vermektedir. Serbest rekabet esasını korumak ve insanların temel ihtiyaçlarının istismarını önlemek için faiz gibi haksız kazanç yolları ise yasaklanmış ve kapatılmıştır.

Medine Şehir devletinde arz ve talebin karşılaşması ile serbest rekabet sonucu, bir piyasada oluşan fiyatlar ölçü alınarak satış yapılmıştır. Kıtlık, mal darlığı, arzın kısılması veya tüketicilerin alım gücünün yükselmesi gibi sebeplerle veya ekonomik bir sebep olmaksızın sosyal nedenlerle piyasa fiyatları normalin üstünde artabilir. İşte böyle bir durumda dahi devletin fiyatlara müdahalesi doğru bulunmamıştır. Ekonomi; yüzyıllar sonra gelen klasik iktisatçıların öngördüğü gibi “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” anlayışı ile sürdürülmeye çalışılmış devletin müdahalesi uygun görülmemiştir.

Çünkü “Şüphesiz rızık veren mutlak kudret ve kuvvet sahibi olan Allah’tır” (Zariyat, 58) ayetinde geçtiği üzere Rezzak olan Rabbimiz tarafından besleniyoruz. “Dest-i Gaybi” adı verilen “görünmez el” rızkın insanlara ulaşmasını temin eder. Bu görünmez el; Allah’ın Rezzak elidir. İnsanların kirli eli karışmadıkça ve karıştırmadıkça daima en zayıf canlılara dahi Allah’ın rızkı ulaşır.

Peygamber Efendimizden (asm) hemen sonra Dört Halife Döneminde de serbest piyasa modeli uygulanmıştır. Bu konuda en çok bilinen olay; Hz. Ömer’in halifeliği döneminde fiyatlara müdahaleden kaçınmasıdır.

Halife Hz. Ömer (r.a) Musallâ çarşısında Hâtıb b. Ebî Beltea’ya satmakta olduğu kuru üzümün fiyatını sorar. İki müdd’ünün bir gümüş dirhem olduğunu öğrenince, fiyatı ucuz bulan Halife şöyle der: “Tâif’ten üzüm yüklü bir kervanın gelmekte olduğunu haber aldım. Onlar senin fiyatına aldanırlar. Ya fiyatı yükselt, ya da üzümünü al, evine götür, orada istediğin fiyata sat”. Ancak daha sonra Hz. Ömer kendi kendine düşünmüş ve Hâtıb (r.a)’ın evine giderek şöyle demiştir: “Sana söylediklerim ne emirdir, ne de hüküm. Bu belde halkının iyiliği için arzu ettiğim bir şeydir. Nasıl ve nerede istersen satabilirsin” (Şafii, el-Ûmm, II, 209; İbn Kûdâme, el-Muğnî, IV, 240).

Ebû Hanîfe ve İmam Şâfiî (r. anhüm) narh koymanın yani fiyatlara bir sınırlama getirmenin meşrû olmadığı görüşündedir. Çünkü narh; ticaret yapanları kısıtlamaktadır. Devlet hem tüketicilerin, hem de esnaf ve tüccarın maslahatını gözetmek ve dengelemekle yükümlüdür. Fiyatları narh yoluyla ucuzlatarak tüketicilerin yararını gözetmek, pahalılık meydana getirerek satıcıların maslahatını gözetmekten farksızdır.

Bu konudaki temel anlayış yani mal sahibini razı olmadığı bir fiyatla satışa zorlamak, alış verişte karşılıklı rızayı şart koşan ayete zıttır. Fıkıh uzmanlarının büyük bir çoğunluğu da bu görüştedir. İslâm hukukçularının büyük çoğunluğu, narh koymanın zulüm olacağı görüşündedir.

Bu hükümlerin uygulandığı Emevi ve Abbasi döneminde Müslümanlar, ekonomik olarak çok güçlü bir hale gelmiştir. Hilafetin merkezi olan Bağdat, dünyanın en zengin şehri olarak ortaya çıkmıştır. Yaklaşık bin yıl boyunca Müslüman tacirler serbest piyasa modeli ve ahlaklı tutumları ile bütün dünyaya örnek olmuşlardır.

İslam’ın çok hızlı bir şekilde dünyaya yayılması “tevhid” yani Allah’ın bir olması inancı ile izah edilmektedir. Gerçekten de İslam, çok tanrılı inanç sitemlerini bir bir ortadan kaldırmıştı. Bundan başka diğer bir önemli husus ise Müslümanların güzel ahlaklı olmaları idi. Sanılanın aksine İslamiyet kılıç yolu ile yayılmamış güzel ahlak sayesinde İspanya’dan Çin’e kadar çok geniş bir coğrafyada hâkim olmuştur.

Müslümanların, İslam’ın emrettiği üzere ticarette dürüstlüğe önem vermesi, asla yalan söylememesi, teknolojiyi en yüksek seviyede kullanması ve temizlik gibi özellikleri; bütün dünya toplumlarını hayran bırakmıştı. Selçuklu, Endülüs ve Osmanlı dönemleri İslam’ın dünya üzerinde hakim olduğu yıllardır.

Bu dönemlerde Avrupa’da İslami eserler Latince başta olarak yerel dillere çevrilmiştir. Ortaçağ karanlığı denilen ve veba gibi salgın hastalıklardan milyonlarca insanın öldüğü yıllarda; Müslüman toplumlarda  modern tekniklerle tıp alanında birçok hastalığa çareler bulunuyordu.

Batılı ülkeler bilim alanında olduğu gibi ekonomi ve ticaret konusunda da Müslümanları taklit ederek ekonomik başarıya imza atmışlardır. Sırası ile İtalya, İspanya, İngiltere ve Fransa gibi ülkeler; ticarette kralların ve aristokrasinin sınırlamalarını ortadan kaldırarak büyük bir servet kazanmışlardır.

Batı dünyasını sadece sömürgecilik ile zenginleştiğini söylemek son derece yanlış bir izah tarzıdır. Mülkiyet esasını ve serbest piyasa ekonomisini canlı tutarak bugün dahi dünyanın en zengin devletleri olan; Batılı ülkelerdir. Elbette sömürgeci ve köleci yöntemlerle insanlık dışı uygulamalardan da sorumlu olan bu ülkeleri değerlendirirken ticarete, denizciliğe verdikleri önemi de unutmamak gerekir.

Sovyetler Birliği, katı devletçi tutumu ve özel sektörü yok saymasından dolayı 1991 yılında parçalanarak yok olmuştur. Bu durum; devletçi yönetimin yani piyasaya tamamen devletin hakim olmasının ekonomik hayata verdiği zararı tespit etmek açısından son derece önemlidir.

Batı dünyası hırsızlık yaparak İslam’ın güzelliklerine sahip çıkarken İslam ülkeleri ticaretten uzaklaşıp memuriyet ve askerliğe dönmeye başlamıştır. Hadiste geçen “rızkın onda dokuzu ticarettedir” düsturu son döneme kadar unutulmuştur. İşte Müslümanların iktisadi hayatta gerilemelerinin en önemli nedeni budur.

Ticarette ise esas olan serbest ve rekabetçi piyasa modelidir. Eğer Müslümanlar bu yöntemi yeniden ihya ederler ise beşyüz yıl önceki ihtişamlı dönemlerine dönebilirler. Keza Ak Parti, iktidarda kalmak için çaba göstermek istiyor ise serbest piyasanın güçlenmesine gayret etmelidir, vesselam…

Haberle ilgili yorum yapmak için tıklayın.

Yorumlar

Recep

Peki tarlada 25 kr olan patlıcan rafta nasıl 2.5 3 tl oluyor. Aracıların koyduğu fahiş fiyat farkını nasıl önleyeceksiniz. Kışın tarlada 1 tl olan pırasa nasıl pazarda 7 tl oluyor. Bana bir izah edin. Sakın serbest piyasa demeyin bunun adı serbest piyasa değil fahiş piyasadır.

Şaban Akdemir

Müşteri her malın gerçek değerini bilmek durumunda değildir;ancak hepimiz çok farklı ürünleri kullanmak zorundayız.Müşteri her alışverişinde piyasa araştırması yapmak zorunda kalır.Toplumda güveni sarsar.Sınırsız serbest fiat; müşteriyi nasıl haklıve makul fiatla buluşturacak.
x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23