Siyasette sorunun kaynağı sür’atle değişen değerler!
Bugünlerde din / siyaset, din / ekonomi ve siyaset / ekonomi üzerine yorumlar giderek ağırlık kazanıyor. Zirâ günümüz toplumlarında birbirine geçmiş mezkûr kavramlar, birçok noktada ayrışmaya neden olsa da gelecek zaman diliminde daha çok birleşmeyi ve bütünleşmeyi sağlayacağı düşünüldüğünden bir kıymeti harbiyeye sahip.
Sosyolojik vakıa… Dünyada dinsiz toplum yok gibi. Dinsizliği kabul edenler dâhi, dinsizliği din olarak benimsemiş. Toplumsal bir pratik olarak düşünüldüğünde bir yaşantı şekli olan dinin toplumları inşa ettiği apaçık görünüyor. Tabii ki farklı dinlere tâbi toplumlarda, yaşantılar da farklı. İnançlar hayata yön veren ritüeller olduğundan insanlar inançlarıyla daha rahat yaşayabiliyor.
Ancak her din veya inanç, devrin değişen şartlarına ve sorunlarına cevap veremeyebiliyor. İşte İslâm Dini’nin en büyük özelliği burada ortaya çıkıyor. İslâm, hayatla iç içe hükümler ihdas ettiğinden insanların sosyal yaşantısı çok daha kolay, problemsiz ya da az sorunlu işliyor. Çünkü İslâm Dini’nin ortaya koyduğu esaslar, bugün modern toplumları bile imani, insani ve medeni açıdan kat kat geride bırakıyor.
Dolayısıyla fert ile devlet arasındaki münasebetleri tanzim eden siyaset dâhi İslâm Dini ile daha gerçekçi ve doğru bir yapıya bürünüyor. Çünkü İslâm Dini’nin, diğer dinlerin çoğunda olmayan hayatla yakından ilişki kurması ve sosyal hayatın yaşanırlığı açısından yüksek değerler oluşturması insana ve dolayısıyla toplumlara mutluluk ve refah sağlıyor.
Bahsettiğim hususun en iyi iki örneği Peygamberimiz Hazreti Muhammed Aleyhisselam ve Dört Halife devri. Ayrıca siyasette yanlışlar ve hatalar olsa da Selçuklu ve Osmanlı dâhi söz konusu devirlerin içinde sayılabilecek tarihi ve sosyolojik misaller.
***
Günümüzde “İslâm’da siyaset var mıdır? İslâm’da siyasetin hükmü nedir? Siyaset İslâmi açıdan nasıl değerlendirilir?” şeklinde birçok soruya muhatap oluyoruz.
İslâm Dini; sorun üreten değil, sorun çözen bir sistem… Dinimiz “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” düsturunca hayat veren kurallar serdediyor. Mamafih İslâm siyasetin; adalet, hak, hukuk, iyiliğin ifâsı ve insanların kötülüklerden korunması çerçevesinde icra edilmesini emrediyor...
İslâm Dini’nin özü Allahu Teâlâ’nın rızâsı… Dolayısıyla her iş O’nun isteğine uygun olmalı… Siyaset de öyle. Dinimizce, siyaset için dini kullanmak hatta dinsizliği yaymak için siyasete sarılmak zulüm olarak ifade ediliyor. Siyasetin, nasihatten ibâret olan dinin özünü bozmaması isteniyor.
Diğer taraftan İslâm’da siyaset mezheplerin hep tartıştığı bir alan. Hatta siyaset Ehli Sünnet ile Şia’nın ayrıldığı en önemli konu. Şia, siyasete imani noktada yaklaşıyor. Ehli Sünnet ise buna müsaade etmiyor ama siyasetin de İslâmi çerçevede yapılmasını salık veriyor.
İslâm penceresinden siyaseti amaç, gâye görmemek şart. Zirâ siyaset fert ve devlet arasındaki ilişkileri düzenleyerek insanları dünya ve ahiret mutluluğuna yönelten bir araç. Bu tanımın prensiplerini Peygamber Efendimiz Aleyhisselam döneminde (MS. 620 ve 622) yapılan Akabe Biatları’nda görebiliyoruz…
Zirâ İslâm siyasetinin temeli adalet… “Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutun, adaletle şâhitlik eden kimseler olun. Herhangi bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi adaletsiz davranmaya itmesin. Adaletli olun; bu, takvâya daha uygundur. Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır” (Maide: 8) âyeti kerimesi bunun başlıca delili…
Diğer delil ise, “Muhakkak ki Allah, adaletli olmayı, ihsânı ve akrabalara yardım etmeyi emreder. Fuhuştan, münkerden (Allah’ın yasakladığı şeylerden) ve azgınlıktan (hakka tecavüzden) sizi nehyeder...” mealindeki Nahl: 90’ıncı âyeti kerime…
***
Diğer taraftan İslâm Dini “Yeryüzünde düzeni bozan ama düzeltmeye yanaşmayan aşırıların istediklerini yapmayın” buyrulan Şuara 151-152’nci âyetleriyle siyasi birliğin korunmasını, siyasi karışıklık çıkaranlara itaat edilmemesini de emreder.
Yine Peygamberimiz Hazreti Muhammed Aleyhisselam’ın “İş, ehlinden başkasına verildiğinde kıyameti bekle” (Buhârî, İlim ve İmâre babları) hadisi şerifinde geçen “iş”anlamına gelen “emr” kelimesi öncelikle devlet işi, idarî ve siyasî görev olarak görülmüştür.
Binâenaleyh, “Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Peygamber’e itaat edin ve sizden olan ulu’l-emre (idarecilere) de. Herhangi bir hususta anlaşmazlığa düştüğünüz takdirde, Allah’a ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız, onu Allah ve Resûlüne arz edin. Bu, daha iyidir, sonuç bakımından da daha güzeldir“ (Nisa: 59) mealindeki âyeti kerimede geçen “ulu’l-emr” kelimesi de idareci, devlet yöneticisi olarak ifade edilmiş.
Ayrıca “On kişi üzerinde bile olsa, yöneticilik yapmış olan her insan kıyamet gününde (Allah’ın huzuruna) elleri boynuna bağlı olarak gelir. Sonra da ya adaleti sayesinde kurtulur veya haksızlık etmiş olduğu için mahvolur!” (Dârimî, “Siyer”; Müsned, II/431; V/267) mealindeki hadisi şerif İslâm Dini’nde siyasetin usul ve kâidelerini açıkça ortaya koyar.
Türkiye’de bugün din / siyaset ilişkisinde sorunlar varsa, bunu dinde değil, değişen toplum yargılarında aramak lâzım… Dinin Türk toplumunda yüzyıllardır oluşturduğu kültürün, cumhuriyet ideolojisiyle şekil değiştirmeye başlaması aslında bugünkü siyaseti tevlit etmiş. Bu nedenle din, toplumun vazgeçilmez bir kültürü olduğu gerçeği düşünüldüğünde kültüre dayanmayan siyasetin toplum içinde bir kıymeti harbiyesinin olmadığını anlamak gerekiyor.
Konuya devam edelim, diyorum…