108 yıl önce Haydarpaşa garındaki esrarengiz patlama
108 yıl önce Haydarpaşa garındaki esrarengiz patlama
MUSTAFA ARMAĞAN
Bundan 108 yıl önce, 6 Eylül 1917 günü meydana gelen Haydarpaşa garı patlaması kalın bir sır perdesinin arkasına saklanmış durumdadır. Olay, vakt-i zamanında iki satırlık bir resmi tebliğle geçiştirilmiş, millet ise patlamanın, bir işçinin elindeki cephane sandıklarından birini yere hızlıca atması veya düşmesi üzerine meydana geldiği masalıyla uyutulmuştu.
Lakin gerçeklerin günün birinde ortaya çıkmak gibi garip bir huyu vardır. İttihatçılar istedikleri kadar bu yalanı cilalamaya çalışsın, hatıralarını olaydan sadece iki yıl sonra kaleme almış bulunan Alman Başkomutan Liman von Sanders, sabotajın daha kuvvetli bir ihtimal olduğunu hatıra defterine kaydetmiştir bile. Şöyle yazmıştır Liman Paşa:
“Ayrıca 6 Eylül’de Haydarpaşa garındaki büyük cephaneliğin havaya uçması ve bu esnada liman ve demiryolu tesislerinin, ambar ve erzak depolarının tahrip olması, Ordu Grubu F için önemlidir. Avrupa’nın yarısını kat edip getirilen cephane, muhakkak ki bir cephane sandığının düşürülmesi ile –iddia edilen buydu- infilak edecek kadar hassas değildi. Bu nedenle, büyük bir ihtimalle Türklerin savaş gücünü kırmak için kasten havaya uçurulduğu sonucuna varmak gerekir.”
Müttefikimiz Almanlar bizi bu patlamanın bir İngiliz operasyonu olduğuna inandırmaya çalışmış ama izinsiz kuş uçurtmadığı söylenen Alman istihbaratının nasıl olup da İngilizlerin sabotajını haber alamadığını açıklamamışlardı.
Aslında İstanbul 1917-18 yıllarında itiraf edilmeyen bir “Alman işgali” altındaydı. Her tarafta Alman subayların sözü geçiyor, Alman Genelkurmayı adeta başkent İstanbul’a hükmediyordu. Tam da sakınılan göze çöp batar misali, bu sırada Almanların ana karargâhı olan Haydarpaşa garında o korkunç patlama vuku bulacak, ölenler, yaralananlar olacak, peş peşe infilaklar İstanbulluların yüreklerini ağızlarına getirecek, tahrip olan Gar binası, yıllarca o harap yüzüyle vapur yolcularının yüreklerini dağlayacaktı. (Rahmetli Semavi Eyice çocukluğunda gardaki yanık izlerine şahit olduğunu anlatmıştı bir sohbetimizde.)
İyi de kimin marifetiydi bu patlama? Hedefi saptırmak isteyenler bir İngiliz uçağının yukarıdan bomba atığını söylüyordu ama uçağı gören, eden yoktu.
Patlamaya sansür uygulanmıştı ama Filistin’de cephane bekleyen Mehmetçiğin umutları bu olayla biraz daha kararırken basına sansür uygulanması hangi derde derman olacaktı?
Günün birinde olayın içyüzü aydınlandı. Buna göre patlama, İngilizler tarafından değil, Fransızlar tarafından gerçekleştirilmişti. Ama nasıl? Meğer dışarıdan bir sabotajla değil, içeriden bir ihanetle patlatılmıştı Haydarpaşa garında aylar boyunca biriktirilen cephane ve mühimmat.
Fransız istihbaratı, baştan beri İstanbul’dan Doğu cephesine sevk edilen silah, cephane ve askerleri sıkı takibe almıştı. “Nasıl olur?” demeyin, çünkü Almanların içine sızmış olan bir Fransız casusu, Georg Mann adlı Alsacelı deniz askeri, Haydarpaşa’daki karargâhta kritik bir mevkide çalışmakta, olan biteni, ara sıra yaptığı Berlin yolculuklarında şefine gizlice aktarmaktaydı. Böylece Alman karargâhının faaliyeti İtilaf güçlerine ispiyonlanıyor, onlar da özellikle İngilizlerin Filistin cephesinde ellerini rahatlatacak bir tedbiri İstanbul’da almanın çaresine bakıyordu. Casus Mann, ekibiyle el ele patlayıcıların ateşlenmesini sağlamıştı.
Gün gelmiş, bir tanık hatıralarını bir dergiye anlatarak olayın içyüzünü deşifre etmişti.
A. Baha Özler adlı kişi, Georg Mann’ın mesai arkadaşlarındandı. Patlamanın duyulduğu dakikalarda Cağaloğlu yokuşundan aşağıya doğru koşarken görür arkadaşı Mann’ı. Beraberce bir motora binip Haydarpaşa’ya doğru yola çıkarlar. Garip şey; Mann’ın elinde nereden bulduysa bir fotoğraf makinesi vardır ve patlamanın fotoğraflarını nefes almadan çekmektedir. Tanığımız şüphelenir durumdan ama susar ve İstanbul İtilaf kuvvetlerinin işgaline uğrayıncaya kadar kafasında taşır bu muammayı.
Artık Alman subaylar İstanbul’u terk etmiştir. Baha Bey bir gün Kohut Birahanesinde garip giyimli biriyle karşılaşır. Adam kendisini eski arkadaşı Georg Mann olarak tanıtırsa da, o sırada Alman subaylara yaklaşmak İngilizlerce cezalandırıldığı için yakınlaşmaktan çekinir. Bunun üzerine Mann cebinden bir karne çıkartıp uzatır. Baha Bey hayret dolu bakışlarla göz atar karneye. Eski arkadaşının adı, “Georges Mann” olmuştur ve altında Fransızca “Bizim adamımızdır” yazılıdır.
Mann, patlamayı kendilerinin gerçekleştirdiklerini göğsünü gere gere anlatmıştır o gün. Baha Bey şaşkındır. Yıllar yılı düşman hesabına çalışan bir istihbaratçı ile birlikte çalışmıştır ama hiç haberi olmamıştır. “Derin bir üzüntü duyuyor ve vicdan azabı çekiyordum” diyor ve ekliyor:
“Müttefik ve dost bildiğim bu haine kim bilir ne yardımlar yapmış, ne potlar kırmış ve ne haltlar işlemiştim!”
Peki, kim dost, kim düşmandı? Yoksa sözde dost Almanlar bizi daha derinden mi yıkmıştı?