Yüzyıl önce Türkiye’sinin hali
İstiklal Mücadelesini canlı yaşayan ve bu hususta romanlar yazan Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun yazıları -taraflı da olsa- bazı gerçeklerden kaçamamıştır.
İtiraf niteliğinde olan “Erenlerin Bağından” isimli kitabında yazdığı “Düşmanın Yaktığı Köyler Ahalisine” mektubunda şunları yazar.
“Bilmem beni hatırlıyor musunuz? Ben sizi asla unutmadım. Zira köylerinizin harabeleri içinden geçerken; kadın, erkek, genç, ihtiyar, çoluk, çocuk hayran, ürkek ve mahcup çehrelerle, yumuşak yastıklarına yaslandığımız otomobilin etrafını aldığınız zaman hayatımın en derin, en dayanılmaz utancını duymuştum.
…… Arabamızın içine ne kadar gömülsek, yumuşak ve sıcak esvaplarımıza, örtülerimize ne kadar bürünsek, zannediyorduk ki, yolumuzun sonunda bizi bekleyen şey açlık ve çıplaklıktır. İşte tam bu sırada siz o harabeler içinden göçmüş bir neslin cehennemden dönen hayaletleri halinde bizim önümüze çıkıyor veyahut önümüzden kaçıp gidiyordunuz.
Bizden niçin kaçıyordunuz. Bize doğru niçin koşuyordunuz? Bizimle sizin aramızda müspet veya menfi bir alaka var mıydı ki bizden kaçmak veya bize sokulmak ihtiyacını duyuyordunuz?
…. Evet, aramızda bir bağ, bir alaka var mıydı? Siz bizim için yerin dibinden çıkmış müstehaseler ve biz sizin için başka bir küreden inmiş mahlûklar değil miydik? Sizin altında barınacak tek damınız, başınızı koyacak tek yastığınız yoktu. Bizse o kadar büyük arabalar içinde ve en yumuşak yastıklar üstündeydik.
Biraz sonra siz, yangın külleri içinde kavrulmuş buğday ve arpa tanelerini toplamaya ve onları iki taş arasında öğütüp yemeğe giderken, biz yolun ferahlı ve sulak bir yerinde duracağız, tıka basa dolu sepetlerimizi, sefertaslarımızı açacağız ve gümüşten daha parlak çatallarımızın ucu ile ezilmiş etler, soğuk börekler, taze meyveler yiyeceğiz ve bunları yerken esmer harb ekmeğini biraz lezzetsiz bulacağız.
….. Arabamızın etrafını sarıyordunuz. Her biriniz bir başka tavır bir başka şiveyle başınızdan geçen faciayı anlatıyordunuz. Örtündüğünüz paçavralar arasından kuru ve esmer kollarınızı uzatıyordunuz.
Biriniz; ‘Nah gâvur şuradan geldi, şuradan çıktı’ diyordu. Biriniz; ‘İşte gâvurun el uzattığı kız budur, ateşe kaktılardı, ayakları kötürümdür’ diye ah ediyordu. Bir diğeriniz; ‘Eyvah eyvah, neyim var, neyim yok hepsini aldılar, mal, davar, tohum, oğul, koca.. hepsini’ diye haykırıyordu ve bir kadın; ‘Dokuz çocukla bir viranenin içinde çırılçıplak kaldım. Ne yapacağım, ne edeceğim aman Allah’ım, aman Allah’ım’ diye dövünüyordu.
…. Ey yanan tarlası üstünde aksakalını yolan ihtiyar, ey evladının mezar taşından başına yastık yapan ana”…
……………….
Yakup Kadri bu tabloyu 1921-1922 senelerinde görür. Ve esasında ülkemizin her yanı böyledir.
Bir de şimdiki Türkiye’yi boyunduruk altına aldırmak için canhıraş şekilde Haçlılardan yardım isteyen CHP ve kuyruğundakilere bakalım.