Ayasofya ve hukuk
Danıştay 10. Dairesi’nin Ayasofya kararı bir hukuk manifestosudur.
Çok iyi çalışılmış, Ayasofya konusunun hukuki boyutunu çok güzel özetlemiş bir mini tez gibi karar.
Ayasofya konusunun hiç şüphesiz dini, siyasi, sosyal, psikolojik ve birçok farklı yönü var.
Konu yargı önüne gelince doğal olarak temel ekseni hukuki boyut oluşturuyor.
Danıştay 10. Dairesi, kararını Ayasofya’nın özel hukuk statüsünü temel alan çok güçlü bir analize dayandırdı. Yürütme organının, özel hukuk alanına müdahalesi ile ilgili çok güçlü bir çerçeve çizdi. Bu çerçeve sadece Ayasofya’nın ibadete açılmasına yönelik toplumun beklentisini karışlamakla kalmaz. Karar aynı zamanda Ayasofya’nın cami olarak ibadete açılmasını, Hristiyan azınlıkların dini özgürlükleri temelinde küresel bir tartışmaya dönüştürmeye çalışanlara verilecek cevabın da çerçevesini çizmiş oldu.
Evrensel hukuk değerlerini referans alan bu karar, aynı zamanda batıdan ve içimizdeki iş birlikçilerinden yükselen eleştirilere verilmiş bir cevaptır.
Danıştay 10. Dairesi ile birlikte Kariye Camii kararı ile vakıf eserlerinin statüsünü değiştirmenin hukuki mahiyetini izah ederek Ayasofya kararının temelini oluşturan Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulu üyelerinin altını da çizmek gerekir.
Bu karar, Türkiye’ye egemen olan hukuk devleti ikliminin de bir sonucudur ve bu yönüyle de sonuç üzerine bu günün ikliminin inşa edilmesinde rolü olan herkesin payı vardır.
Adalet Bakanımız Abdulhamid Gül’ün, sorun çıkarmadan sorun çözme, sorunları fark edilmesine bile fırsat vermeden ortadan kaldırma becerisinin altını özellikle çizmek lazım.
Cumhurbaşkanımızın dirayeti, Türkiye’nin hukuk devleti standartlarının yerleşmesinde ve Türkiye’nin küresel adalet ve vicdanın ekseni haline gelmesindeki öncülüğünün bugünkü iklimin temeli olduğunu her şeyden önce belirtmemiz gerekiyor.
Cumhurbaşkanımıza güç veren aziz milletimizin her bir ferdinin de bu büyük insanlık ve hukuk dersinin parçası olduğunu kabul etmemiz gerekiyor.
Ortaya çıkan büyük başarı bir bütün olarak Türkiye’nin başarısıdır. Bu büyük başarının altına imza atanlar, sadece bir tarihi hukuk ihlalini ortadan kaldırmakla kalmadılar, bunu yüzyıllar boyunca okunacak bir hukuk manifestosuna dönüştürdüler.
Daha önce de görüşlerimi açıklamıştım. Yargıda, sorun çözme konusunda yeni pencere açan kararları veren hâkimlere, bu kararları nedeniyle bir akademik unvan verilmeli.
Aslında Adalet Akademisi bünyesinden bir akademik değerlendirme kurulu kurularak, model oluşturan, yeni bir yöntem geliştiren, var olan yöntemleri çok başarılı bir şekilde uygulayarak karmaşık problemleri çözenlerin performansı, akademik bir unvanla ödüllendirilmeli. Bu ödülün özlük hakları bakımından bir karşılığı da olmalı. Örneğin Yargıtay ve Danıştay üyeleri doktora derecesi olanlar arasından, İstinaf Mahkemesi üyeleri de yüksek lisans derecesi olanlar arasından seçilmeli. Hatta seçilmese bile doktora derecesi olanlar Yargıtay üyesi, yüksek lisans derecesi olanlar ise İstinaf Mahkemesi üyesi sıfatını kullanmalı ve tüm özlük halklarından da yararlanmalı.
Henüz adalet akademisi bünyesinde böyle bir yapı kurulamadığına göre, mevcut sistem içinde üniversite senatoları fahri doktora unvanı ile Ayasofya kararını veren Danıştay üyelerini onurlandırabilir.
Bence üniversiteler bu konuda harekete geçip, Ayasofya kararını veren Danıştay üyeleri ile Ayasofya kararının temelini oluşturan Kariye Camii kararını veren Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulu üyelerine, Adalet Bakanımıza ve Ayasofya kararının verileceği iklimi inşa eden ve Danıştay kararını hayata geçiren Cumhurbaşkanımıza fahri hukuk doktoru unvanını vermeliler.
Ne diyordu atalarımız. Marifet iltifata tabidir.