Vefatının 10. yılında Nermin Erbakan annemizi rahmetle anıyoruz
İşte Milli Görüş Lideri Merhum Erbakan hocamızın dilinden eşi Hatice Nermin Erbakan... Vefatının 10. yıldönümünde rahmet ve minnetle anıyoruz...
23 Ekim 2005 tarihinde ebedi aleme göç eden Hatice Nermin Erbakan için Gazetemiz Genel Yayın Koordinatörü Hasan Karakaya 25 Ekim 2005 tarihli yazısında şunları yazmıştı:
Nermin Hanım... Vefat haberiyle açığa çıkan sevgi - Bu halet-i ruhiyeyi "üç kadın"da yaşadım... Annem, Hatice Karahasanoğlu Teyze ve Nermin Erbakan Hanım'da... Her üçünde de, adeta "diken üstünde" günler geçirdim... Bir "telefon" gelecek, "acı haber"i duyacağım diye, telefonun çalmasını dahi istemezdim...
Annem hastaydı... "Kısmî felç" geçirmiş, ama Allah'a şükür atlatmıştı... Ne var ki, "tedavisi" devam ediyor ve ben, özellikle gece 24.00'ten sonra gelen telefonları her açışımda, "Hayırdır inşaallah" diyor ve endişeye kapılıyordum..
Sonra bir gün, "o telefon" çaldı... "Gece" değil "gündüz vakti" çaldı... Ve ben; "beklediğim", ama bir türlü "kabul etmek istemediğim" haberi aldım;
"Annemi kaybettik... Başımız sağolsun!"
Yüreğimden bir şeyler kopmuştu o an... Boğazım düğümlenmiş, konuşamamıştım... Donup kalmıştım adeta... Biliyordum, bekliyordum, ama kabul etmek istemiyordum işte!..
Aynı hâli, "Hatice Anne"nin vefatından önce de yaşadım... "Ayak damarlarında tıkanıklık" vardı... Tedavi için hastaneye kaldırılmıştı... Sonra, "ameliyat" ettiler... "Ümitvar"dık, kurtulacaktı... Ayak parmaklarına "kan" gitmeye, parmaklar "buz" gibi olmaktan kurtulup, "ısınmaya" başlamıştı...
Ama yine de, "taburcu" etmiyordu doktorlar... "Tedirgin" olmaya başlamıştık... Giden-gelenlerden sürekli haber alıyorduk... İşte, yarım saat önce, Mustafa Karahasanoğlu Ağabey gelmişti yanından... "İyi" diyordu, "Bugün-yarın, inşaallah getiririz eve..."
Ve yine, o "acı" telefon...
"Başımız sağolsun!"
Kendisi değil, "cenazesi" geldi eve... Birkaç gün boyunca, "serseri mayın" gibi dolaştım ortalıkta...
MEĞER BİR SEVGİ VARMIŞ İÇİMDE
Son on gündür, Nermin Hanım için de aynı duyguları yaşadım... "Anjiyo" geçirdiğini öğrenince, "inşaallah ciddi bir şey yoktur" diye düşünüyordum...
Ne zaman ki;
Anjiyo sonrası fenalaştığını ve yeniden hastaneye kaldırıldığını öğrendim, yine o "diken üstü" hâlini yaşamaya başladım...
Doğrusu; hiç karşılaşmışlığımız, yan yana gelmişliğimiz ve konuşmuşluğumuz olmamıştı... Ama, nedendir bilinmez, "Nermin Erbakan hastanede" haberini alınca, bir "hüzün" kapladı yüreğimi!..
Hani; bir insan, bir insana "sevgi" duyar da, bunun farkında olamaz ve ancak onu "kaybettiğinde" ne de çok sevdiğini anlar ya, bende de aynısı oldu...
Meğer, içimde bir "sevgi", "saygı" ve "hürmet" varmış da, yıllardır farkında değilmişim!..
Bu defa, acı haberi "telefon"dan değil, "eşim"den aldım... Önceki sabah, bilmem saat kaçtı, eşim uyandırdı ve "kalk" dedi, "Nermin Hanım vefat etmiş!"
O an, içimden bir şeylerin koptuğunu hissettim...
Daha yataktan doğrulmadan, "Allah rahmet eylesin... Mekânı cennet olsun" dediğimi hatırlıyorum...
Hüzün kapladı yüreğimi... Geride kalan "30 yıl" bir film şeridi gibi, hızla geçti gözlerimin önünden...
SABIR... MÜCADELE... VE METANET
Dedim ya, Nermin Hanım'la hiç yüz yüze gelmişliğimiz olmadı... Dolayısıyla, bende bir "iz" bırakmaması gerekirdi... Ama, "yüreğim" öyle demiyor... Sanki, içimdeki "fay hattı"nı bir şeyler tetikledi ve yüreğimdeki "sevgi"yi, "saygı"yı, "hürmet"i açığa çıkardı!..
Peki, o "fay hattı"nı tetikleyen ne?.. Yüz yüze gelmediğimiz bu hanımın vefatı, beni niye bu kadar etkiledi?..
Düşünüyorum... "Erbakan Hocam"ın Başbakanlığı döneminde, "Başbakanlık Konutu"nda yediğimiz "yemek"lerde, içtiğimiz "su"larda, acaba onun da "eli" var mıydı?.. Ya da, "Altınoluk ziyareti"mizde, masaya konulan "salata"ya, Nermin Hanım'ın da eli değmiş miydi?..
Kimbilir, belki de, içtiğimiz "kahve"leri o hazırlamıştı da, bizim haberimiz yoktu...
Ama, hayır... Bu, "farklı" bir duygu... "Yemek"le, "içmek"le ilgisi yok... Galiba, ben onun "mücadele"sine, ben onun "eş"liğine, ben onun "sabrı"na hayrandım da, farkında değildim...
Hani, derler ya;
"Şoförlerin ve gazetecilerin hanımları yarı dul sayılır!"
Buna, "siyasetçi"leri, "parti liderleri"ni ve özellikle "Necmettin Erbakan"ı da eklemek gerekir!..
Nermin Hanım da, "yarı dul" sayılırdı... Çünkü Erbakan Hoca; omuzlarına aldığı bir "dâvâ"yı iktidara taşıyabilmek için, "tam 36 yıl" boyunca; "gece-gündüz" demeden, "toz-duman, yağmur-çamur, yaz-kış" demeden, il il, ilçe ilçe, köy köy dolaştı...
Konya'daki bir kahvede, "sandalye" üzerinde konuşarak başlattığı hareket, sonraki yıllarda "salon"lara, "meydan"lara, "stadyum"lara taştı ve sonunda "iktidar" oldu!..
Nermin Hanım, çoğu zaman "ev"de bekledi eşini... "Yarı dul" bir hayat sürmesine rağmen, "sabırla" destek verdi erkeğine...
"Eşinin dâvâsı"nı, "kendi dâvâsı" bildi.. Ve hiç esirgemedi desteğini!.. Kâh manen, kâh bedenen, hep yanında oldu...
"ZORUNLU MİSAFİRLİK" GÜNLERİ
10 Ocak 1967'de başlayan "evlilik" hayatlarında, zaman zaman "mecburî ayrılıklar" yaşadılar... "Parti"leri sık sık kapatıldı, "siyasî yasak"larla karşılaştılar... Ancak, bütün bu sıkıntıları "birlikte" göğüslediler...
Erbakan Hoca, "zorunlu misafir" edildiği "darbe" günlerinde, "eşinin manevî desteği"ni hep yanında hissetti... Çünkü Nermin Hanım, "demir parmaklıklar arkasındaki" eşini hiç yalnız bırakmıyor, ona kendi elleriyle pişirdiği "ev yemekleri" taşıyor, bu esnada da "metin ol" diyordu... "Sabret, bu günler de geçecek!"
"Ne güzel bir destek"tir bu... Bir "erkek" ki; "eşinin yanında olduğunu" biliyorsa, "başaramayacağı" şey yoktur!..
Öyle denilir ya;
"Her başarılı erkeğin arkasında, mutlaka bir kadın vardır!"
Erbakan Hoca'yı da "başarılı" kılan; kendi "inanç, azim ve kararlılığı" kadar, işte bu "Nermin Hanım'ın desteği"dir... Çünkü Nermin Hanım; kızları Zeynep ve Elif, oğlu Fatih'e "analık" ve hatta zaman zaman "babalık" yaptığı kadar, kocasına da "maddî ve manevî yardımcılık" yaptı!..
Evlenmeden önce, "sekreteri"ydi Erbakan Hoca'nın... Sonra, kocasına "eş", çocuklarına "ana" oldu... "Millî Görüş" hareketiyle birlikte de, adeta "kol-kanat" oldu...
"KABUL ETMEK" ÇOK ZOR!
Ya şimdi?.. Öyle inanıyorum ki; Erbakan Hoca'mın kolu-kanadı kırıldı...
Fotoğraflarına baktım... "Metanetli" görünmeye çalışıyordu... Ama "yorgun"du, "üzgün"dü, "perişan"dı... Yıkılmış ve çökmüştü adeta...
Nasıl çökmesin, nasıl üzülmesindi ki; ona her seferinde "metin ol" diyen, "Nermin Hanımefendi'sini" kaybetmişti...
Doğru "inancı" şöyle diyordu:
"Her nefis, ölümü tadacaktır... Muhakkak ki; herkes Allah'tan geldi ve herkes yine O'na geri dönecektir."
Evet, "inancı" böyle diyor, "dili" böyle söylüyordu... Ama, ya "yüreği?"
"Yüreğinin sesi" bambaşkaydı:
"İnsan konuşuyor, ama kabul etmekte zorlanıyor!"
Evet, zorlanıyor insan... Hele de, "38 yıl" boyunca aynı yastığa baş konulan bir "eş" kaybedilmişse...
Ve o eş, sadece "manevî destek"le yetinmeyip, verilen mücadelenin içinde "fiilî" olarak da yer almışsa... O eş, hanımların örgütlenmesinde yoğun çaba sarfetmişse... Ve o eş; gerek "manevî" olarak, gerek "bedenî" olarak, daima "eşinin yanıbaşında" olmuşsa!..
Kolay değil... İnsan, evet "konuşuyor", ama "kabul etmekte" zorlanıyor!.. "İnsanî bir duygu" bu... Erbakan Hocam da, bunu yaşıyor şu an... Çünkü o, sadece "hayat arkadaşı"nı değil, aynı zamanda "dâvâ ve yol arkadaşı"nı kaybetti...
MEKÂNIN CENNET OLSUN NERMİN HANIM
Daha baştan dedim ya; beni "Nermin Hanım'ı sevmeme iten sebep" neydi?.. Onun "Hakk'a kavuştuğunu" öğrenince, niye "derin bir üzüntü"ye kapıldım, niye içimden bir şeyler koptu ve niye boğazımda bir şeyler düğümlenip de yutkunamadım?..
Şimdi daha iyi anlıyorum ki; ben "görmediğim bu kadın"ın, "sabırlı bir eş" ve "mücadeleci bir hanım" oluşuna sevgi beslemişim... Meğer, ona karşı "sevgi, saygı, hürmet ve takdir"le doluymuşum da, farkında değilmişim!..
İşte, "vefat" haberiyle tetiklenen yüreğim, bu "sevgi"yi açığa çıkardı...
"Mekânın cennet olsun" Nermin Hanım... Dünyada, epey "çile" çektin... Dilerim, kabrin "gül bahçeleri"nden bir bahçe olur...
Bu vesileyle; "Erbakan Hocam" başta olmak üzere, yakınlarına ve bütün "Millî Görüş camiası"na, Cenab-ı Allah'tan sabr-ı cemil niyaz ediyorum...