• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Yavuz Bahadıroğlu
Yavuz Bahadıroğlu
TÜM YAZILARI

Harf inkılâbının mantığı

17 Aralık 2018
A


Yavuz Bahadıroğlu İletişim: [email protected]

Akit’in “e-gazete” bölümünde yayınlanan yazılarımın altına sık sık düşülen şu notu irdeleyelim: “Arap alfabesiyle okuma-yazma öğrenmek zor olduğu için Osmanlı’da okur-yazar oranı düşüktü, harf inkılâbı bu yüzden kaçınılmazdı.” 

İyi ama cumhuriyetin “İkinci Adam”ı İsmet İnönü, “Harf inkılâbı bir okuma- yazma kolaylığına bağlanamaz” diyor, “Okuma-yazma kolaylığı Enver Paşa’yı tahrik eden sebeptir. Ama harf inkılâbının bizde tesiri ve büyük faydası, kültür değişmesini kolaylaştırmasıdır. İster istemez Arap kültüründen koptuk” (Hatıralar, C. 2, s. 221 1985 basımı).

Paşa’nın “Arap kültürü” dediğine siz “İslâm külliyatı” derseniz, taşlar yeri yerine oturur ve asıl maksat âyan beyan ortaya çıkar.

Demek ki neymiş? Sebep “okuma-yazma güçlüğü-azlığı” filan değil, “kültür değişimi” imiş. Tabii olarak bu “kültür değişimi” dini kültürü de kapsamaktadır.Yani harf inkılâbı “okur-yazar sayısını artırmak” için yapılmadı, yeni nesillerin İslâm’la bağlarını koparmak için yapıldı. 

Zaten Osmanlılarda okur-yazar oranının çok düşük olduğu iddiası, hiçbir istatistiğe dayanmadığı için, ispatsızdır. Zira Osmanlı asırlarında bu konuda tutulmuş bir istatistik yoktur. Sadece Osmanlı’da değil, o tarihlerde dünyanın hiçbir yerinde böyle bir istatistik mevcut değildir. 

İstatistik yapılması da gereksizdir, çünkü tüm dünyada kitap sayısı çok azdır ve kitaplar ancak uzmanları tarafından okunabilmektedir. 

Osmanlı’nın özelliği, okunan kitapların tekkelerde, zaviyelerde, dergâhlarda ve camilerde halka sunulması,  böylece halkın irfanına katkıda bulunulmasıdır.

Hiç abartmadan söyleyebilirim ki, 15. 16. 17. hatta 18. yüzyıllarda, okullarda verilen eğitim dışında camilerde de eğitim verilmekte, büyük camilerin her sütununun altında ilmin çeşitli alanlarında uzmanlaşmış müderrisler ders vermekte, sütunlar birer “Halk Üniversitesi”ne dönüşmektedir.

Böylece dünyada bir emsali daha olmayan bir sistem kullanılıp “yaygın eğitim” sağlanmaktadır. 

Kaldı ki, Osmanlı alfabesi “Kur’an elifbası” olduğu için kadın olsun erkek olsun her Müslüman Kur’an öğrenme cehdiyle okuma öğrenmektedir. Bu da en azından “okur” sayısını Avrupa seviyesinin çok üzerine çekmiştir.

Yani Osmanlı insanına “cahil” diyebilmek zordur. 

Ayrıca evlendirilmek suretiyle haremden “çerağ” çıkan her “eski cariye” aynı zamanda “muallime”dir ve haremde öğrendiği her şeyi, yerleştiği mahalledeki kadınlara da aktarmakla mükelleftir. Bu da kadınlara yönelik “yaygın eğitim” anlamına gelmektedir.

Osmanlı’nın son zamanlarında bile kızların eğitimine ayrı bir özen gösterildiği ve önem verildiği aşikârdır. Kızlar önce “Sıbyan Mektepleri”ne (ilkokullar) alınıyor, oradan “Rüşdiye”ye (ortaöğretim), “İnas Rüşdiyeleri”ne (kız lisesi), “Kız İdadîleri”ne, “İnas Darülfünunu”na, (Kız Üniversitesi) geçiyordu…

Meslekî eğitimde ise “Kız Sanayi Mektepleri”, “Ana Mektebi”, “Ebe Mektebi”, “İnas Sanayi-i Nefise Mektebi” (Kız Sanat Okulu) vardı… 

Cumhuriyet dönemine kurulduğu sanılan, “Kız Öğretmen Okulları” bile bir Osmanlı eseridir… 

Sultan II. Abdülhamid döneminde hummalı bir biçimde başlayarak gelişen eğitime savaş dönemlerinde bile ara verilmemiştir. Bu da Osmanlı’nın kızların eğitimine verdiği önemi gösteriyor.

Kızlara eğitim yolunu kapatan Osmanlı değil, Cumhuriyet Türkiye’sidir! Çünkü Cumhuriyet Türkiye’si, kızların eğitimini “kıyafet şartı”na bağlamış, sonuç olarak on binlerce kızımızı eğitim hakkından mahrum etmiştir.

Oldu olacak, bu suçu-günahı da Osmanlı’ya yükleyin!

 

x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23