• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Yaşar Değirmenci
Yaşar Değirmenci
TÜM YAZILARI

Yeni eğitim ve öğretime başlarken… Hassasiyetlerimizi kaybetmeyelim/yaşayalım/yaşatalım

08 Eylül 2018
A


Yaşar Değirmenci İletişim: [email protected]

2018/2019 Eğitim öğretim yılının hayırlara vesile olmasını temenni ediyorum. Gayretli Milli Eğitim Bakanımıza C. Haktan yaptığı ve yapacağı hizmetlerde başarılar diliyorum.

Bacon’un bir sözü var. Diyor ki: “Gömlek yanlış düğmelenmeye başladı mı, bütün ilikler yanlış gider” diye. Her eğitim meselesini dile getirdiğimizde hep bu söz hatırıma gelir. Baştan insan fıtratını kaale almadan bir yapılanmaya giderseniz çözüme ulaşamazsınız.  Eğitim- Öğretim meselelerini  dile getirirken ‘eğitim’ gibi sığ bir  kelimenin hiçbir zaman ‘Talim ve Terbiye’nin yerini tutmayacağını belirtmekte fayda var. Sadece ‘eğitim’ kelimesi kullanıldığında; maarif, arif, muarefe, ilim, talim, muallim müteallim, tebliğ, telkin, irşad tedris te’dip, tahsil, husul, vs. tedavülden kaldırılan para gibi hiçbir işe yaramıyor. Üstelik kelimeden öte mânâ kaybı kavram kargaşası, meydana geliyor. 

Eğitim; insandaki gizli kabiliyetleri ortaya çıkarması, iyi insan yetiştirmesi, bilgiyi öğretirken ‘fayda’ ilkesine dikkat etmesi, eğittiği insanları istikamette tutması, sözle-davranışı birleştirmesi gerekmez mi?

Eğitim; bir nevi kendi ruh köklerinden gelen kültür mirasının gelecek nesillere intikalini sağlayan süreç değil mi?

Eğitim; toplumdaki sosyal veraseti (medeniyet, ahlak vs.) iletmesi gereken bir vasıta değil mi? Siz Shakespeare’i okumamış bir İngiliz, Konfüçyüs’ü okumamış bir Çinli, Dostoyevski’yi okumamış bir Rus, V.Hugo’yu okumamış bir Fransız, İncil okumamış bir Hıristiyan, Tevrat okumamış bir Yahudi düşünebiliyor musunuz? Kendi ecdadının mezar taşını, girdiği-çıktığı fakültenin kapısındaki tuğra ve yazıdan habersiz, on-onbeş yıl önce yazılmış bir makaleyi anlamakta zorluk çeken, kendi kültür kodlarını kavramlarını dahi bilmeyen bu nesil neredeki eğitim kurumlarından mezun? 

Merhum Prof. Erol GÜNGÖR’ün şu hatırası ne kadar ibretamizdir. Türk modernleşmesi hakkında önemli çalışmalar yapmış büyük bir sosyal bilimci olan Rustow asistanı E. Güngör’e Türk milli eğitim sisteminin hali-pür melali konusunda bir gün Beyazıt Meydanında birlikte yürürken “Erol, etrafta 7-8 yaşlarında gözlerinden zeka fışkıran çocuklar görüyorum. Bu zeki çocukları okullarınıza alıp nasıl aptal hale getirdiğinizin sırrını bir türlü çözemiyorum. Sahi, bu çocukları okullarınızda nasıl aptal hale getiriyorsunuz?”

 Hiçbir mesele, hiçbir eğitim meselesi suya sabuna dokunmadan konuşulamaz. Suya sabuna dokunacağız. Fakat kırmadan, dökmeden, yol göstererek, rehberlik ederek… Belki biraz sesimizi yükselteceğiz. Ama bütün bunlar bir hastanın çektiği ızdırabın yansıması gibi olacak. Bu milletin, bu ümmetin derdi bizim derdimiz. Bu milletin üzüntüsü, bizim üzüntümüz. Sıkıntısı bizim sıkıntımız. Sevinci de bizim sevincimiz. İnsan kaybederse, “İnsanı insan yapan değerler” kaybederse kim ne kazanacak? Sellerin sürüklediği kuzuları, aynı sulara kapılmış insanlar değil; selin dışında kalabilmiş kişiler kurtarabildiğine göre, selin dışında kalmak zorunda değil miyiz? İnanan, düşünen, hisseden, kalbi selim, aklı selim, zevki selim sahibi, şuurlu, bilgili, dengeli, insan olmak hedefi nerede? “Muhataplarımız da bizi anlayacak yahut anlamalı. Biz kimiz, neyiz, ne yapıyoruz. Sürü müyüz, yoksa şahsiyet mi?” Öpmeye kıyamadığımız; Rabbimizin bize en büyük emaneti olan yavrularımızı niçin istediğimiz gibi yetiştiremiyoruz? Çocukları üzerinde alakadar, hassas bir aile olduğumuz halde ne oluyor da pırıl pırıl okullara verdiğimiz yavrularımız bu hallerini koruyamıyorlar. Hata nerede, sıkıntı nerede? Çare ne? Bizi biz yapan değerler, şahsiyetimiz, kimliğimiz, aidiyet duygumuz bunlar ne olacak? Her şeye fiyat biçilen bir dünyada bizim değerimiz olmasın mı?

Verdiğini bile muhafaza edemeyen okula, bu vatandaş nasıl güvensin? Uyuşturucu –Silahlaşmalar –Kavgalar -Öğretmen dövmeler vs. Ne oldu bize? Mekteplerimiz ilim-irfan yuvası değil miydi? Ailelerimiz bizleri “mini mini mektepli ne de güzel edepli” diyerek mektebe yani okula göndermiyorlar mıydı? Evlatlarını yetiştirirken “ölürse yer beğensin kalırsa el beğensin” denmez miydi? Daha o yaşlarda bile; 

“Yavrum! Yediğin yok olur, yedirdiğin kalır. Giydiğin yok olur giydirdiğin kalır” diyerek, “Çocuk dünyası”na başkalarını düşünme kavramlarını yerleştirmiyorlar mıydı? Değişim adına yıkıp geçtik. Dilsiz, sevgisiz, düşüncesiz kaldık. Yağmur gibi bilgi yağsa, seller gibi teknoloji aksa ne olacak; sevgi ve düşünce bütünlüğünü, siz eğitimin ve hayatın temeli yapmamışsanız ne elde edebilirsiniz.

Okullara bakın. Kızlarımız dahi silah-bıçak kullanıyorlar. Flört saldırıları yapılıyor. Öğrenciler nâhak yere birbirini yiyor. Ne öğretmenin ağırlığı, ne öğrencinin edebi? Ne oldu böyle? İnsanın bütünlüğünü parçaladık, berhava ettik. Hani “bir okul açan bin hapishane” kapatacaktı. Hani her okuyan etrafını aydınlatacaktı. Suç işleyen öğrencinin bu hale gelmesinin vebali kimde? Okul mu? Devlet mi, Aile mi? Çevre mi? Kim suçlu? Bizde mi “suçlu ayağa kalk!” diyelim. Şefkatle, merhametle, sevgi hamuruyla yoğrulmuşuz. Mukaddesi, kutsalı olmayan bir eğitimin iflas ettiği gerçeğini ifade etmek durumundayız. Gençlerimiz birbirini bıçaklarken, ölürken, öldürülürken, uyuşturucu batağına götürülürken, futbol, magazin, porno hastalığına bulaştırılırken, biz sessiz kalamayız! Ateş bacayı sarmışken sükut edemeyiz. Ucuz kahramanlık yapmadan, istismar etmeden bu milletin derdini dert edinen meselelerine çareler arayan, mazi-hal-istikbal köprüsünü yıktırma gayreti içinde olanlara; (Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak!) Diye haykırmak mecburiyetindeyiz. İnsanımız vahyin ışığına, nebevi soluğa, hidayet ve istikamet üzere yaşanan bir hayata, dünyevi ve uhrevi saadete çağıran bir eğitime ne kadar muhtaç. Dünyada cennetten bir şube hali içinde olması gereken 1,5 milyarlık ümmet ailesinin hali bizi hiç etkilemiyor mu? 

Devleti korumak, milleti korumaktır. Milleti korumak, milleti millet yapan değerleri korumaktır. Meşruiyetin kaynağı, milleti millet yapan insanı insan yapan ve de yücelten değerlerdir. Eğer milletten, milletin kararından-iradesinden korkuyorsanız, milleti millet yapan aileyi aile yapan, insanı insan yapan değerlerden korkuyorsunuz demektir. Bu korkunun bizatihi kendisi, en çok korkulması gereken bir talihsizliktir. Ona teminat değil deva aranır. Demokrasiyi milletten koruyorsanız, nereye dayanacak sizin demokrasiniz? Herkes demokrasiyi millete korutur. Dert bitmez. 

Her okul açılışında yavrularımızı yarınlara hazırlayalım. Kendi değerlerimizle mücehhez, din-dil-tarih şuuruna sahip, şefkat-merhamet-sevgi-saygı gibi manevî duyguları taşıyan, okuma alışkanlığı ve sorumluluk gibi güzel alışkanlıklar elde ederek mezunlar verirsek kısmen görevini yapmış oluruz. Rabbim yâr ve yardımcımız olsun.     

 

x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23