• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Yaşar Değirmenci
Yaşar Değirmenci
TÜM YAZILARI

Tepedekileri İkaz

17 Şubat 2019
A


Yaşar Değirmenci İletişim: [email protected]

Bir milletin idaresine, insanlığın huzur bulmasına talip olup bu ulvi görevi ifa etmeye çalışanlar, ister okusun, ister okumasın işleri zor. Yönetimde bulunan müminlerin işi zor. Allah yâr ve yardımcıları olsun. Allah onları hem kendi nefislerinin şerrinden, hem de çevrelerinin şerrinden korusun. 

Aklı başında, sorumluluk sahibi, adil ve mutedil insanlar gelip gelip dert yanıyorlar. Benim gibi “kurb-i sultan, âteş-i suzan: İktidara yakınlık kavurucu ateştir” düsturunu ilke edinmiş birine “öğüt” siparişi veriyorlar. “Ne olur, iş işten geçmeden uyarın!” diyorlar.

İstişare edene, söz söylenir. Sormayana söylemek söz israfıdır.

Bizler, kötü gün dostlarıyız. Düştüklerinde, acılarını paylaşırız. Fakat saltanat günlerinde yanaşmayız. Çünkü güç, servet ve iktidarın bir arada olduğu yere sinekler hücum eder. Sineklerin bol olduğu yere bal arıları gelmez. Zira sinekler mikrop taşırlar. Onların hücum ettiği yere gidenlere de mikrop bulaşır.

İlim irfan sahiplerinin aklından çıkmayan şu öğüdü hepimiz kulaklarına küpe etsin. “Ümeranın ayağına giden ulemadan sakın, ulemayı ayağına getiren ümeradan da sakın”. Şimdi, çağların ötesinden gelen şu mucizevî peygamber öğüdüne bakalım. Allah Rasulü buyuruyor: “Allah bir lidere hayır murat ettiği zaman, onun etrafını dürüst yardımcıların almasını temin eder. O lider unuttuğu zaman, onlar hatırlatır. Hatırladığı zaman, yardımcı olur. Allah bir liderden de hayrı çekip aldığı zaman, onun etrafını kötü yardımcılarla kuşatır. Unuttuğu zaman hatırlatmaz, hatırladığı zaman yardım etmez, kötü işlerinde onu uyarmaz.”  (Ebu Davud ve Neseî’den)

Bir yöneticinin Allah’ın desteğine mazhar olup olmadığını, onun etrafını saran insanlara bakarak anlaşılır. Eğer etrafını yağcı tipler sarmış, onun yaptığı kötü işlere engel olmuyorlar, onu yanlış yaptığında uyarmıyorlar, hatta bizzat etrafı ona yanlış yaptırıyorsa, bu çevre Allah’ın belasıdır. O yönetici bu çevreyi ister etrafında tutar, isterse tutmaz. Kendi bileceği bir iş. Gazali de ‘İnsan çevresinin mahsulüdür’ der. 

Çevre yöneticiyi, kötü/yanlış yaptığında uyarıyor, iyi yaptığında takdir edip yardımcı oluyor, onu hakka ve hayra yöneltiyor, adaleti ve takvayı tavsiye ediyorsa, işte o zaman liderin Allah tarafından desteklendiği sonucuna varıyorum. İlim ve irfan semamızın yıldızlarından Fudayl b. Iyaz diyor ki: “Bir çok alim dinleriyle beraber yöneticilerin yanına girerler. Ancak verdikleri tavizlerden dolayı dinlerini yöneticilerin yanında bırakarak çıkarlar.”

Galiba, alimler yöneticilerin emrine girince, yalnızca dinlerini bırakıp çıkmıyorlar. Aynı zamanda vicdanlarını, insaflarını, şereflerini ve onurlarını da bırakıp çıkıyorlar.

Onun bunun ayağını kaydırmak, ona buna laf yetiştirmek, hasetlik etmek yerine, bize gıpta etmek düşer. Başkalarının rezilliklerini kendi meziyetimiz, izzetimiz gibi sunmak yerine, Kur’an’ın “hayırda yarışın” emrine imtisal edip hayır/hasenat yarışına girelim. Tarihte oynadığımız o büyük role yeniden aday olalım. Hayırda önde olmanın bir bedeli var. Bu bedeli gönül rızasıyla ödemeye talip olalım. Bütün bunları yapamayacaksak, buna ne birikimimiz, ne insan kaynaklarımız, ne imanımız, ne izanımız, ne yüreğimiz, ne de aklımız yetmiyorsa, bari bunu yapmaya talip olanlara çelme takmayalım, çamur atmayalım. Oturup hal-i pür melalimize ağlayalım. Belki gözyaşlarımız tepeden tırnağa bulandığımız zillet çamurunu bir nebze yıkar da, kararan yüzümüz ağarmaya başlar. 

Allah’ın dinine savaş açan her kılığa girip, her hileye başvuran ‘hedefe ulaşmak da her yol mübah’ı ‘Her yol müsait’e çevirerek aynı çizgide buluşanlara azami dikkat etmek icap eder. Bu güruhun tasallutuna, taarruzuna karşı mücadele ederken ‘Demokrasi, laiklik, Kemalizm, vs.’ adı altında toplananlarla ‘dünyevileşme hastalığı’nda buluşamayız. Her türlü şirkin ve putperestliğin revaç bulduğu bu dönemin hesabını veremeyiz. 

Bir büyük şehir Belediye Başkan adayı ‘…şarabını uluslar arası marka yapmak istediğini’ nasıl söyleyebilir? Bir başkası ‘Hayat tarzına müdahale olmaz!’ derken sosyal hayat tarzında “emri bil maruf nehyi anilmünker”i nasıl unutabilir? Tabii uygun şekilde, kırmadan dökmeden ihsan usul ve üslubuyla…

Ya ‘sevgililer günü’nü kutlayanlara, kumar masalarına göz yumanlara, otellerde kalırken ‘evlilik cüzdanı’nı kaldırıp zinayı suç olmaktan çıkaranlara ne diyeceğiz?

Bürokratlar, devletin memurluğunu önceleyip Allah’ın memuru olduklarını, gölgede bırakarak mı paçayı kurtaracaklar? 

Bütün siyasiler önemli görevleri yaparken siyasete girmeden önceki hali ile şimdiki halini kıyas edecek, öncesiyle sonrasıyla ‘mal beyanı’nda bulunacak, tapuları da başkasının üstüne yapmayacak. Şeffaf, rahat, sade, güvenilen, güven veren yapıyı yerleştirecek. Gayet normal hususları söyleyip yazarken hayal dünyasında mıyım?

Mukaddesliğin, kutsiyetin, kaynağı ve aslî konusu; sadece imandır, dindir, İslâm’dır. Buradaki hassas sınır şudur: İnsan elbette ki inançlarını yaşarken bir takım maddi imkânlardan ve olgularından, faydalanır. Ama o maddi imkânları ve o olguları, mukaddesatının kaynağı olarak görmeye başlarsa, ifrada düşmüş, sapmış olur. İnsan hakları, demokrasi, benzeri kavramlar, hiçbir zaman esas olmaz. Onlar, esasa muhtaçtır. Yaşama beraberlikleri, paylaşmalar “din” mayası ile kıvamlanmalıdır. Yahya Kemal’in dediği gibi “milletlerin mayası kan değil, dindir”. Batı’da da öyledir. Hiçbir düşünce bu hakikati inkâr edemez. 

Bu milletin sosyal dokusu. Kendi fıtrat ve asliyetinin dışında başka hiçbir bünye ile bağdaşmaz ‘Laiklik’ dayatması bu milletin ‘iman yüreği’ni hançerlemektir. Din’e toplumsal hayatın kapılarını (laiklik, demokrasi, vs. toplumsal hangi isim altında olursa olsun) kapatırsanız dinin zayıflaması devlet için tehlikedir. Devletin sahibi millettir. Milletin dini, milletin manevi yapısı, devletin himayesi altındadır. Siyaset bir araçtır. Onu amaç edinmemek şartıyla, insanın kendi amacının/ideallerinin gerçekleşmesi yolunda kullanabilir. Biz kullanmazsak başkaları kullanır ve biz de göz göre olumsuz gelişmelere sadece seyirci kalırız. Statükoya razı olmak, her şeyi olduğu gibi kabul etmek, ‘olan’a kendini uydurmanın mazereti olmaz/olamaz. Ülkeye, milletimize ve insanımıza sahip çıkmak birinci görevimiz olmalıdır. Halkta iman şuuru uyandırılmalı. Halk dindar olmazsa, ne ilim ne de teknik insanları koruyamaz/himaye edemez. Halkın dinen zayıflaması, devlet için tehlikedir.

Sadelik, güzellik, temizlik, aydınlık, incelik, sağlamlık, çalışkanlık daima övülmüş, perişanlık, derbederlik, düzensizlik, meskenet, zulmet daima kötülenmiştir. 

Mülkün sahibi Cenab-ı Hak’tır. Müslüman için; mülkiyet mükellefiyet demektir. Farklılık imtihan içindir. Fakirlik de imtihan içindir, zenginlik de. Elimize geçenlerin ihtiyacımızdan fazlasını Allah rızası için harcayacağız. Dünya nimetleri, bize Rabbimizi unutturursa kötüdür, unutturmazsa güzeldir. 

Dinine sarılan, dünyasını da, ahiretini de kazanır. İman şuuruyla dünyaya bakan, dünyadaki nasibini de unutmayacaktır. Mesele ölçü ve denge meselesidir. Dünyaya bağlanan ona köle olur. Onu ahretin tarlası olarak görene, dünya köle olur. Geminin yüzmesi için suya ihtiyaç vardır. Ama su geminin içine girerse onu batırır. Gemi için su ne ise, mümin için dünya odur. Bu şuurdan ve bu istikametten yükselecek mesajları bekliyor dünya. İnsanlık, acılar, hasretler, tezatlar, bunalımlar içinde. Bizim vazifemiz bu!

 

x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23