• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Yaşar Değirmenci
Yaşar Değirmenci
TÜM YAZILARI

Medeniyetimizle irtibatımızı koparmayalım!

20 Ekim 2018
A


Yaşar Değirmenci İletişim: [email protected]

Geçen haftaki ‘Medeniyet ve Medenilik’ ‘Kendi medeniyetimizi mutlaka bilelim!’ yazılarımızda Medeniyet meselemize kısmen temas etmiştik. Bu hafta da devam edelim.

Düşüncenin şartlarından biri de adalettir. Nedir adalet? Bir şeyi layık olduğu yere koymak. Tersi zulümdür: Bir şeyi layık olmadığı yere koymak. Bir şey, bütün içindeki yerinin değeri nispetinde önemlidir. ‘Öncelikler sıralamasındaki yerine göre önemlidir’ de diyebiliriz. Uzman da lazım teknoloji de lazım, teknisyen de lazım... Ama bizim öncelikli meselemiz bunlar değil. Bunlar zaten olacak ve oluyor.

Bizim meselemizin bir adı da ‘medeniyet ve insan meselesi’dir. Bu meseleyi gündemine almayanların ufku da sorumluluk duygusu da yoktur ve sadece mecburiyetten anlar. Düşünen, görev şuuruna sahip, sorumluluk duygusu taşıyan, geniş bilgiyle mücehhez ufku açık insanlar, kendi medeniyetimizde yetiştirilebilir. Bunları yetiştirerek, kültür-medeniyet davamızın meselelerini çözecek kadroları yetiştirerek problemlerimizi çözeriz. Tıkanma, dolaşımın sıhhatsizliğinden olur. Kan pıhtılaşır, bazı maddeler sindirilemez hale gelir, vs. Cemiyetteki tıkanmalar da, fikir dolaşımının yetersizliğinden husule gelir. Diyorum ki önce bu teşhisi bir koyalım. Teşhis mutabakatını sağladığımız an, göreceksiniz ki bir farklılık oluşacaktır. Bu farklılık da ‘İslam Medeniyeti’ ile elde edilir. 

Aklın, imana ihtiyacını anlamak lazım. Sadece kalbin değil, aklın. Çünkü akıl, iman ile gerçek dengesine ve gücüne kavuşur. Maddi ilimlerin kuralları içinde mahpus kalan bir akıl, her şeyi maddi ilimlerin kurallarına göre izah edebilme şartlanmışlığı içindedir. Böyle bir akıl, insanlığın buhranını çözecekken ‘akıl buhranı’na saplanır. Yabancılardan misal vereyim, belki daha tesirli olur! Ünlü fizikçi Max Planck diyor ki: ‘İlim tabiatın son sırrını keşfedemeyecektir. Çünkü keşfetmeye çalıştığımız sırrın içinde kendimiz de varız!’ O sırrın içindeki varlığımız ruhumuzdur işte! O’nu bilsek; uzay mekiğine ve dev teleskoplara, sırrın keşfi itibariyle ihtiyacımız kalmazdı. Maddeten ispat edemediğini yok sayacaksan; önce senin ruhun yok, bin netice sen kendin yoksun demektir! Sen önce otur kendini yokla, kendini bul, kendi varlığını fark et. Kendini bilmeyen neyi bilecek? Ölüm bir uyanıştır. Ama aslolan, ölmeden evvel uyanmaktır. Ölmeden evvel uyanmanın şartı da, nefsaniyeti ve gafleti öldürmektir. (Bu ifadeler hadis meallerine müstenittir.) Bütün bunları, benzerî meselelerimizi de İslam Medeniyet içinde bulabiliriz. Mimarimizi güzelleştiren, beton yığınları olmaktan kurtaran, tabiatı tahrip ettirmeyen, hayattaki her şeyin fıtratıyla yaşamasının gerekliliğini unutturmayan Medeniyetimizden başka nedir?

Merhum Mehmet Niyazi ÖZDEMİR’in (‘Medeniyetimizin analizi ve geleceği’ kitabından. Ötüken Yayınevi) birkaç paragraf nakledeyim. 

“Medeniyetin ruhsal temeli inançtır. Toplumsal temeli ise o inançtan doğan ahlak nizamıdır. Çünkü inanç ve ahlak insanların içgüdülerini, ihtiraslarını gemleyerek onların bir arada yaşamalarını sağlar. Bir arada yaşamak medeniyetin çekirdeğini teşkil eder. Sadece beraber yaşamanın lüzumunu kavramış toplumlarda ilk önce varlıklarını sürdürecek biyolojik ihtiyaçlar kendini hissettirir. 

Medeniyetlerin temel kaynağı hayattır. Hayata derinliğini veren telakkiler aynı zamanda sınırlarını da çizer, medeniyet de ona göre boy atar. 

Müslümanlar dünyaya vakar ve hürmetle bakarlar. Dünyaya tapmazlar. Onu ebedî hayat yolculuklarında bir durak kabul ederler. Zaruri bir konaklama olduğundan da küçümseyemezler. Hatta yeterince değerlendirmenin de sorumluluğunu taşırlar. Ne materyalist Batılılar gibi, ‘Benim yurdum, yalnız bu dünyadır’ ne de Hıristiyanlar gibi ‘Benim yerim bu dünya değildir’ derler. Müslümanlar “Rabbimiz bu dünyada da iyiliği, ahrette de iyiliği ver” (Bakara 201) diye dua ederler.

İslamiyet’te dünya ve ahret iç içedir. Fâni dünyadaki fiillerin, hayat üslubunun ahrette de önemi vardır. Bu inanış insanda sorumluluk şuurunu oluştururken ona kemal yollarını açar. 

Medeniyeti insan gün ışığına çıkardığı gibi, her medeniyette kendi tipini oluşturur. Oluşan insan tipi, o medeniyetin yaşatıcısı ve geliştiricisidir. İnsan tipini canlı tutabilen medeniyet, kendini gayesine, kabullerine, değerlerine göre yeniler. İnsan yara aldı mı, medeniyet de aynı zamanda yara alır. Bilhassa İslam ülkeleri, zenginliklerini iyi kullanmak zorundadırlar. Lüzumsuz ihtiraslara kapılıp, silahlanmaya girişirlerse, imkanlarını silah üretenlere peşkeş çekmiş olurlar. Bu silahlar da ancak birbirlerini boğazlarlar. Günümüzün süper güçlerinin arzulamadığı bir yere yaklaşırlarsa, ellerindeki silahlar işe yaramaz hale gelir. 

Ortadoğu’nun devletleri birbirinin varlığına rıza göstermeli, topyekûn bir dayanışma içine girerek ortam oluşturmalılar. 

İmkanlarını altyapıya, kültüre, ilme yatırmalıdır. Aksi takdirde sadece gelişmiş ülkelerin sanayisine yardımcı olurlar, geri kalmışlıktan da hiçbir zaman kurtulamazlar.

Cemiyet, ideallerden ziyade insan tabiatı üzerine inşa edilir. Bu da eğitim ve öğretimle yakından ilgilidir. Medeniyetlerin en büyük düşmanı; bağnazlık, despotizm, kargaşadır. Hürriyet ve hoşgörü kök saldığı ortamın vazgeçilmez vasıflarıdır. Kur’an-ı Kerim’in Araf sûresinde, “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” diye buyrulurken âyetin soru şeklinde olmasıyla, Allahü âlem ferdin hürriyetine işaret ediliyor. Allah’ın kuluna nimeti olan hürriyetin çok önemli sebepleri olmalıdır. İnsanoğlu en büyük hoşgörüye de İslamiyette kavuşmuştur. “Dinde zorlama yoktur” âyeti de bu hoşgörünün temel taşıdır. 

İslamiyet insani ilişkilerde, adalet tevziinde, kişileri ne inançlarına, ne renklerine, ne de tabiiyetlerine göre tasnif eder. Adalet, hak bütün insanlar için söz konusudur. İnsanlara şu veya bu sebeple yapılan ayrı muamele kadar acı veren hiçbir şey yoktur. Takvanın getirdiği üstünlük sadece Allah katındadır. Hukukî işlerde herhangi bir ayrıcalığa vesile olmaz. Ne suretle hangi şartlar altında olursa olsun, hukuki işlerde farklılık zulümdür. İslam’ın temel kaynaklarında zalimler kadar hiç kimse kötülenmemiştir.” 

Bu hususta sıra; Yaşayanlardan Üstad Sezai KARAKOÇ ile ilim ve fikir adamı Yusuf KAPLAN’a geldi. 

Devam edeceğim İnşaallah…

 

x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23