• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Yaşar Değirmenci
Yaşar Değirmenci
TÜM YAZILARI

Cemaatler kendilerine çekidüzen vermek zorundadır

14 Nisan 2019
A


Yaşar Değirmenci İletişim: [email protected]

   Nefs muhasebesinden kimse kaçamaz/kaçınamaz. İyi taraf varsa geliştirilmeli, yanlış varsa yanlıştan vazgeçilmeli, ifrat varsa itidal ve istikamet çizgisinde bulunmalı. Cemaatsiz, cemiyetsiz olmayacağına göre ‘sosyal bir muhasebe’ye de ihtiyacımız vardır. Cemaatlerin de köklü bir muhasebe yapmaları da şarttır. Toplumda bazı fırsatperesetlerin televizyon televizyon dolaşarak cemaatlere / tarikatlere yaptıkları saldırının, bu toplumun Müslüman omurgasını çökertmeyi amaçladığı asla unutmamalıdır. Değerli Hocamız Yusuf KAPLAN’ın şu tesbitine biz de dikkat çekmeliyiz.

‘Ehl-i sünnet omurga, İslâm’ın sigortasıdır; İslâm ise bu ülkenin, medeniyet coğrafyamızın sigortasıdır. Eğer cemaatler / tarikatler çökerse, ehl-i sünnet omurga çöker; ehl-i sünnet omurga çökerse, İslâm’ın varlığı tehlikeye girer; İslâm’ın varlığı tehlikeye girerse, bu ülke paramparça olur, tarihten silinir, medeniyet coğrafyamızın umutları biter -Allah muhafaza.

Başka bir ifadeyle, eğer cemaatler, hele de tarikatlar çökerse, kısa ve orta vadede deizm, hatta ateizm dalga dalga yayılır ve uzun vadede ise bu toplumda İslâm’dan eser kalmaz.

Kadıyanîlik gibi, FETÖ gibi, bu kez İslâm’ı, içerden vuracak, küresel sisteme boyun eğdirecek, sahte cemaatler icat ettiler. 15 Temmuz bunun zirve noktasıdır. FETÖ’yle cemaatleri eşitleyip bütün cemaatleri önce devletten sonra hayattan uzaklaştırmak istiyorlar. Onun için de önce İslâm’ın kurucu kaynaklarına saldırtıyorlar, sonra da Müslüman oluşumları birbirlerine saldırtacaklar. Çok sinsi bir operasyon bu! Oysa elimizde sadece cemaatler kaldı.  

Son çeyrek asırdır İslâmî ehl-i sünnet omurga çökertilmeye çalışılıyor.’ Başka yazılarında da değil, bir milletin, ümmetin hatta insanlığın tek güvenip ümit beslediği ülke Türkiye ve millet de Türk milletidir. Kafaya göre din olmaz. Dine göre kafa olur. Dine uyacağız, dini kendimize uydurmayacağız. Âyet, hadis, sünneti seniye sıralamasına da dikkat edeceğiz.

Mensubiyetini ‘efdaliyet (üstünlük) hastalığı’ haline getirenlerin yüzünden bu itidal ve istikamet çizgisi dindar geçinenlerin yüzünden şer güçlere malzeme vermişlerdir. O hale getirilmiştir ki İslam’ı kafasına göre yaşayanların yapılan hatalarla özdeş bir din anlayışı yerleştirilmiştir. Zulmeden, katliam yapan emperyalist devletler, DEAŞ gibi terör örgütlerine dini kisveyle, Allah diyerek adam öldürterek İslam ile terörü aynı göstermişler, insanların İslam’a gelmelerine mani olmuşlardır.

Ehl-i sünnet akidesine göre keramet haktır. Ama keramet insana Allah’ın özel alanına müdahale edebilme gücü vermez. Kalbi bilmenin bir gayb meselesidir. Allah da buyuruyor ki, 

‘biz seçtiğimiz peygamberler dışında gaybı hiç kimseye bildirmeyiz’. Din bu değildir, tasavvuf da bu değildir. Dindar, dinde olanı yaşamaktır.

İmam Rabbanî Hazretlerinin şu tespiti burada da yol göstericidir: ‘Zahirle batın arasında bir çatışma varsa, batın bilgi atılır, zahir alınır. Farklılık kıl kadar olsa bile’. Tasavvuf şeriatı en hassas çizgilerle yaşamaksa doğrunun yegâne ölçüsü şeriat olmalıdır. Bunun başka da bir izahı yoktur. Tasavvuf Peygamberimizden beri var olan bir anlama, yaşama ve hissediş biçimidir. Nefis tezkiyesi, züht, takva ve ibadet eğitimidir. Şimdi yaşamayanlar için “bugün tasavvufun adı var, hakikati yok; oysa eskiden hakikati vardı, adı yoktu”, sözü meşhurdur.

Şark’ta, Batı’yla kültürel-fikri-siyasi mücadele yürütebilecek birikime sahip bir millet yoktur. Sadece biz varız, ama kendimizde değiliz. Bu çağı bizden başkası yorumlayamaz, değerlendiremez, tercüme edemez, yönlendiremez. Batı’yı biz biliriz. Dünyaya hakim olan Batı medeniyetinin hastalıklarını da, müsbet vasıtalarını da biz biliriz. Beş asır onlarla aynı coğrafyada mücadeleler ve münasebetler içinde yaşadık. Bu tecrübeye başka bir millet sahip değildir. Varsa, insaf sahibi Batıcılara anlatmak lazımdır ki: Türkiye sevginin, şefkatin, merhametin, insanı insan yapan değerlerin medeniyetine sahiptir. Vahşetin ‘uygarlık’ diye yutturdukları bir uygarlık yolcusu değiliz. Yeter ki, biz kendimize gelelim. İfrat’lar, tefritler her konuda görülebilir ancak temel tercihlerdeki ifrat ve tefrit kökleri apayrı bir önem taşır. Bizim toplumumuzda, “devletle kavga etmek” gibi bir gelenek çizgisi ve özelliği yoktur. “Nasılsak öyle idare olunuruz” bilgisi ile kendini (nefsini) değiştirmeyi öne alan bir hayat anlayışının üst bakışı vardır. Temel tercihlerdeki itidal ve istikamet ilkesini, ölçü ve dengeyi hayatımızda göstermemiz gerekir. Bu topraklarda İslam böyle yaşandı. Hatalar olabilir, yetersizlikler görülebilir. Ama her zaman, bir “basiret istişaresi” ile “kendi kendini ikaz” etme mekanizması bir teminat rezervi gibi korunmalı, şer güçlere malzeme verilmemeli. 

Bizim toplumumuz mutedildir. “Ilımlı-uyumlu” falan değil, mutedil. 

Hangi göze ve gözlükle bakacaksın, hangi akılla düşüneceksin, hangi ışıkla aydınlatacaksın, hangi terazi ile tartacaksın? Hangi ölçüyle hareket edeceksin? İslam özünden kaynağından öğrenilmeyince Müslümanların hataları, kusurları dine mal edilmiştir. Bize düşen ‘üsveyi hasene’ (örnek insan) olmaktır. ‘İslam kusursuz Müslümanlar kusurlu’ sözü önemlidir.

Bu millet, İslâmi esaslar içinde kalarak insanların ırkları, dilleri, renkleri ne olursa olsun adaletten ayrılmadığı, ‘emri bil maruf, nehyi anil münker’ yaptığı, ırkçılığa hiç ülfet etmediği müddetçe yelkenlerimizi İslâm rüzgârıyla aziz devleti ve milleti bina etmeye muvaffak olmuşuz. Elhamdülillah…

Türk milleti, bu millet etnik farkları kaynaştırıp ölümsüzleştiren manevileşmiş tarihi varlığıyla bir bütündür. Türk milleti Müslüman’dır. Dinini kaybedince milli özelliklerinin bütününü kaybeden ve milliyeti ile maneviyatı birbirinden ayrılmaz hale gelmiş bir millettir.

Türkiye, Türk milletinin anavatanıdır. Din-dil-tarih şuuru milli sıhhatin teminatıdır. Millet olmak manevi, tarihi ve idealist bir gönül beraberliği içinde bulunmaktır. Şer ittifakı bile ‘ulus’ diyemedi. ‘Millet ittifakı’ dedi/demek zorunda kaldı.

Vahyin inşa ettiği bir tasavvur, diğeri vahiy dışı bir kaynağın inşa ettiği bir tasavvur. Vahyin inşa ettiği bir tasavvura sahip olan için problem yok. Onlar probleme doğru teşhis koymayı bilirler. Diğerleri ise problem hakkında en azından tereddüde düşerler. Bir “acaba” oluşur. Değerleriyle ilişkisini değil, değerlerini sorgulama yanlışını tercih eder. Önce, tasavvurumuzu yoklamamız gerekiyor. Ondaki istikamet sapmalarını tesbit etmemiz, bu sapmaları doğru ölçüye göre yeniden kontrol etmemiz ve düzeltmemiz gerekiyor. Bunu yapması gerekenler elbette kitleler değil. Sokaktaki adamdan bunu bekleyemeyiz. Alimlerden, entelektüellerden, aydınlardan ve önder konumundaki insanlardan bekleyeceğiz bunu.

Mukaddesliğin, kutsiyetin, kaynağı ve aslî konusu; sadece imandır, dindir, İslâm’dır. Kemalizme, alet olmaya, Müslümanları kullanılır hale getirmeye, onları vatan ve devlet düşmanı çizgide tutmaya tahammülümüz yoktur. İbni Haldun’un ‘Devletin, halkını din ve inanca çağırması, devletin temelini sağlamlaştırır’ sözünü nasıl hatırlamayız bile.  Statükoya razı olmak, her şeyi olduğu gibi kabul etmek, ‘olan’a kendini uydurmak, elbet tasvip edilir bir davranış olamaz. Ama bunun tam zıddı, her şeyi reddetme, yani sadece tepkide bulunma, fakat yeni bir çözüm getirmek için hiçbir çaba sarf etmeme de, kabul edilecek bir tavır olamaz. Ülkeye sahip çıkmak, milletimize ve insanımıza sahip çıkmak birinci görevimiz olmalıdır. Halkta iman şuuru uyandırılmalı. Halk dindar olmazsa, ne ilim ne de teknik insanları koruyamaz/himaye edemez. Halkın dinen zayıflaması, devlet için tehlikedir. Unutmayalım ki ağaç doğrulmadan gölgesi doğrulmaz.

 

x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23