• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Vehbi Kara
Vehbi Kara
TÜM YAZILARI

Trump’ın Rakibi Elizabeth Warren ve Kadın İstihdamı

02 Ocak 2019
A


Vehbi Kara İletişim: [email protected]

2020 ABD Başkanlık seçim yarışında Trump’ın en büyük rakibi Demokrat Partiden Massachusetts Eyaleti Senatörü Elizabeth Warren’dır. Bu maksatla keşif komitesini kurarak şimdiden yarışa girmiştir.

Bu yazıda Amerikalıların aynı zamanda akademisyen olan bu hanımı, hangi özelliklerinden dolayı tanıdığını ve meşhur olduğunu izah etmeye çalışacağım. Bu sayede kadın istihdamı ile ilgili olarak bazı önyargıların yıkılacağını umut ediyorum.  

Başkanlık seçim yarışı sürecinin ilk önemli adımı olarak görülen keşif komitesi, kampanya için bağış toplama ve personel istihdamına izin vermektedir. Bu nedenle yapılacak ilk işlerin başında gelmektedir.

İlk seçim mesajında "Farkımız ne olursa olsun, çoğumuz aynı şeyi istiyor. Sevdiğimiz insanlarla ilgilenebilmek. Bunun için mücadele ediyorum” diyen Warren; 2003 yılında yazmış olduğu “İki gelir Tuzağı – The Two İncome Trap” isimli kitabına gönderme yapmıştır.

2008 ekonomik krizinin sebebi olarak kadınların çalışma hayatına zorla sokulmasını öne süren Warren, büyük bankalara ve kontrolsüz kapitalizme yönelttiği sert eleştiriler ile gündeme gelmiş ve tanınmaya başlamıştır.

Ailenin ve tüketicilerin korunması çağrıları yaparak halkın sempatisini kazanan Warren, bu düşüncelerinden dolayı aynı partideki Obama yönetimi ile ters düşmüştü. Bu hali ile Demokratların en önde gelen figürlerinden olan Warren, ABD Başkanı Donald Trump’ı koltuğundan edebilecek biri olarak görülmektedir.

Başkan Trump ve Demokratların etkili ismi Warren arasında ırkçılık konusunda da sert atışmalar yaşanmıştır. 69 yaşındaki bu kadın siyasetçiye DNA testi yaptırması için çağrıda bulunan Trump, "Eğer test yaptırırsan ve bir yerli olduğunu gösterirsen, en sevdiğin hayır kurumuna 1 milyon dolarlık bağış yapacağım" demişti. 

Bu çağrıyı fırsata çeviren Warren, test yaptırarak Trump'ın karşısına çıkmış ve Stanford Üniversitesinde yaptırdığı DNA analizi, Warren’ın soyunun çoğunlukla Avrupa’yı işaret ettiğini ancak aile ağacında yerli Amerikalı bir kol da olduğunu ortaya çıkarmıştı. Böylece Kızılderili yani Amerika yerlileri soyundan geldiğini ispatlayan Warren, Amerikan yerlisi kimliğinin 10 nesil kadar geriye gittiğini göstererek ırkçılara da bir ders vermiş oldu.

Trump'tan 1 milyon dolarlık çeki Ulusal Yerli Kadın Kaynakları Merkezi'ne göndermesini isteyen Warren,  "Aile geçmişimin bir ABD Başkanı tarafından ırkçı siyasi bir malzeme olarak kullanılmasını hiç beklemiyordum" diye konuşmuştu. İşte tam bu noktada yani ABD başkanı ile yaptığı tartışmalardaki kadınlar ile ilgili yapmış olduğu çalışmalara değinmek istiyorum.

Kadınların çalışma hayatına atılarak karşı karşıya kaldığı sorunlar ve bunların çözümünde Elizabeth Warren gibiyine akademisyen olan Suzanne Venker’de çok emek vermiştir. Aynı başlığı taşıyan kitaplar yani “İki Gelir Tuzağı” adıyla kadın istihdamının ekonomiye verdiği zararları dile getirmişlerdir.

Bu kitaplar yaklaşık 15 yıl önce kaleme alınmış ve oldukça ilgi çekmişti. Bende bunları 2015 yılında tercüme ederek İstanbul Üniversitesindeki Çalışma Ekonomisi bölümündeki hocalarla paylaşmış yetmedi o günkü adıyla Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığına göndermiştim.

Bu gayretlerim ne yazık ki hiçbir ciddi karşılık bulmadı. Buna rağmen en azından yazı yazdığım medya kuruluşlarında bana ayrılan köşelerde “iki gelir tuzağını”defalarca kaleme alarak konunun önemine dikkat çekmeye çalıştım. Yazılarımda ülkemizin de karşı karşıya kaldığı sorunların çözümünde manevi değerler ve aile yapısının güçlendirilmesi gerektiğini dile getirdim.

Warren ve Venker de aynı noktaya parmak basarak ailenin belkemiğini annenin oluşturduğunu fakat yuvalarından çıkmak zorunda bırakıldığı takdirde ailenin güç kaybettiğini ve yıkılma tehlikesi yaşadığını ifade etmişlerdi.

İki gelir tuzağı konusunu ele alırken yapılan analizlerin çoğu ekonomi üzerinedir. Nitekim Warren'ın, kızıyla birlikte yazdığı kitabında, yıllar süren ve kılı kırk yararak yaptığı araştırmalar analizler sonucunda, kısaca şu tespitleri yapmış:

Geçmişte ailede tek bir kişi, yani evin reisi konumundaki erkek, çalışırken bir yandan da tasarruf etmek mümkündü. Fakat günümüzde hem erkek hem de kadın çalıştığı halde negatif tasarruf, yani ailenin belini bir türlü doğrultamaması, durumu söz konusudur. Warren, bu paradoksal durumu incelediği kitabında ve konuyla ilgili verdiği söyleşiler ve konferanslarda ABD özelinde cevap aramış ve çözüm önerilerini sunmuştur.

Suzanne Venker ise iyi bir anne olmaya çalışan bir Amerikan kadını olup tıpkı Warren gibi Amerikan ailesini korumak ve kadınlara karşı kurulan tuzakları boşa çıkarmaya gayret göstermiştir. Her iki yazar da modern yaşamın dayattığı ve tüketime dayalı kapitalist sistemden gelerek artan baskılara karşı mücadele etmişlerdir.

Warren ve Venker, müşfik, evliliğe adanmış, analı babalı, çocuklar evdeyken yanlarında annesi olan ailelerin olumlu neticelerini görmekle birlikte, dehşet, yılgınlık, şüphe içinde kalmış ve şu hususları dile getirmektedirler:

  1. Anne mutlu olduğu sürece, çocukların ihmal edilmesini, çıkarları en yüksek seviyeden korunuyormuş gibi sunan medyayı eleştirerek aldatmacanın derinliklerine kadar iniyorlar. Özellikle kadın ve ebeveynlik dergilerinde kendi çocuklarını yetiştiren kadınlara karşı derinden derine bir düşmanlık meydana getirildiğine dikkat çekiyorlar.
  2. En temel, geleneksel normların çöktüğünü insanların bencil ve anlık arzularının kurbanı olduklarını dile getirilip annenin sorumluluk ve görev anlayışının neredeyse tamamen kaybolduğunu ifade ediyorlar.
  3. Erkekleri, evliliği ve çocuk yetiştirmeyi hafife alan feministlerin; kadınlıkları, üretkenlikleri ve annelikleri ile saygı görme mevkiinden uzaklaştırdığını dile getirerek birlikte yaşamanın, evlilik dışı bebeklerin ve gündüz bakımının aile kurumunu alt üst ettiğini dile getiriyorlar.
  4. Genelde medya ve özelde de diğer ebeveynler, bir çocukları olduğunu dahi unuttuklarından dolayı, onun arabanın arka koltuğunda sıcaktan pişerek ölmesine sebep olmalarına karşı çok ciddi eleştiriler yaparak; anne veya babaya, “ah, yazık, ne kadar da meşguller,” diyerek şefkatli bir destek ve anlayış göstermesinin tutarsızlığına dikkat çekiyorlar.
  5. Annelerin, onların rahatlık ve mutluluğu adına çocuklarını kreşlere daha büyük bir gönül rahatlığıyla bırakmalarını sağlamak için tasarlanmış ürünlerin geliştirilmesini de eleştiriyorlar.
  6. Yeni devrin anne babalık anlayışının tutarsızlığını gözler önüne seriyorlar. Örneğin “çocuklarının ne zaman ve ne kadar tuvaletini yaptığı, yiyip içtiğini, takla attığını veya hangi sözleri söylediğini gösteren günlük çizelge ve grafikler; anne bilgisayarı açsın ve çocuğunu on saniye görebilsin diye kreşe yerleştirilen bir kamera ile bir ailenin ve çocuk gelişiminin sürdürülemez olduğunu” ifade ediyorlar.

The Wall Street Journal, 8 Ekim 2003 tarihinde çalışan annelerin aile üzerindeki etkisini ele alan bu kitapların eleştirisini yayınladı.  Kitaptan alınan iktibas “İki gelirli ortalama bir aile, bugün, bir nesil öncesinin tek gelirli ailenin kazandığından daha çok kazanıyor.  Ancak, bugünün iki gelirli ailelerinin elinde; ev ipoteğini, arabanın masraflarını, vergileri, sağlık sigortasını, kreş faturalarını ödedikten sonra, daha az para kaldığını ifade ediyor. İşte “iki gelir tuzağı”  adı verilen mesele budur.

Annelerin bir furya hâlinde çalışma hayatına girmesinin, aileleri daha az güvenli, daha az esnek ve fakir etme gibi paradoksal bir etkisi olduğu tespit edilmiştir. Bu eserler sayesinde zorla kadınları çalışma hayatına sokmanın zararları; ABD toplumunda daha iyi anlaşılmış durumdadır. Fakat kendi ülkemizde durum neredeyse tam tersine bir algıya işaret etmektedir. Bu algıyı kırabilmek için Warren ve Venker’in eserlerini ve hayatını örnek göstermek gerekiyor. Elbette bu konuda başka ülkelerde yapılan çalışmalar da var. Şimdilik bu iki çalışmayı dahi dile getirmek önemlidir.

Çocuklarımızı yabancıların bakımına emanet etmenin niçin kabul edilebilir bir şey olmadığını “iki gelir tuzağı” kitapları çok güzel bir şekilde anlatmaktadır. Bu hanımefendilerin insanlığa, ailelere, evliliklere ve kadınlara katkısı çok büyüktür.

Ülkemizde “iş ile evi birlikte götürme” kavramı, göklere çıkarılmaktadır. Fakat çocukların ihtiyaçlarının yetişkinlerin heves ve arzuları ile çatıştığı gerçeğini de unutmamak gerekiyor. Kadınların aile ve işi bir arada götürebileceği, zorlu kariyerleri sürdürebileceği, harika çocuklar yetiştirebileceği ve bütün bu hengâmeden sonra akıl sağlıklarının sarsılmayacağı fikrinin sahte olduğunu artık bizim de anlamamız gerekiyor.

Hükümetin çocuk bakımına ve doğum iznine biraz daha fazla yatırım yapması, işverenler anne babaların akşam saat 5’te ofisten ayrılmalarına izin vermesi gibi tedbirler yeterli değildir. İş-aile çatışmasının gerçek sebebi çok daha girifttir. 

Tam zamanlı çalışan ve doğrusunu söylemek gerekirse acınası hâlde olan kadınları dikkate almak gerekiyor. Neredeyse hepsi çocuklarını çok özlemiştir ve evliliklerinin kopma noktasına geldiğini ifade ederler. Ne var ki işlerine âşıktırlar. Ne yapmakta olduklarını merak ederek “Bir başkası bunu iyi yapıyor da, ben mi beceremiyorum.  Benim eksiğim ne?” diye sormaktadırlar.

Aslında bu kadınların bir eksiği yoktur. Fakat işlerin gidişatında bir yanlışlık var.  Çünkü günümüzde aileler baş edilebilir küçük topluluklar olmaktan çıkıp kaos burçlarına dönüşmüştür. İki gelirli aile ki; bununla ebeveynden her ikisinin, doğum izinleri biter bitmez yıl boyu tam zamanlı olarak çalışmasını kastedilmektedir. Bu bir tuzaktır.  Zira iş, çocukları yetiştirmeye gelince, eve ekmek getirme denklemin yalnızca bir boyutudur. Evde, geleneksel olarak annelerin yapmakta oldukları şeyleri yapmak için, birinin olmayışından kaynaklanan tükeniş ise muazzam derecede büyüktür. Varlıklı ailelerin içindeki çalışan annelerin her daim bir bakıcı anneye muhtaç olduklarını söyleyip durmaları işte bu yüzdendir.

Bugün anneler çalışmak “zorunda”, denilir. Eğer hayatı devam ettirebilmek için, özellikle hayatın pahalı olduğu semtlerden birinde yaşıyorsak, iki gelir isteyen bir ekonomi inşa etmişiz demektir ki; bu söz kısmen doğrudur.  Fakat anneler, fakir olduklarından evlerinden ayrılmıyorlar. Tam tersine o yöne doğru çekildikleri için yani çalışma hayatına zorlandıkları için evlerini terk ediyorlar. Çünkü feministler evdeki anneyi, hayatını bebeklerine bakarak israf eden talihsiz bir hanım olarak tasvir ettiler ve ediyorlar.  Bırakın bunu daha az eğitimli hanımlar yapsın, diyerek insanları aldatıyorlar. 

İşte iki gelirli aileyi yani kadınları çalışmaya zorlayan bu insafsız, seçkinci ve merhametsiz anlayıştır. Çocuklarına baktıklarından dolayı kadınları öven makaleler ise çok azdır. Hâlbuki ev hanımı annelerin yaptığı işin öneminin altı çizilmelidir. Onların toplum içindeki statülerini yüksek göstermek gerekir. Eğer bu durum kapitalistleri üzecekse, varsın üzsün.  Ülkemiz çalışan annelere dair makalelere, filmlere, televizyon programlarına, kitaplara ve haberlere doymuştur. Ev hanımları ise hak ettiği saygıyı ne yazık ki göremiyor.

Bu yazı çalışan anneleri ayıplamak için yazılmamıştır. Maksat anneliğe dair yanlış anlamaları ayıplamak için ifade edilmiştir. Evet, kadınlar iş ve aileyi de başarılı şekilde götürebilir, fakat ikisini aynı anda götürmesi çok zordur. Aslında, İki Gelir Tuzağı eserlerinin mesajı; kadınların hayatlarında iş ile aileyi bir araya getiren bir hayatı inşa etme gayretidir. Suçluluk hissi duymadan, pişmanlık duymadan yüksek bir özgüven ile yanlış anlamaları ortadan kaldırma gayretidir.

Bu kitaplarda geçen tüketim hastalık; kapitalizmin tüketim alışkanlıklarını maniple ederek insanları bir çeşit “ücretli köle” haline getirdiği, gerçeğidir.

Hiç kimsenin beğenmediği ve yamalı bohça haline gelen 1982 Anayasasında dahi ailenin korunması ile ilgili maddeler var. Üçüncü Bölümde yer alan Sosyal ve Ekonomik Haklar Ödevler, başlıklı bölüm “Ailenin Korunması” için düzenlenmiştir. Anayasanın 41. Maddesi: “Aile Türk toplumunun temelidir” diyor ve “Devlet, ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması ve aile planlamasının öğretimi ve uygulanmasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır, teşkilatı kurar” şeklinde temel esasları belirliyor.

İşte bu anayasal gereklilik çerçevesinde tekrar hükümetimizi göreve çağırıyorum. Aileyi korumanın en önemli sebebi; annelere gerekli saygının gösterilmesidir. Fakat anneliği ve özellikle de ev hanımlarını aşağılayan, küçük düşüren o kadar tutum, söz ve davranışlarla karşılaşıyoruz ki buna karşı kös kös oturan memur ve bürokratları gördükçe üzüntüye kapılıyorum. Hatta daha kötüsü şudur ki anneyi ve ev hanımlığını küçümseyen kamu görevlileri bunu daha çok yapıyor. Burnundan kıl aldırmayacak kadar kibirli ve fütursuzca bu büyük haksızlığı yapan bürokratların yanında hemcinslerine hakaret eden kadınlara da rastlamak mümkündür.

Bundan yıllarca önce yazılıp kitap haline getirilen ve sosyal hayatın en önemli kurumu olan ailenin korunması için yıllarca emek vermiş yazarların kitaplar; tartışmaya açılmalıdır. Çünkü bu eserler dünya kamuoyunda çok tartışılmıştır. Fakat ülkemizde niçin gündeme getirilip ele alınmaz?

Anneliğin toplum için ne derece hayati olduğunu ifade eden çalışmalarada  ihtiyaç vardır. Diyanet İşleri Başkanlığı “Cennet anaların ayağı altındadır” hadis-i şerifini ele alıp bu konuda toplumumuzu aydınlatmak zorundadır. İnsanın en büyük ve önemli öğretmeni annedir. Annelerin hakkını hiçbir çocuk dünyada yaptığı iyiliklerle ödeyemez. Bu konuda devletin her kademesinde annelik makamına gerekli saygının gösterilmesi şarttır. Hâlbuki tam tersine çalışmayan kadınlar itelenip kötülenmekte, “işe yaramayan kadınlar” adı altındaki propagandalara maalesef devlet, destek olmaktadır. Bu kabul edilemez bir durumdur.

Günümüzdeki toplumsal sorunların kaynağında anne şefkatinden mahrum kalmış çocuk eğitiminin büyük rolü vardır. Hiçbir anaokulu ve gündüz bakımı kreşleri, anne şefkatini veremez. Şefkat göremeyen bir insanın merhametli olmasını beklemek ise bir ham hayaldir. Anaokulu ve benzeri kurumların çoğalmasını teşvik etmek yerine ailenin güçlenmesine yol açacak olan ve halen de başarılı bir şekilde devam eden “evde çalışma” teşviklerine çok ihtiyaç vardır. Suç oranının düşmesini istiyor isek evlerinde anne sevgi ve şefkati ile büyüyen insanlar yetiştirmek zorundayız. Yoksa her gün bir kadının vicdansızca katledildiğine şahit olmaya devam edeceğiz.

İsraf ve günümüzde bir hastalık haline gelen tüketim alışkanlıkları, aile bütçesini yok etmektedir. Çalışan kadınlar tasarruf yapmak yerine bilakis tüketim tuzağına çok kolay düşebilmektedir. Ev hanımları ise tasarrufun en güzel şeklini yapma konusunda mahirdirler. Giyim, gıda masrafları, eğitim ve temizlik harcamaları gibi aile harcamalarının çok büyük bir kısmını ev hanımları sayesinde sürdürülebilir hale getirmek mümkündür. Aksi takdirde 2008 yılında ABD’de başlayan bütün dünyayı saran, ev ipoteklerinin ödenmemesi krizi gibi krizler kapıda beklemektedir. Bu konudaki en önemli çareyi ev hanımları bulmuş ve göstermektedirler.

Kadınları çalışmaya zorlamak İslam dinine göre kabul edilemez bir tutumdur. Kadın isterse çalışabilir onlar için bir yasak yoktur. Fakat bir Müslüman erkek karısını çalışmaya zorlayamaz. Keza çoğu Müslümanlardan meydana gelmiş bir ülkenin yöneticileri de maişet için kadınları çalışma hayatına girmeye zorlayamaz. Bu durum insanın içini kanatmaktadır.

Sayısı her geçen gün artan boşanma olaylarının ve kadın ölümlerinin en önemli sebeplerinden bir tanesi kadınların çalışma hayatına zorla sokulmasıdır. Kadınlar bu konuda devletin desteğini bir yere bırakın bilakis kamu kurumlarının baskıları ile karşı karşıya kalmaktadır. Modernitenin dayattığı “kadınlar çalışmak zorundadır” kuralına karşı aileyi korumakla görevli bürokratların hiçbir çabası olmamaktadır. Boşanmalar sonunda ortaya çıkan parçalanmış ailelerin meydana getirdiği sosyal yaraların kapanması öyle üç beş kuruşluk para ile onarılamamaktadır. Hâlbuki aileyi güçlendirecek olan “anneliğe saygı” anlayışı en önemli şifa kaynağıdır. Bunu görmeyen ve bilmeyen insanlar kolayca boşanıp hem kendilerini hem de toplumu büyük bir çıkmazın içine sokmaktadırlar.

Şimdi tam bu noktada annelerin insanın en önemli öğretmeni olduğunu vurgulayarak konuya açıklık getirmek istiyorum. Bu konuda Bediüzzaman Said Nursi’nin anne öğretmenlere bakışı pek manidardır:

“Evet insanın en birinci üstadı ve tesirli muallimi, onun vâlidesidir. Bu münasebetle ben kendi şahsımda kat'î ve daima hissettiğim bu manayı beyan ediyorum: Ben bu seksen sene ömrümde, seksen bin zâtlardan ders aldığım halde, kasem ediyorum ki; en esaslı ve sarsılmaz ve her vakit bana dersini tazeler gibi merhum vâlidemden aldığım telkinat ve manevî derslerdir ki; o dersler fıtratımda, âdeta maddî vücudumda çekirdekler hükmünde yerleşmiş. Sair derslerimin o çekirdekler üzerine bina edildiğini, aynen görüyorum. Demek bir yaşımdaki fıtratıma ve ruhuma, merhum vâlidemin ders ve telkinatını, şimdi bu seksen yaşımdaki gördüğüm büyük hakikatler içinde birer çekirdek-i esasiye müşahede ediyorum."(Lemalar, 325.)

İşte papağan gibi Batılıları taklit edip onların düşmüş olduğu çukurlarda boğulmaya gerek yoktur. Özümüze dönüp bütün dertlerimize ilaç olan Kuran ve hadis kaynaklarımızı gözden geçirmek gerekiyor. Kadınları yuvalarından çıkarıp kapitalist sistemin modern kölesi yapmak yerine evimizin sultanı ve çocuklarımızın şefkatli annesi yapmaya özendirmeliyiz. Bu anneler kreşlerde görev yapan öğretmenlerden bin kat daha faydalıdır. Zira gerçek öğretmen; cennetin ayakları altına serildiği annelerdir.

Annelere göstermemiz gereken saygıyı gösterelim. Evlerinde mutlu iseler onları yuvalarından koparmaya çalışmayalım. Kadın istihdamını arttırmak adına bu en değerli varlığımızı kapitalist sermayenin kölesi haline getirmeyelim. Eğer kadın çalışmak isterse o kendi bileceği iştir. Dinimizde kadına çalışma yasağı yoktur. Lakin ev hanımlarını aşağılayıp kötü göstererek, onları vicdansızca aşağılayıp küçümseyerek bu yapılmaz, vesselam…

x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23