Zaferler Ayı’ında Zafer Haftası (26 Ağustos Salı - 30 Ağustos Cumartesi)
Zaferler Ayı’ında Zafer Haftası (26 Ağustos Salı - 30 Ağustos Cumartesi)
HALİT KANAK
O zamanlar Türkiye’nin en büyük ilçesi Bakırköy’de Milliyetçi Çalışma Partisi’nin (MÇP) ilçe başkanlığını yaparken TRT’nin ünlü haber spikeri duâyen merhum Mesut Mertcan’ı, haber okuduğu Kanal 6’da ziyaret ederek yapacağımız “Zafere Doğru” gecesinde sunuculuk yapmasını istediğimde çok şaşırmıştı.
Sonra da; “Benim solcu olduğumu bile bile gelerek bu teklifi yapmak nasıl bir öz güven’dir” şeklinde sözleriyle ilk tepkisini göstermiş, ardından “mâdem buna cesaret ettiniz ben de gelip sunuculuğunuzu yapacağım, ancak bana bâzı ipuçları vermelisiniz” diyerek kabûl etmişti. O tok sesiyle 12 Eylül 1980 ihtilal bildirisini okuyan Mesut Mertcan’a bu kez de;
“Aylardan Ağustos, günlerden Cuma,
Gün doğmadan evvel İklim-i Rum’a,
Bozkurtlar ordusu geçti hücuma
Yeni bir şevk ile gürledi gökler
Ya Allah… Bismillah… Allah’u Ekber!..”dizelerini yıllar sonra okutmayı başarmıştık.
O program için hazırladığımız; “Milliyetçi Çalışma Partisi Bakırköy İlçe Teşkilâtı Sunar-Zafere Doğru Gecesi” yazan kağıt afişleri, güneşin doğmasına aldırmadan fazladan bir kişi daha görsün diye cadde cadde duvarlara yapıştırırken duyduğum heyecanı, her sene geldiğimiz Ahlat ve Malazgirt’te yapılan etkinliğin 954’üncüsünde bir kez daha yaşadım.
Ahlat Millet Bahçesindeki etkinlik alanında Türk Dünyası Derneğimiz ile TÜDAK Arama Kurtarma Derneğimiz’in ortak çadırında misafirlerimiz Azerbaycan Ülke Başkanımız Feridun Ahmedli ve muhterem heyetiyle bir ve beraber dört güzel gün geçirdik.
Ayrıca Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın Bakanlar Kurulu toplantısını bu yıl Ahlat’ta yapma kararı “Zafer Haftasına” bir başka anlam kazandırdı, kendilerini tebrik ediyoruz.
TÜRK’ÜN ZAFER AYINDA NELER YAŞANDI
Türk tarihinin “Ağustos” ayına has şanlı sayfalarına birlikte göz atalım;
1 Ağustos 1571 Kıbrıs’ın Fethi :
Dîvân, Sultân II. Selim Hân'dan "Fermânımdır Kıbrıs fethedilsin" emrini aldığında bu kararın altında Şeyhülislâm Ebussuud Efendi'nin meşhûr fetvâsının olduğunu biliyordu.
Türk Gölü Akdeniz’de bir çıbanbaşı gibi duran Kıbrıs’a asker göndermeden önce Dîvân-ı Hümâyûn sulh yoluyla adanın devrini istemek üzere II. Selim Hân'ın yaverlerinden Kubad Çavuş ile Divân-ı Hümâyun'un ikinci tercümanı Mahmud Ağa'yı Venedik'e yollamıştı.
Venedik Senato'su bu teklifi reddetti. Bunun üzerine Piyâle Paşa'nın emrindeki Türk Gizli Teşkilâtı, Avrupa'nın en büyük tersanesi olan Venedik Tersânesinin barut deposunu havaya uçurmuş, çıkan büyük yangın limandaki gemileri de yakmıştı.
Venedik acele Avrupa'dan temin ettiği 204 parçalık gemiyi Kıbrıs sularına sokmuş ve savunmaya geçmişti.
Ancak; Kaptân-ı Deryâ Ali Paşa, yine denizci olan 3. Vezir Piyâle Paşa ve Serdâr-ı Ekrem olarak 6. Vezir Lâlâ Mustafa Paşa komutasında ki Osmanlı Türk Ordusu Limasol’a asker çıkarmış, 13 ay sonra da Magosa’nın düşmesiyle 1 Ağustos 1571’de Kıbrıs’ın fethi tamamlanmıştı…
11 Ağustos Otlukbeli Zaferi :
Papa IV. Sixtus 6 kardinalini çok özel görevle Avrupa devletlerine göndererek; Sûltân Mehmed’in ortadan kaldırılarak yeryüzünde Haçlı hâkimiyetinin yeniden tesis edileceğini, bunun için Akkoyunlu Hükümdârı Uzun Hasan’la anlaştığını, onlar doğudan vururken, kendilerinin de aynı anda Anadolu’ya denizden asker çıkartacağını, ayrıca Almanya, Lehistan (Polonya) ile Macaristan’ın Balkanlar’dan saldırmasıyla da Osmanlı Türk Devletini imha edeceklerini, bunun karşılığında Balkanlar, Trakya ve İstanbul’a hâkim olacaklarını, Üsküdar’dan başlayan Anadolu topraklarını müttefikleri Akkoyunlu Devletine bırakacaklarını tek tek anlattırarak hazır olmalarını istedi.
Hazırlıklar tamam olunca Akkoyun’lu hükümdârı Uzun Hasan Fâtih Sûltân Mehmed Hân’a bir mektup göndererek; kayınpederine ait olan Trabzon Rum İmparatorluğu’nu, ayrıca müttefikleri Karaman ve İsfendiyar Beyliklerinin topraklarını iâde etmesini yoksa savaşın kaçınılmaz olduğunu belirtiyordu.
Bu arada mektubuna cevap alamayan Uzun Hasan yeğeni Murad Mirza’yı bizzat Fâtih’e göndererek; kendisinin Timur’un vârisi olduğunu, Fâtih’in büyükbabası Sûltân Çelebi Mehmed’in önce Timur’a, daha sonrada oğlu Şâhruh’a verdiği vergileri aynıyla talep ettiğini bildirdi.
Fâtih Sûltân Mehmed Hân, bu akıl almaz cüret karşısında elçiye cevap olarak ağızından “Varıp hükümdarına söyle, Fâtih Sûltân Muhammed Hân olarak diyorum ki, Doğu Anadolu’ya geleceğim ve bu vergi meselesini kesin bir şekilde bizzat halledeceğim” sözleri dökülmüştü.
Uzun Hasan bu cevap karşısında Fâtih’in hışmından kaçarak yanlarına sığınan iki kardeş Karaman Beyleri Pîr Ahmed ve Kasım Bey’i Karaman tahtına yeniden oturtmak amacıyla, oğulları Yusufça Mirza, Zeynel ve Ömer Mirzalar ile veziri Bektaşoğlu Emir Bey’le ordusunun bir kısmını Anadolu içlerine gönderdi.
Yusufça Mirza, Tokat ve Sivas’ı âni baskınla yağmaladıktan sonra Kayseri üzerinden Konya’ya yürüdü. Konya Beylerbeyi Fâtih’in oğlu Şehzâde Mustafa Lalası Gedik Ahmed Paşa ve Anadolu Beylerbeyi Davut Paşa ile bekliyordu. Nihayet Beyşehir’in az doğusunda bulunan Kıreli Mevkiinde Akkoyunlu ordusunu feci şekilde bozguna uğrattı. Hesaplaşma büyük buluşmaya kalmıştı.
Baharın gelmesiyle birlikte 11 Nisan 1473’te Fâtih Sûltân Mehmed Hân, doğudaki Akkoyunlu tehlikesini kesin bir şekilde bertaraf etmek üzere Üsküdar’dan hareket etti. Yerine küçük oğlu Şehzâde Cem’i taht muhafızı olarak İstanbul’da bırakmıştı.
Uzun Hasan Fâtih’in ordusu hakkında bilgiyi almış, hazırladığı 300 bin süvârinin 100 binini ihtiyaten Harput’ta bırakarak Fâtih’i karşılamaya çıkmıştı, bir taraftan da müttefikleri Almanya İmparatoru III. Friedrich, Macaristan Kralı Mathias ile Venedik Doç’una birer mektup göndermiş harekete geçmelerini istiyordu.
Fâtih’in yaklaşık 100 bin kişilik muharip ordusu 5 kolorduya ayrılmış; merkezde Fâtih kendi kolordusunun başında bulunurken, sağ kanatta Şehzâde Mustafa ile yanında Anadolu Beylerbeyi Davut Paşa, sol kanatta Şehzâde Bayezid yanında Sadrâzâm Gedik Ahmet Paşa bulunuyordu. İhtiyatları oluşturan iki ayrı kolordu ise ana ordunun gerisine yerleşmişti.
Fâtih’in sağ kanatta ki oğlu Şehzâde Mustafa, babasının işareti üzerine Akkayunlular’ın sol kanadına yüklenip darmadağın etti. Sol kanattaki Şehzâde Bâyezıd’ta sağ kanatı çökertip komutanlarını esir alınca 8 saat sürecek savaşın neticesi belli olmaya başladı. Son darbeyi bizzat Fâtih vurarak bütün oyunları bozdu.
Düşman donanması Midilli, İzmir, Antalya limanlarını bombaladıysa da asker çıkartamadı. Balkanlar’da sınıra yığınak yapan haçlı ordusu da Uzun Hasan’ın yenilmesiyle geriye döndüler. Konu kapanmıştı.
23 Ağustos 1514 Çaldıran Zaferi :
23 Nisan 1514’te İstanbul’dan yola çıkan Yavuz, 28 Nisan’da İzmit’e geldiğinde yakalanan Şah İsmâil’in Kılıç adlı casusunun eline savaş ilânını tutuşturarak İran’a gönderdi. 1 Haziran’da Konya’ya, 2 Temmuz’da Sivas’a, 24 Temmuz’da Erzincan’a, 5 Ağustos’ta Erzurum’a gelindi.
Deniz yoluyla Trabzon üzerinden getirttiği yiyecek ve mühimmat takviyesini aldıktan sonra yoluna devam eden Yavuz, Bâyezid (Doğubeyazıt) Kalesinin itaat bildirmesi üzerine Zengimar Irmağı boyunca güneydoğuya inerek 23 Ağustos’ta Makû yakınlarındaki Çaldıran’a geldi. (Van Murâdiye-Çaldıran değil.)
Safeviler ile vuruşması 24 Ağustos 1514 şafağında başladı. İlerleyen saatlerde üstünlük Osmanlı Türkü’ne geçti. Koca Safevî Ordusu erimeye başlamıştı ki Şah İsmâil kaçarak canını zor kurtardı. Önce Tebriz’e geldi. Esir düşme korkusuyla İran içlerine çekilip gözden kayboldu. Böylece Anadolu’yu tehdit eden Safevî gücü de 20 yıllığına ortadan çekilmiş oldu.
.
24 Ağustos 1516 Mercidabık Zaferi :
Yavuz Sûltân Selim Hân, Zenbilli Ali Cemâli Efendi’den alınan fetva ile Mısır Memlûk seferine başlamak üzere Topkapı Sarayından Üsküdar’a geçerek hazırlanan otağına adım attığında takvimler 5 Haziran 1516’yı gösteriyordu.
Yavuz şimdiki Suriye’nin kuzeyinde Azez’i geçerek Türkmen yerleşim birimlerinden olan Türkmenbarı’nın 5 km. batısında bulunan Dâbık Kasabasına geldiğinde Sûltân Kansu Gavri’de Dâbık düzlüğünde kendisini bekliyordu. Burası yeşil çayırlıkları ve çok geniş bir alanının düzlük oluşundan dolayı Dâbık’ın Düzlüğü mânâsına gelen Merc-i Dâbık diye anılmaktadır.
Bu geniş sahranın tarihi özellikleri de vardır. En eski bilineni Hz. Dâvûd’un (Aleyhisselam) bu sahrada bulunan Türkmen Köyü Toybuk’ta bir makâmı ve üzerinde türbesi bulunmasıdır. Kansu Gavri, buraya gelerek Yavuz Sûltân Selim’in ordusunu burada karşılamak istemiştir. Sebebi Davud Aleyhisselam’ın mânevi desteğini alarak savaştan gâlip çıkmak istemesidir.
Bu savaşın ana sebebi ise; Osmanlı Devleti kurulduğu günden beri Anadolu üzerinde tehditleri hiç bitmeyen Memlüklerin tehlikeli davranışları olmuştur. Memlükler, Çukurova'yı ellerinde tuttukları gibi, yeri gelip Kütahya'ya kadar sarkmışlar, nice Osmanlı vezirlerini ve beylerbeylerini şehit etmişlerdi. (1485-1491 savaşları.)
İşte Yavuz Sûltân Selim Hân, bütün bunları bir çırpıda çözmek için Kahire’de nihayete erecek olan bu sefere çıkmış Merc-i Dâbık’a kadar gelmişti. Şimdi iki ordu 24 Ağustos 1516 günü sabah erken saatlerde karşı karşıya gelmiş kozlarını paylaşacaktı.
Nihayet ilk saldırı sabah sekizde Memlük süvarilerinin sağ ve sol kanat üzerine yaptıkları sert hücum ile başladı. Osmanlı kanatları önce bocaladıysa da ateşli silahların devreye girmesiyle çabuk toparlandılar. Birkaç saat içerisinde de bastıran taraf oldular. Tam bu sırada Yavuz yalın kılıç emrindeki kuvvetlerle merkezden bindirdi. Bir taraftan da sağ ve sol kanatlara Memlük Ordusunu çevirme emri verdi. Kanatlar birleşince ortada kalan Memlük Ordusunun yapabileceği bir şey kalmamıştı.
Kansu Gavri ve komutanları ölmüş, Abbâsî Halifesi III. Mütevekkil esir alınanlar arasındaydı. Burada aynı gün yapılan devir-teslim töreniyle İslâm Halifeliği el değiştirdi. Böylece Halifelik Abbasîlerden 3 Mart 1924 yılına kadar devam edecek şekilde Osmanoğulları’na geçmişti.
Ertesi gün Cuma ve mübârek Recep Ayı’nın son günü idi. Yavuz Sûltân Selim Hân adına meşhûr Halep Emevî Camiinde (Zekeriyya Camii) hutbe okundu.
26 Ağustos 1071 Malazgirt Zaferi :
Bizans, güçlü ve dirayetli bir komutan olan Romen Diyojen’i Türkleri Anadolu'dan atsın diye tahta geçirmişti. Kudretli asker Romen Diyojen, Roma İmparatoru sıfatıyla Türk Ordusunu imha etmek ve merkezleri konumundaki Rey, İsfahân, Hemedan'ı alarak, işi kökünden halletmek için 13 Mart 1071'de yaklaşık 200 bin kişilik muazzam ordusuyla yola çıktı.
Dönüşte Irak, Suriye ve Mısır’ı almak planlarını da yapmıştı. Hatta buraları yönetecek valilerin atamasını yola çıkmadan yapmıştı. İmparator'un ilk hedefinde Türklerin eline geçen Bizans'ın doğudaki en güçlü kalesi Malazgirt vardı. Malazgirt'e doğru yola koyuldu.
Kusursuz şekilde donatılmış 200 bin kişilik ordunun İstanbul'dan hareket ettiği haberini alan Sultân Alparslan, o sıralar bulunduğu Halep'ten harekete geçmeden önce, düşmanın karşılanması için yapılan hazırlıklar hakkında ordu komutanlarından son durum bilgisi aldı. Kendisine verilen bilgiler, Anadolu'da Bizans'ın önemli askerî üsleri ve lojistik depolarının tahrip edildiği, Bizans Ordusu bozulursa Anadolu kapılarının ardına kadar açılacağı yönünde idi. Bu bilgiler ışığında İmparatoru karşılamak üzere doğuya hareket etti.
İki ordu Malazgirt’te karşı karşıya geldiğinde; Yıl 1071, aylardan ağustos, günlerden cuma idi. Malazgirt Ovasında yaklaşık 200 bin kişilik Bizans Ordusu, 50 bin kişilik Selçuklu Ordusu karşısında çok kalabalık gözüküyordu.
Sultân Alparslan ordusunun başında cuma namazını edâ ettikten sonra secdeye kapandı namaz duâsını secdede yaptı. "Yâ Rabbi. Seni kendime vekil yapıyor, âzâmetin karşısında yüzümü yere sürüyor, uğrunda cihâd ediyorum. Ey Allah'ım. Niyetim senin rızânı kazanmaktır bana yardım et."
Secdeden kalkınca işâretini verdi. Bu "Bozkır çevirme hareketi" işâretiydi. Bu işâretle Türk Ordusu hilâl şeklinde yayıldı. Bizans Ordusu hilâlin içinde kalmış ve pusuda bekleyen ihtiyat kuvvetlerinin âni hücumuyla şaşkına dönmüş, vakit geçtikçe de erimeye başlamıştı. Akşama doğru Türk kılıcından kurtulanlar topluluklar hâlinde teslim oluyordu. Çılgınca dövüşen İmparator Romen Diyojen bütün mâiyetiyle birlikte yaralı olarak esir alındı. Savaş Bizans’ın Türk’e secdesi ile sona ermişti.
Türk Ordusunda; Kutalmışoğlu Süleyman Şah, kardeşi Mansur ve yine Sultân Alparslan'ın kardeşi Yakuti Bey, Artuk Bey, Afşin Bey'in yanı sıra Sav Tigin, Ahmed Şâh, İnal Bey, Gümüş Tekin, Mengücek Bey, Dilmaçoğlu Mehmed Bey, Aslantaş Bey, Danişmend Bey, Tavtavoğlu Bey, Saltuk Bey, Uvakoğlu Atsız ve kardeşi Çavlı Bey, Tarankoğlu Bey gibi gözü kara yiğit komutanlar başarıda imzası olanlardı.
29 Ağustos 1521 Belgrad’ın Fethi :
27 Nisan 1495’te Trabzon’da doğan Kânûnî Sultân Süleyman, babası Yavuz’un vefâtı üzerine 30 Eylül 1520’de İstanbul’da tahta çıktığında 25 yaşını 4 ay, 25 gün geçiyordu. Dört bir yana gönderilen saray özel görevlileri Sultân Süleyman’ın tahta geçtiği haberini dünya devletlerine duyurdu.
Bunlardan birisi de Macaristan’a giden Divân Çavuşlarından tam özel yetkili Behrâm Çavuştu. Fakat Türk Elçisi Behrâm Çavuş’un Macar Kralı II. Layoş’un emriyle şehid edilerek, kesilen kulakları yeni hükümdar Sultân Süleyman’a tehdit amaçlı gönderilmesi hem bardağı taşırmış, hem de İtalya ile İran’a rahat bir nefes aldırmıştı. Demek ki ilk sefer kendilerine değil, Macaristan’a yapılacaktı.
Öyle de oldu. Türk Hâkânı 17 Mayıs 1521’de babası adına yaptıracağı Sultân Selim Camii’nin temelini attıktan bir gün sonra 46 yıl sürecek hükümdarlığının ilk seferi için İstanbul’dan hareket etti. Hedefinde, daha önce yapılan üç kuşatmada da alınamayan, Sırpların azınlıkta yaşadığı Macarların yenilmez kalesi Belgrad vardı.
Belgrad önlerine geldiğinde şehir nehirden ve karadan kuşatılmıştı. Kânûni, Hristiyan dünyası tarafından hiç düşürülemez denen Belgrad Kalesini üç hafta içinde düşürmeyi başardığında takvimler 21 Ağustos 1521’i gösteriyordu.
29 Ağustos 1526 Mohaç Meydan Muharebesi :
23 Nisan 1526’da İstanbul’dan yola çıkıldı. Her tarafı bataklığa çeviren ve haftalarca sürecek yoğun yağmurun altında 26 günde Filibe’ye, 36 günde Sofya’ya ulaşıldı. Belgrad’a varıldığında ise takvimler 9 Temmuz’u gösteriyordu. 800 küçük gemi ve kayıktan oluşan ince donanmada Tuna üzerinden Belgrad önlerine gelmişti.
Ordunun geçeceği büyük bir köprü Drava Nehri üzerinde bizzat Kânûni’nin nezâretinde yapılmaya başlandı. 19 Ağustos’ta biten köprüden son asker 21 Ağustos’ta geçişini yaptı. Bundan sonra uçsuz bucaksız Macar Ovası Türk Ordusuna açıktı. Sadece engel teşkil etmeyen küçük Kapos Çay’ı geçilecekti.
Kânûnî Kızılelma’sına bir adım daha yaklaşmak için ordusunun başında yürüyüşe geçmeden önce âni bir kararla, Drava Nehri üzerinde yaptırdığı bu köprüyü hiçbir iz kalmayacak şekilde yıktırdı. Bu, dönüşü olmayan mutlak zafer mânâsına geliyordu ve bu hareket Türk Askeri üzerinde doping etkisi yaptı.
Ordunun İstanbul’dan hareketinden itibâren Papa’nın öncülüğünde yardım kuvvetleri bölük bölük ana orduyla buluşmak üzere Macaristan’a akmaya başlamıştı. Toplanan ordu 200 bini geçince yeterli sayıya ulaşıldığı düşünülerek Kânûnî Sûltân Süleyman’ı karşılamaya geçildi. Bu ordunun 162 bini muharip güçtü.
28 Ağustos 1526 günü akşamüzeri Tuna Nehri’nin batı yakası takip edilerek Karasu denilen tarafı tamamen bataklık olan Mohaç Ovasına ulaşıldı. Düşman güçlerin hareketi an be an takip edildiği için çok yakında oldukları biliniyordu. Onun için Kânûnî daha fazla ileriye gitmedi.
Sabah namazı kılınmış, yapılan duâların ardından Kânûnî askerine hitâben yaptığı konuşma bitmişti ki düşman kuvvetleri de gözüktü. Türk Hâkân’ı önce zırhını giydi, sonra ordusunu savaş düzenine soktu. Buna göre, merkezde kendisi olacaktı. Sağ kanatta Anadolu Sipahileri, başlarında Anadolu Beylerbeyi Behram Paşa ile birlikte bulunacaktı. Sol kanatta ise Dâmâd İbrahim Paşa Rumeli Sipahilerine kumanda edecekti.
Zâten karşılıklı bekleyişle oldukça vakit kaybedilmişti. Akşam olmadan bu işin bitmesi gerekiyordu. Takvimler 29 Ağustos 1526’yı gösteriyordu. İkindi vakti henüz geçmişti ki, o gün itibariyle 31 yaşını 4 ay, 2 gün doldurmuş olan Türk Hâkân’ı daha fazla beklemedi. İşâretini verdi.
Mehterin ürpertici sesi ovanın sessizliğini bozduğu an akıncılar yerlerinden fırladılar ve merkezdeki Macar atlı birliklerinin üzerlerine tekbirlerle daldılar. Kanatlarda aynı sertlikte saldırıya geçti.
Çembere alınan düşmanın kaçması için yalnızca bataklık olan Karasu tarafı açık bırakıldığı için düşman şuursuzca o tarafa doğru kaçmaya başladı. Kaçanların bir kısmı Anadolu ve Rumeli Sipahileri ile akıncıların kılıcından kurtulamazken, kalanlar atlarıyla birlikte bataklıkta boğulup gidiyordu. Boğulanlar arasında bütün kumandanlarıyla birlikte Kral II. Layoş da bulunuyordu. Ayrıca 7 piskopos da aynı âkıbete uğramaktan kurtulamadı.
Tek bir düşman askeri sağ olarak kalmayıncaya kadar vuruşma emri alan Türk Ordusu, karşılarında savaşacak düşman askeri kalmadığını görünce durdu. Sıra birlik komutanlarınca sayım yapılmasına geldi. Toplamda sadece 150 şehidin olduğu görüldü. Yaralıların sayısı da 3 bin 500’ü geçmiyordu. Bütün bu olup bitenler 2 saat içerisinde gerçekleşmişti.
26 – 30 Ağustos 1922 Büyük Taarruz :
Mondros Mütârekesinden sonra Yunanlılar, topraklarının devamı niteliğinde düşündükleri Anadolu’yu işgâl etmek için İzmir'e asker çıkarmak istiyordu. Ancak bu kolay olmadı. Çünkü İzmir Valisi ve 17. Kolordu Komutanı Nureddin Paşa o bölgede çok iyi hazırlanmış bekliyordu. Yer yer direniş komiteleri kurdurmuştu. Ayrıca Papaz Hrisostomos'un bütün çalışmalarını da yakın takibe almıştı.
Yunanlılar, Nureddin Paşa İzmir Valisi olduğu sürece 1897 savaşında okkalı Osmanlı Tokadı yedikleri bu Paşayı geçemeyeceklerini biliyorlardı. İstanbul'u işgâl altında tutan İngilizlere müracaat ettiler. İngilizler'in baskısı netice verdi ve Nureddin Paşa İçişleri Bakanlığınca 22 Mart 1919'da görevden alınarak yerine Kambur İzzet Paşa getirildi. 17. Kolordu Komutanı ise Ali Nâdir Paşa oldu. İzmir'de başta Metropolit Papaz Hrisostomos olmak üzere Rumlar çılgınca sevindiler.
Yunan işgâlinin önünü açmak için çalışan Hrisostomos'un gayretleriyle de 15 Mayısta Yunan işgâli başladı. İngilizlerin desteğiyle işgâl hızla yayılıyordu. Çünkü önden İngilizler şehirlere giriyor, işgâl ettikleri şehirleri Yunanlıları çağırarak teslim ediyorlardı.
Kısa zamanda Ege Bölgesi ile Marmara’nın Güney kısmı işgâl edilmişti. Bu böyle devam edemezdi. Yunan'ın dilinden ancak Nureddin Paşa anlardı. İzmir Valiliği yaparken görevden alınan Nureddin Paşa, Milli Mücâdeleye katılmış, Amasya'da 10 bin kişilik merkezi ordu kurarak başına geçmiş, yine İngilizlerin kışkırtmasıyla ayaklanan Rum Pontus ve Koçgiri isyanlarını bastırmıştı.
Beklenen karar gecikmedi. Nureddin Paşa 1. Ordu Komutanlığına getirildi ve işin seyri değişti. Büyük Taarruz öncesi, Başkomutanlığı Mustafa Kemal Paşa'nın üstlendiği, Mareşal Fevzi Çakmak'ın Genel Kurmay Başkanlığı yaptığı, 1. Ordu Komutanlığında Nureddin Paşa'nın olduğu bir yapı dizayn edilmişti. Bu yapı 1922 ağustosunda planları titizlikle yapılan büyük taarruzu başlattı. Ve önlerine kattıkları Yunan Ordusunu Ege'de denize döktüler.
İzmir'e giren Türk Ordusunun başında Nureddin Paşa vardı. Yeterli deniz aracı olmadığı için kaçamayarak İngiliz ve Fransız gemilerine sığınmaya çalışanlardan arta kalanları temizledi.
Nureddin Paşa İlk iş olarak İl Müftüsünü ziyâret etti. Halktan son durumla ilgili bilgi aldı ve bu bilgiler ışığında Yunanlıların kaçarken ateşe verdiği (İzmir itfaiye şefi Sırp asıllı Avusturya vatandaşı Paul Grescowich'in resmi raporu ile ABD'li mühendis Mark prestiss'in ABD'nin Türkiye Yüksek Komiseri Amiral Mark Lambert Bristol'e gönderdiği rapor) mahallelerde tedbirler aldı.
Mustafa Kemal Paşa 13 Eylülde İzmir’e geldi. Tekmili Nureddin Paşa verdi. Son durumla ilgili brifing vermek üzere hükümet konağına geçildi. Şehrin ileri gelenleri de ziyârete ve tebriğe gelmeye başladılar. Ziyârete gelenler arasında İzmir Rum Metropoliti Hrisostomos'da vardı. Yanında belediye meclis üyesi Klimadoğlu ile Timoleon Efendi ve Sarraf Yanko olduğu halde hükümet konağına geldiler.
Dışarıda kalabalık bir halk topluluğu vardı. Mustafa Kemal Paşa'ya haber verdiler. O'da Nureddin Paşa'ya gülerek "senin adamın gelmiş ben görüşmek istemiyorum sen ilgilen" dedi. Nureddin Paşa yan odaya geçti Hrisostomos'u heyetiyle kabul etti ve papaza dönerek "vatandaşı olduğun ülkeye ihânet ettin bunun hesabını mahkemede vereceksin" dedi. Sonra iki jandarma çağırarak Hrisostomos'u ifâdesi alınması için İkiçeşmelik Karakoluna götürmelerini söyledi.
Dışarı çıkıldığında halk protestoya başladı, bir kısmı peşlerine takıldı. Karakola yaklaştıklarında öfkeli kalabalık iyice artmıştı ki birden saldırıya geçtiler. Askerlerden biri bağırdı "durun sizin bu yaptığınız doğru değil, kânun gereğini yapacak. Dinleyen olmadı, Hrisostomos linç edildi. Yeni bir devletin temelleri atılmaya başlamıştı.
Yeni devlette Bursa Milletvekili olarak TBMM’de yerini alan Nureddin Paşa seçim tanıtım broşürüne, " İzmir Fâtihi, Karahisar (Afyonkarahisar) ve Dumlupınar Muharebeleri Gâlibi, Kut'ül Âmâre Muhasırı, Gâzi Nureddin Paşa Hazretlerinin Tercüme-i Hâli" diye yazdırmıştı. Ruhu şâd olsun.
Ağustos ayında daha onlarca irili ufaklı zaferlerimiz olmasına rağmen buraya başlıcalarını aldık. Her biri, Türk’ün kudretini, imânını ve vatan sevgisini tarihe kazımış destanların özetini burada sonlandırırken şehitlerimize ve gâzilerimize binlerce rahmet diliyorum…