Nüfus-Âile Plânlaması mı soykırım mı?
Nüfus-Âile Plânlaması mı soykırım mı?
AHMET TALİB ÇELEN
Türkiye’nin bekâ meselelerinden biri nihâyet gündeme gelebildi: Türkiye nüfûsunun durdurulması ve Türkiye’nin bu yoldan çökertilmesi…
Ben yaklaşık 35 yıldan beri bu probleme dost sohbetlerinde ve ulaşabildiğim yetkililer nezdinde dikkat çekmeye çalıştım. (O zamanlar yazmıyordum, gücüm bu kadarına yetiyordu). Bu meseleye uyanışım Rasim Özdenören merhûmun “Yaşadığımız Günler” kitabından meseleye dâir bir bölümü okumamla başladı diyebilirim. Daha önce de nüfûsun büyük bir imkân ve silâh olduğuna dâir görüşlerim teşekkül etmişti ama Türkiye’de uygulanan “Nüfus Kontrolü-Âile Plânlaması Projesi”nin bir dış güç oyunu olduğunu Rasim Özdenören’in Amerika’da bizzat yaşadığı bir hâdiseyi nakletmesinden sonra çarpıcı bir şekilde anladım diyebilirim.
Bu yakıcı meseleye merhum Prof. Dr. Turan Yazgan’ın ve Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş’ın da dikkat çektiğini çok iyi hatırlıyorum. İkisi de bir vakfın öncülüğünde yapılan bu “Nüfus Kontrolü-Aile Plânması” projesine şiddetle karşı çıkıyorlardı. Nevzat Hoca bir konferansa gelmişti ve bütün öğretmenlerin konferansı dinlemeye gelmesi tâlîmâtı verilmişti. Ben hocanın görüşlerini biliyordum. Nüfus artış hızımızı ülkenin en büyük problemi gören ve sınıflarda öğrencilerine bunu ısrarla anlatan öğretmen arkadaşlar da duysun diye konferansın sonunda hocaya sordum. Hoca’nın sözü hâlâ kulaklarımda: “Türk milletinin târih boyunca bir nüfus problemi olmuştur; ama bu, ‘çokluğu’ değil ‘azlığı’ problemidir. Bugün dünyânın birçok bölgesinde yaşadığımız problem Türk nüfûsunun azlığı problemidir.” Taa o zamandan uyanmak gerekmez miydi?
Bir anekdot: Ahmet Sağırlı’nın da Türkiye gazetesindeki bir yazısını hatırlıyorum. Zaman Turgut Özal zamânı… Yurt dışından bir heyet hükûmetten Türkiye’de Erzurum, Erzincan, Sivas.. gibi birkaç ilde doğum kontrolü hizmetleri yapmak için izin ister. İşte, ilâç ve âlet dağıtacaklardır. Hükûmet izin verir ama heyetin arkasına bir tâkipçi takmayı da nasılsa akıl eder. (Turgut Özal’ın millî tarafının tezâhürüdür.) Tâkipçi bunların yapıp ettiklerini rapor edecektir. Heyet çalışmalara başlar. Tâkipçi fark eder ki heyet bir taraftan girip öbür taraftan çıkmamaktadır. Ellerindeki bir haritaya bakarak hareket etmektedirler. Buna göre bâzı köylere girip bâzılarını atlamaktadırlar. Türk ve Sünnî köylerine girdiklerini söyleyip keselim. Tartışmalara sebep olmamak için atladıkları köyleri söylemeyelim. Yani Türk ve Sünnî nüfusun doğurmamasını sağlamaya çalışıyorlar. (Yazıyı hatırladığım kadarıyla naklediyorum)
Bu sözümona âile vakfının öncülüğünde yürütülen nüfus kontrolü tatbîkâtı, vakfın zengin sâhiplerinin gücü ile arkalarındaki gücün büyüklüğü ve Türkiye üzerindeki belirleyiciliği sâyesinde devlet politikası hâline gelmişti. Parasız adım atamadığın hastânelerde ne hikmetse doğum önleme hizmet, ilâç ve âletlerinin hepsi bedâva idi. İdeal âile anne, baba ve biri kız biri erkek iki çocuk olarak gösteriliyordu. Türkiye’nin geriliğinin en büyük sebebi hızlı nüfus artışı olarak gösteriliyor ve bu hızlı nüfus artışı bir durdurulursa Türkiye’nin cennet olacağı propaganda ediliyordu. Bu şekilde bir 30-40 yıl geçti. Ak Parti hükûmetleri o faaliyetleri durdursa da zihinlere virüs girmişti bir kere. İnsanlarda doğurma isteği bir kere yok olursa onu tekrar geri getirmenin çok zor olduğu tecrübe edilmiştir. Cumhurbaşkanımız -ki Rasim Özdenören yakın dostuydu- tehlikeyi gördü ve “üç çocuk” tavsiyesine başladı. Üç çocuk sâhibi olan âilelere yardım da başladı. Ama virüs girmişti bir kere. Hem bu sebeple hem de ekonomik şartların zorlaşması, işsizlik, evlilik masraflarının altından kalkılamayacak noktalara gelmesi, kadınlara pozitif ayrımcılık muhtevâlı kanunlar, süresiz nafaka meselesi, erkeklerin sürekli aşağılanması ve âilevî problemlerin hep erkeklerden kaynaklandığı propagandaları, TV kanallarındaki gündüz kuşağı programlarındaki iğrençlikler…vd. sebepleriyle gençler evlenmekten kaçmaya başladılar. Bu nesil ağır sorumluluk yüklenmekten de çekinir hâle gelmişti zâten. Yalnız yaşamak daha tatlı geliyor artık gençlerimize. Cumhurbaşkanımızın KADEM’de dün yaptığı konuşmadan bir bölüm: “Âile hayâtımızı sarstılar. Âileler 30-35 yaşına gelmiş çocuklarını evlenmeye iknâ edemiyorlar.” Evet, sonunda hiç bize gelmez sandığımız bir probleme tosladık: Türkiye nüfûsu artmıyor, yakında bir yaşlılar-emekliler ülkesi olacağız. Hep genç nüfûsuyla övünen bir ülkenin geldiği duruma bak! Biz bu meselenin sâdece Batı ülkelerinin meselesi olduğunu ve hep öyle kalacağını sanmıştık. Ama nüfus artış hızımız onların bâzılarından bile geriye düştü. Bu gerçek bir bekâ meselesidir ve altından kalkılması çok zor bir meseledir. “Doğurmama” psikolojine ulaşmış bir insanı ekonominiz düzelse de artık iknâ edemezsiniz. Geçmiş ola!
Elbette bu büyük bekâ meselemiz karşısında eli koynunda beklemeyeceğiz. Âcil tedbirler almak ve bunları derhâl hayâta geçirmek zorundayız. Gönül Ak Parti hükûmetlerinin çok daha erken uyanmasını ve tedbirler almasını isterdi. Bugün böyle bir problemle karşılaşmamalıydık. Ama olan olmuştur ve zararın neresinden dönülürse kârdır.
İlk yapılacak işlerden biri de KADEM’in artık Batı özentisinden sıyrılması ve gerçekten millî ve İslâmî âile köklerimize uygun faaliyetlere yöneltilmesidir. Ya da…
Ben aslında bu yazımda Rasim Özdenören’in bahsettiğim yazısını paylaşacaktım. Bir girizgâh yapayım derken söz uzadı. Rasim Özdenören’in yazısı sonraya kalsın.