İyi müfredat iyi öğretmenle muvaffak olur
Millî eğitim bakanımız Yusuf Tekin’in -mutlakâ iyi niyetli- yeni müfredât çalışmasını konuşuyoruz. Bugüne kadar gördüğümüz bütün iyi niyetli reform çalışmalarına bakarak işinin çok zor olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü Müslüman Türk milletinin belini doğrultmasından korkan düşmanlarımız en sarsılmaz vesâyeti millî eğitimde kurmuşlar. Her vesâyete dokunabiliyorsun, eğitimdekine yaklaşamıyorsun bile…
Diyelim ki Yusuf Hoca zoru başardı ve eğitimdeki çöreklenmiş zihniyete rağmen millî-mânevî değerlerimizden neş’et eden bir müfredâtı hayâta geçirdi. Bu iş tamam mı diyeceğiz? Eğitimde millî ve mânevî zihniyet devrimi gerçekleşti diye sevinecek miyiz? Keşke böyle olsaydı… Hayır, müfredât değişikliği ile iş bitmeyecek maalesef. Bir defa müfredâta kaynaklık eden zihniyete sâhip bir öğretmen kadronuz yoksa yeni müfredâtın da bir çöp yığını olacağını şimdiden söyleyebilirim. Çünkü müfredâtı talebeye taşıyacak olan öğretmendir. Tıpkı bir nehrin geçtiği toprakların rengini alıp elementlerini taşıması gibi, müfredât öğretmenin üzerinden talebeye akarken öğretmenin rengini alacak ve öğretmenin zihniyetinin elementlerini taşıyacaktır. Yani… Hangi müfredâtı getirirseniz getirin öğretmen onu kendi fikir ve ideolojisine yarar hâle getirmeyi bilecektir. Kur’ân-ı Kerîm’i müfredât yapsanız ateist, İslâm düşmanı öğretmenin elinden ateist, İslâm düşmanı bir nesil yetişir. Bunu müfettişle de tâkîp edemezsiniz. Kitaptan aynısını okur, okutur ama alaylı bir gülüş, bir el hareketi bile okunan mevzûun yönünü başka bir tarafa çeviriverecektir. Müfettiş bunu nasıl tespit edecek? Prof. Dr. Durmuş Ali Taşçı Hoca, bir yazısında anlatıyor: Bir arkadaşının lisede okuyan kızının edebiyat kitabında Mevlânâ, Yunus Emre ve Süleyman Çelebi’nin yer aldığı sayfaların bomboş, Sabahattin Ali’nin yer aldığı sayfanın ise notlarla dolu olduğunu görüyor ve bunun sebebini sorunca çocuk, “Öğretmen o konuları atladı” diyor. İşte bu! Öğretmenin ne yaptığı ancak elinden yetişen nesillerin fikrî ve ideolojik durumları ile tespît edilebilir. Onun da peşine düşecek gayretli ve idealist idâreciyi nerede bulacaksın?
Bu vaziyette eğitim hayâtında ilk yapılması gereken iş millî-mânevî değerleri gerçek bir sevgiyle benimsemiş bir öğretmen kadrosu kurmaktır. Bu kadro kurulmadan yapılacak bütün iyi niyetli işlerin tam tersine döndüğünü hayretle göreceksiniz. Mevlânâ ne güzel demiş: “Ambarda fâre yoksa ibâdet buğdayı nerede?” Önce ambardaki fâreleri atacaksınız, sonra ambarın deliklerini sıkıca kapayacaksınız ki yenileri giremesin. Aksi takdîrde harmandaki emek fârelere yem olur.
İyi bir öğretmen kadrosu ancak öğretmen yetiştirme usûlümüz sil baştan yenilenerek kurulabilir. Millî Eğitim Bakanlığı kendi öğretmenini kendi yetiştirecek mektepler yapmalıdır. Bu mektepler talebe alımını hem mevcût üniversite imtihânı gibi test usûlü imtihânlarla ve ayrıca çok sıkı mülâkâtlarla yapmalıdır. Mülâkât demek torpil demek algısı var. Kesinlikle torpilin işlemediği, belirlenen kriterlere göre yürüyen bir mülâkât olmalı bu. Mülâkâtta asıl olarak kişinin millî-mânevî değerler karşısındaki durumu incelenmelidir. Bir tartışmaya sebep olmaması için buna “İstiklâl Marşı Kriterleri” diyebiliriz. İstiklâl Marşı Kriterlerini kendinde taşımayan kişiyi öğretmen mekteplerine almayacaksınız. Meselâ Hakk’a inanmayan ve tapmayan, bayrağa ve ezâna saygısı olmayan, câmilerimizi mukaddes görmeyen, dînimizin temeli olan şehâdeti kabûl etmeyen, şehitliğe inanmayan, bu toprakları vatan yapan değerlere karşı olan, Batı’yı tek dişi kalmış canavar görmeyen, Batı’nın saldırıları karşısında îmân dolu göğsünü siper etmeyen… kişiler bu mektebe adımını bile atamaz. “Ama bu haksızlık! Bu memlekette herkesin öğretmenlik yapmaya hakkı var. Sırf gericiler mi öğretmen olacak?” diye feverân edecekler olacaktır. Sesleri ne kadar yüksek çıkarsa çıksın aldırış bile etmemelidir. Ben bu milletin ve vatanın bekâsını düşüneceksem böyle yapmak mecbûriyetindeyim arkadaş. Eğitim milletin bir numaralı güvenlik ve bekâ meselesidir. Kimsenin ekmeği ile uğraşmam. Bir ateist de çalışsın, ekmeğini kazansın, îtirâz etmem. Ama yeni nesillerin yetişmesinde onu istihdâm edemem. Dünyâda hiçbir devlet/millet kendi bekâsına düşman bir insanı yeni nesillerinin yetişmesine memûr etmez. Kan görünce bayılan bir kişiyi doktor yapmamak ona haksızlık değildir. Yükseklik korkusu olan birisini pilot veyâ inşaat ustası yapmamak haksızlık değildir. Trafik korkusu olanı kimse TIR şoförü yapmaz. Kekeme birisini Türkçe öğretmeni veyâ spiker yapmamak haksızlık değildir. Bir ateistin, bir sarhoşun imam yapılmaması onlara haksızlık değildir. Aynı bunun gibi mesele Müslüman Türk milletinin varlığı ve geleceği ise millî ve mânevî değerlerimize, yâni İstiklâl Marşı Kriterlerine düşman veya lâkayt birisini öğretmen yapmamak da ona haksızlık değildir. Ama bu insanların da ekmek kazanma hakları vardır; gitsinler başka alanlardan kazansınlar. Kan tutanı doktor yapmayınca o kişi aç kalsın demiyoruz; ekmeğini başka alanlardan çıkarsın. Nasıl hırsıza kasa, tilkiye kümes emânet edilemezse milletin istikbâl ve bekâsı demek olan yeni nesiller de din, vatan, millet düşmanına emânet edilemez.
Millî eğitimin kendi öğretmenini kendinin yetiştireceği mektepler açması çok uzun iştir; oysa bizim işimiz âcil deniyorsa -ki bence de öyledir- o mektepler açılıncaya kadar mevcût eğitim fakülteleri mezûnları arasından İstiklâl Marşı Kriterlerini esâs alarak mülâkâtla öğretmen almak zorundasınız. Ama bu mülâkâtta -nasıl yapılacaksa- aslâ torpil işlememelidir. Mülâkât bilgi ve beceriye değil mezkûr kriterlere uygunluğa bakmalıdır. Netîce not ile değerlendirilmemeli, “öğretmen olur” veyâ “öğretmen olamaz” şeklinde bir karar verilmelidir. “Öğretmen olur” denilenler bildiğimiz üniversite imtihânlarına benzer bir imtihâna tâbî tutularak en başarılıları öğretmen yapılmalıdır.
Millî-mânevî köklerimizden neş’et eden bir müfredât ancak millî-mânevî değerlerimize sevgiyle bağlı bir öğretmen kadrosuyla muvaffak olabilir. Böyle bir öğretmen kadrosu kurulamazsa “Aslında hiçbir şey değişmedi” cümlesiyle devâm eder gideriz. Yazık olur bu millete!