• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Ahmet Tâlib Çelen
Ahmet Tâlib Çelen
TÜM YAZILARI

“Düzen” değil “kadro”

08 Temmuz 2024
A


Ahmet Tâlib Çelen İletişim:

Eğitim hayâtımızda millî ve İslâmî kök değerlerimize uygun bir gelişme için kânun, yönetmelik ve müfredattan önce öğretmen kadrosunun millîleşmesi gerektiğine dâir çok yazı yazdım. Bunlardan birkaçının başlığı bile sancımızı ortaya koymaya yeter: Millî eğitimde yeni müfredât ve zorluklar, Millî Eğitimde yeni müfredâtın başarı şartı, İyi müfredat iyi öğretmenle muvaffak olur, Müfredâttan önce öğretmen, İyi öğretmeni nasıl seçelim?, Eğitimde İstiklâl Marşı kriterleri, İstiklâl Marşı’mızdaki öğretmen profili (4 bölümlük seri yazı), İyi Müfredâtla Kötü Netîce Alma Dersleri, Öğretmen değişmeden eğitim de değişmez. 

Merhum S. Ahmet Arvasî Hocamız da idealist bir muallimdi. O da bir yazısında “düzen” (kanun, yönetmelik, müfredat) değil “kadro” (öğretmen) mühim diyor. 

“DÜZEN” DEĞİL “KADRO...”

Öğretmenlik, çok zor ve çileli bir meslektir. Büyük bir ideali olmayanlar, çok defa bu mesleği yürütemezler, yürütmeye devam etseler bile başarılı olamazlar. Hele, bizim gibi, kalkınmakta olan, çok problemli, çeşitli açılardan bir «geçiş dönemi» yaşayan, kaygan, kaypak ve çatışmalı bir ülkede...

Düşünün, ben, 12 Eylül 1980 harekâtına vesile olan o netameli dönemde (1955-1979 yılları arasında) öğretmen yetiştiren yüksekokullarda “Eğitim Sosyolojisi” ve “İktisadî Sosyoloji” okutuyordum.

Sınıfları dolduran öğrencilerim, ideolojik kamplara ayrılmışlardı. Okuttuğum dersler, fizik, kimya ve matematik gibi değildi; ister istemez sosyal ve ekonomik konulara ağırlık vermek zorundaydım. Bu sebepten derslerim pek hararetli geçiyordu. Siz istediğiniz kadar “ilim” deyin, konuşmalar ve münakaşalar, belli bir süre sonra “ideolojik nitelik” kazanıyordu. Ve siz yıpranıyordunuz.

Çok dikkatli olmanız gerekiyordu. Küçük bir dikkatsizlik, sizi, «yandaş», «düşman» veya «düzenin çanak yalayıcısı» yapabilirdi. Velhasıl zor günlerdi o günler...

Bir gün, genç ve ateşli bir öğrencim, beni, “Düzenin adamı” olarak tarif etmeye kalkışmıştı da ona şunları söylemiştim:

“Beni dosdoğru tanımanızı isterim. Ben, İslâm iman ve ahlâkına bağlı bir Türk Milliyetçisiyim. Demokrasiye ve çok sesliliğe inanırım. Bunun yanında mücadelemi, Anayasa ve yasalar içinde sürdürmeyi prensip edinmiş bulunuyorum. Anayasa’ya uyarak Anayasa’yı, yasaya dayanarak yasaları değiştirmek mümkündür. Bunun da yolu demokrasiden geçer; ben ihtilâlci değilim.

Ben de içinde yaşadığımız düzeni beğenmeyebilir ve kritik edebilirim. Nitekim yeri gelince, usûlüne uygun olarak bu görevimi de yapıyorum. Ama bana ‘suç işletmek mümkün değildir. Sosyal ve hukukî normları ihlâl ederek selâmete çıkılmaz. Bu, anarşi doğurur.

Kaldı ki, bir ülkenin hayatında ‘Anayasa ve yasalar’ kadar, ‘kadrolar’ da önemlidir. Artık, herkes bilmelidir ki, ‘hukukî mevzuata’ ruh ve hayat veren kadrolardır. Çünkü ülkeleri idare edenler, ‹yazılı belgeler› değil, ‹kadrolar’dır. Kadrolara da yön veren kafalarında ve vicdanlarında taşıdıkları değerlerdir. Önemli olan Anayasa›nın ve yasaların değişmesi değil, ‹kadro inkılâbı’dır. Güçlü ve inançlı kadroların elinde, çok kusurlu Anayasa ve yasalar bile işe yarar da zayıf, inançsız ve ard niyetli kadroların elinde ‘en iyileri’ bile yetersiz kalır.

Bana sorarsanız, ülkemizin en önemli meselesi ‘düzenin bozukluğu’ değil, devleti yönetmeye talip olan kadroların oportünizmi, noksanlığı, kalitesizliği ve milletimize yabancılığıdır.

Size açıkça söyleyeyim, benim mücadelem, ‘müesseseler’le değil, bu ‘kadrolar’ladır. Mücadeleyi ‹müesseselere› yöneltmek, bu kadroları temize çıkarmak olur.

Bence, ‘düzeni’ düzeltmek kolay, yeter ki, muhtaç olduğunuz kadrolarına sahip olun. Size haber vereyim ki, ülkemizdeki çatışmaları, ‘düzen meselesi’ biçiminde idrak edenlerden çok, onu bir ‘kadro boğuşması’ tarzında değerlendirenler çözeceklerdir. ‘Bozuk kadroların’ kötü uygulamalarına bakıp ‘müesseselere’ düşman olmak, çıkar yol değil...”

(S. Ahmet Arvasî, Devletin Dini Olur mu?, Burak Yayınevi, İstanbul, 1999, s. 93)

NOT: Vurgular bize âittir. 

Haberle ilgili yorum yapmak için tıklayın.

Yorumlar

Cengiz

Aynı durumun tam tersi yaşanıyo şimdi. Ortaokula giden oğlum diyor ki Türkçeci sürekli din dersi işliyor, matematikde de hadisleri öğreniyoruz. Seçmeli derslerde koltuk sevdalısı idareciler Kur'an ya da peygamberimizin hayatı gibi dersleri seçiyor doğrudan. Kısaca değişen birşey yok iki yanlış bir doğru etmiyor maalesef

okur

mulakat yani ... devam
x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23