ABD’nin “arka bahçesi” saydığı bu Latin Amerika, darbelerle, yaptırımlarla, “özgürlük” maskesi takmış işgallerle sarsıldı. Şimdi, Donald Trump’ın ikinci döneminde, bu eski kâbus yeniden diriliyor. Guardian yazarı Simon Tisdall, Trump yönetiminin Latin Amerika’daki hoyrat tutumunu, özellikle Venezuela’ya yönelik savaş söylemini masaya yatırırken, ABD’nin saldırılarının geri tepeceğini vurguluyor
ABD’nin “arka bahçesi” saydığı bu Latin Amerika, darbelerle, yaptırımlarla, “özgürlük” maskesi takmış işgallerle sarsıldı. Şimdi, Donald Trump’ın ikinci döneminde, bu eski kâbus yeniden diriliyor. Guardian yazarı Simon Tisdall, Trump yönetiminin Latin Amerika’daki hoyrat tutumunu, özellikle Venezuela’ya yönelik savaş söylemini masaya yatırırken, ABD’nin saldırılarının geri tepeceğini vurguluyor
Donald Trump 2024’te başkanlık için yarışırken, Irak ve Afganistan gibi pahalı ve yıkıcı dış müdahalelerden uzak duracağına söz vermişti. Bu, “Önce Amerika” sloganının en temel vaatlerinden biriydi. Ama göreve geldikten birkaç ay sonra, ABD uçakları Yemen ve İran’ı bombalıyordu bile. Güney’e bakan Trump Panama Kanalı’nı “ele geçirme” tehdidinde bulunuyor. Pentagon, Kolombiya ve Meksika’daki “terörist” uyuşturucu kartellerine yönelik saldırılar için hazırlık yapıyor. En tehlikeli gündemse: Venezuela’ya karşı zorla “rejim değişikliği” planı.
Venezuela Devlet Başkanı Nicolás Maduro, bu planın zaten yürürlükte olduğunu söylüyor. ABD’nin, uluslararası sularda Venezuelalı gemilere düzenlediği ölümcül saldırılarla “ilan edilmemiş bir savaş” başlattığını ifade ediyor. Trump, geçen cuma günü dört kişinin öldüğü son saldırının görüntülerini sosyal medya hesabından paylaştı. Aynı hafta Kongre’ye, ABD’nin “uyuşturucu kartelleriyle silahlı çatışma” halinde olduğunu bildirdi. Delil sunmadan, hedef alınan gemilerin ABD’ye uyuşturucu taşıdığını ve Maduro’nun sorumlu olduğunu öne sürdü. Üstelik Maduro’nun başına 50 milyon dolarlık ödül koydu.
Latin Amerika’daki hükümetler, Venezuela çevresinde hızla artan Amerikan askeri yığınağını kaygıyla izliyor: savaş gemileri, F-35 savaş uçakları, bir saldırı denizaltısı ve 2 bin 200 deniz piyadesi bölgeye konuşlandırıldı. Bu tür silahlar uyuşturucu operasyonları için değil, açık saldırılar için kullanılır. Venezuela, geçtiğimiz perşembe günü ABD’ye en az beş F-35’in “yasadışı hava sahası ihlali” yaptığını duyurdu. Maduro, “Amerikan emperyalizmi saldırırsa halkımızı korumak için” olağanüstü hâl ilan etmeye hazırlandığını açıkladı.
Uyuşturucu kaçakçılığı elbette ciddi bir sorun. Ama açık denizde insan öldürmek hâlâ yasadışı. Üstelik Birleşmiş Milletler’e göre ABD’ye giren kokainin çoğu Kolombiya, Peru ve Ekvador’dan geliyor; Venezuela üzerinden geçmiyor. Askerlikten kaçan Trump, kendini “sert komutan” gibi göstermeye bayılıyor. Şimdi de Maduro’dan kaçıp ABD’ye sığınan Venezuelalı göçmenleri sınır dışı etmeye çalışıyor — oysa onları göçe zorlayan yine Trump’ın yaptırımlarıydı. Kimi gözlemciler, Trump’ın asıl amacının Venezuela’nın zengin petrol, gaz ve maden kaynakları olduğunu düşünüyor.
Trump ve eski ulusal güvenlik danışmanı John Bolton, 2019’da Maduro’yu devirmeyi denemişti. Caracas o zaman da bunun bir rejim değişikliği komplosu olduğunu söylemişti. Maduro’nun 2024’teki yeniden seçilmesi birçok ülke tarafından “hilesiz olamaz” diye reddedildi. Hugo Chávez’in halefi olan Maduro, Trump’ın emperyalist Batı hayaline bir hakaret gibi duruyor. Trump, 1823 tarihli Monroe Doktrini’nin dirildiği, serbest piyasa kapitalizminin sorgusuz hüküm sürdüğü bir Amerika kıtası düşlüyor.
Trump ne yaptığını bilmiyor; yabancı düşmanlığını körüklüyor
Trump’ın dış politikadaki diğer gafları düşünülürse, Latin Amerika’da da aslında ne yaptığını bilmediği açık. Bir planı yok. Ağırlığını koyuyor, öfkeyle hareket ediyor, yabancı düşmanlığını körüklüyor. Politikalarını, liderleri “sevip sevmemesine” göre belirliyor. Bugün de tam ölçekli bir ABD-Venezuela savaşı hâlâ düşük ihtimal. Ancak baskı, yaptırımlar, deniz saldırıları ve özel kuvvet operasyonlarının artması neredeyse kesin.
Latin Amerika’da ABD karşıtı dalga büyüyor
Sonuçta Trump, Maduro’yu zayıflatmak yerine güçlendiriyor. Maduro krizi kullanarak “özel yetkiler” aldı, halkı ulusal dayanışma çağrısıyla yanına çekiyor. Trump’ın Kolombiya gibi sol hükümetlere saldırgan üslubu ve Arjantin ile El Salvador’daki sağcı popülistleri yüceltmesi, bölgede ABD karşıtı bir dalgayı büyütüyor. Latin Amerika’daki çoğu hükümet, “Washington’un arka bahçesi” günlerine geri dönmek istemiyor.
Trump’ın Brezilya’yı baskı altına almak için uyguladığı yaptırımlar da elinde patladı.
Brezilya’dan, eski sağcı başkan Jair Bolsonaro’ya af çıkarmasını istedi; ülke halkı meydanlara döküldü. Başkan Luiz Inácio Lula da Silva, “Biz kimsenin kolonisi olmadık, bir daha da olmayacağız” diyerek cevap verdi. Lula’nın halk desteği yükseldi. Trump, BM Genel Kurulu’nda Lula’yla karşılaştığında sesini kısmak zorunda kaldı.
ABD-Latin Amerika ilişkileri hızla geriye sarıyor. Trump’ın çevresindeki şahin isimler bu tabloyu daha da karartıyor. Stephen Miller, Beyaz Saray genelkurmay başkan yardımcısı; Marco Rubio ise hem dışişleri bakanı hem ulusal güvenlik danışmanı olarak öne çıkıyor.
Rubio, “Küba ve Nikaragua’daki solcu yönetimlerle işimiz bitmedi,” diyor. Venezuela’ya yönelik saldırıları savunarak, “Uyuşturucu operasyonları işe yaramaz, onları durdurmanın tek yolu gemilerini batırmak. Ve bunu tekrar yapacağız,” diye ekliyor. Bunu söyleyen bir ABD dışişleri bakanı.
Trump, Theodore Roosevelt’in “büyük sopa” politikasını yeniden canlandırmaya çalışıyor. Bu yaklaşım, hem geri kalmış hem de tehlikeli. Uzun vadede asıl kazanan Çin olacak gibi görünüyor. Pekin, Latin Amerika’da yatırımlarını artırıyor, BRICS grubunun öncü üyesi olarak nüfuzunu derinleştiriyor. ABD, dünyanın dört bir yanında köprüleri yakarken, Trump farkında olmadan Çin’i “yeniden büyük” yapıyor.
Tercüme: Barandergisi.net