Göbeklitepe’nin düşündürdükleri
1994 yılında yörede hayvanlarını gütmekte olan bir çobanın gözüne toprak üzerindeki bir taş yapı çarpar. Merakı ağır basar ve çevresini kazmaya başlar. Çoban bu kazı sonucu bir oluşumu ortaya çıkartır. Altı metre boyunda bir taştır bu…
Bu taş aslında bizi 13 bin yıl geriye götürebilecek müthiş bir uygarlığın ipucudur. Bu yıl Unesco’nun Dünya Kültür Mirası Listesi’ne aldığı Göbeklitepe’nin ilk keşfidir.
Bugüne kadar gün yüzüne çıkarılan kalıntılar günümüzden 13 bin yıl önce kurulmuş bir uygarlık anıtının ancak yüzde beşidir. Bu tapınağın ihtişamını böyle düşünmek gerekir. Mısır’ın meşhur piramitlerinin 5 bin yıllık olduğu göz önüne alınırsa Göbeklitepe’nin insanlık tarihi için önemi daha iyi anlaşılır: Dünyanın en eski yapısıdır. İnşası milattan önce 10.000 yılına uzanan Göbeklitepe tarihteki en eski ve en büyük ibadet merkezi olarak biliniyor. Bu yıllar tarihçilerin insanlığın Cilalı Taş Devrinde olunduğunu söyledikleri çağdır. Yani insanların taşların ucunu sivriltip ağaç dallarının ucuna bağlayarak yaptıkları ilkel mızrakların bile bir çağa adını verecek uygarlık işareti olduğu devirde yapılmış. Peki, zamanın insanları bu muhteşem yapıyı ne amaçla inşa ettiler dersiniz?
Kazıda görev alan uzmanlar ve arkeologlar bu yapının bir tapınak olduğu konusunda söz birliği ediyorlar. Onların düşüncesine göre insanlar buraya fazla uzak olmayan bir yerleşim biriminde (muhtemelen Urfa’da) yaşıyorlar; dinsel ibadetler ya da kutlamalar amacıyla bu tapınağa geliyorlarmış.
Göbeklitepe’de bugün itibarı ile altı ibadet alanı bulunmuş. Kazılar devam etmekte ve toplamda 20 ibadet yeri olduğu düşünülmektedir.
Göbeklitepe bize çok şey öğretmiştir, bazı inanılan bilgileri değiştirmiştir:
İddia şuydu: “12 bin yıl önce insanoğlu barınak yapmayı bilmiyordu, hayvanı evcilleştirmemişti, tarıma başlamamıştı. Doğal olarak da yerleşik hayata geçmemişti. Avcılık yaparak ilkel bir hayat sürüyordu.” Göbeklitepe’nin bulunması ile bu iddianın doğru olmadığı anlaşılmıştır. Bilim adamlarına göre avcı ve toplayıcı toplulukların Göbeklitepe gibi dini merkezlerde sürekli olarak bir araya gelmelerinin sonucunda yerleşik hayata geçilmiştir. Kalabalık toplulukların ibadet merkezine yakın olma arzusu ve çevrede bu toplulukların ihtiyaçlarını karşılayabilecek düzeyde yeterli kaynak bulunmamasından dolayı insanlar tarıma yönelmişlerdir. Yani tarım yerleşik hayatı getirmemiş, iddia edilenin aksine dini mabetlerin etrafında kalma arzusu sonucunda yerleşik hayat tarımı getirmiştir.
Yerleşik hayata geçmeden önce insanların gelişmişlik düzeyinde mühendislik zekâsına sahip olduğu, binaları işleyecek bir estetik zevki bulunduğu görülmüştür. Yaptıkları eserleri incelediğimizde o devrin insanlarının soyut zekâya ve gelişmiş estetiğe sahip oldukları dikkat çekmektedir. Yani ‘ilkel, taş devri insanı’ gibi şablonlar altüst olmuştur.
En önemlisi de bu devir insanlarının bir inanca sahip olduğu anlaşılmıştır. İnsanlar çanak çömlek ve hatta barınak yapmadan önce ibadet etmek için devasa tapınak merkezi inşa ettiklerini ve inancın, ibadetin onlar için vazgeçilmez önemde olduğunu ispat etmektedir. Görülmüştür ki, inanma ihtiyacı ilk insandan beri fıtratımızda güçlü olarak mevcuttur. Her devirde insan, Yaratıcısını bulmak ve O’na teşekkür etmek için tapınaklar yapmıştır.
12 bin yıl öncesinde bugün için bile harika yapı olan bu tapınak merkezini inşa eden insana artık ilkel veya arkaik diyemiyoruz. Gelişmiş bir topluluk söz konusudur. Muhteşem beceri ve birikimlere sahiptirler. Toplumsal bir iş bölümü vardır. Zaten 50 tona varan ağırlık, 7 metre uzunluk, 3 metre genişliğindeki bu taş anıtlara taş ocağında şekil vermek, sonra yerinden almak ve Göbeklitepe’ye getirip dikmek için dev bir organizasyon gerekir. Demek ki işçi, sanatçılar, yöneticiler ve din temsilcileri vardır. Yani varsayıldığı şekilde ilkçağ insanı avcılıkla uğraşan, zihni melekeleri çok gelişmemiş ilkel, yabani, vahşi insan değildir. Aksine yaşadıkları çağa göre akıllı, zeki ve bilgeydiler. Bir dünya görüşleri, evren tasavvurları ve inançları vardı. Bilgi birikimine sahiptiler ve sanattan anlıyorlardı. Bu yüzden biyolojik gelişimi evrime bağlayan teori de iflâs etmektedir.
Göbeklitepe’nin evrim teorisine darbe vurduran bir başka husus daha vardır: Bu mabette bulunan veya kayalara çizilen onlarca hayvan figürü çeşitliliği ve bunların bugünkü hayvanlara tıpatıp benzemesi, ilkel insan tezini çürütmesi de evrim teorisini yalanlamaktadır.
Taş devri ilkel insanının, günümüz şartlarında dahi inşası zor olan tapınaklar, şehirler kuracak kadar mimaride nasıl ileri gittikleri ve taşlara inanılmaz güzel desenler kazandıran işleme sanatını nasıl öğrendikleri henüz açıklanamamaktadır. Tabii bu bilgilere sahip olabilmek için daha önceden toplu halde yaşama geçmiş olmaları ve toplumsal işbölümünü de oluşturmuş olmaları gerekir. Bu da Yaratılışı göstermektedir. Allah insanı yaratmış, sonra da bilmediklerini öğretmiştir. Böylelikle taş devri insanındaki toplumsal hayatta iş bölümünün, yapı bilgisinin, tapınak kültürünün nasıl ve niçin oluştuğuna dair tatmin edici bilgi bulabiliriz.
Göbeklitepe, insanlık tarihinin özellikle dinler tarihinin tekrar yazılmasını gerektiren bulgular ortaya koymuş, eski teoriler altüst olmuştur. Artık rahatlıkla uygarlığın temelinin tarım değil din ve inanç olduğunu söyleyebiliyoruz.