Hilafetin yokluğunda dünya küresel eşkıyaya kaldı
Hilafetin yokluğunda dünya küresel eşkıyaya kaldı
MUSTAFA ÇELİK
Bir zamanlar, doğudan batıya uzanan bir çadır vardı. Bu çadırın adı ümmetti, direği hilafetti. Gölgesi, farklı milletlerden milyonlarca insanı bir araya getiriyor; altında bir adalet, merhamet ve sorumluluk anlayışı yeşeriyordu. Elbette kusursuz değildi, ama yönü belliydi: Kudüs’ten Bağdat’a, Kurtuba’dan İstanbul’a kadar uzanan bir değerler haritası vardı. Ne zaman ki bu çadır çöktü, dünya yönünü kaybetti. Hilafet, beşeriyetin müşterek dünya cennetidir. Beşeriyet onu kaybettiği günden bu yana cehennemi yaşıyor!
Hilafetin kaldırılmasıyla sadece bir siyasi kurum ortadan kalkmadı; Müslüman coğrafyanın kalbi ritmini yitirdi. Dağınıklık, yalnızlık ve kimlik bunalımı birbirini izledi. Bir zamanlar adalet adına yürüyen ümmet, şimdi sınırlarla bölünmüş, kimlikler içinde ezilmiş, dillerle ayrıştırılmış bir topluluğa dönüştü.
Bu boşluğu kim doldurdu dersiniz? Adını modern diplomasi koydular, ama özü eskiydi: Güçlünün sözü geçerdi. Yasaları şirketler yazdı, sınırları silahlar çizdi. Adalet terazisi, dolarla, petrolle, jeopolitik hesaplarla ayarlandı. Küresel eşkıya, yani çıkar odaklı emperyal sistemler, bu sahipsiz dünyada at koşturmaya başladı.
Bugün Filistin’de akan kan, Afrika’da bitmeyen yoksulluk, Asya’da susturulan diller, işte bu düzenin çarpık yüzüdür. İnsan hakları diye bağıranların, aynı anda çocukları bombalayanlara silah sattığını görmek, yeryüzünün yeni normalidir. Çünkü artık hesap soracak bir otorite, bir “merkez”, bir hilafet vicdanı yoktur.
Bugün dünyanın yaşadığı kaosta, sahipsizliğin, dağınıklığın ve adaletsizliğin bu kadar yaygınlaşmasında, hilafetin yokluğunun payı hiç mi yoktur? Elbette ki vardır asıl sebeptir.
Belki de mesele bir kurumdan öte, bir ilkenin kaybıdır: Adaleti yeryüzünde temsil edecek bir irade. O irade yeniden yeşerene kadar, küresel eşkıyanın gölgesi daha uzun süre uzayacak üzerimize.
Hilafetin ilga edildiği gün, sadece bir kurumun ortadan kalkması değil, aynı zamanda toplumun yapı taşlarında da önemli bir değişimin habercisiydi. O gün, dağdaki eşkıya şehre indi; yani düzenin sınırları belirsizleşti, otorite boşluğu çeşitli çıkar gruplarının ortaya çıkmasına zemin hazırladı. Rabbimiz haber verip uyarıyor:
“İnsanlardan öylesi de vardır ki, dünya hayatına ilişkin sözleri senin hoşuna gider. Bir de kalbindekine (Sözünün özüne uyduğuna) Allah’ı şahit tutar. Hâlbuki o, düşmanlıkta en amansız olandır.
O, (senin yanından) ayrılınca yeryüzünde bozgunculuk yapmağa, ekin ve nesli yok etmeğe çalışır. Allah ise bozgunculuğu sevmez.” (Bakara Sûresi/ 204-205)
Hilafetin kaldırılması, modern devlet yapısının inşası adına atılmış bir adım olarak görülebilir. Ancak bu değişimin beraberinde getirdiği boşluk ve belirsizlik, adeta talan ve yalanın hüküm sürdüğü bir dönemin başlangıcı oldu. Hilafetin ilga edildiği gün eşkıya dağdan şehre indi. O gündür bugündür talan ve yalan devam ediyor. Bu ifade, sadece siyasi bir eleştiri değil, aynı zamanda toplumsal bir uyarıdır. Çünkü bir toplumu güçlü kılan, sağlam kurumlar ve bu kurumların adaletli işleyişidir.
Hilafetin kaldırılmasıyla birlikte otoritenin kırılganlaşması, bazı kesimlerin menfaatlerini koruma adına kural tanımaz hale gelmesine yol açtı. Bugün hâlâ süregelen bu kaos, geçmişten ders alınmadığının bir göstergesidir.
Hilafetin yokluğu, küresel eşkıyanın iştahını artırmış bulunuyor. Bazı Müslümanları bombalarla, füzelerle parçalarken, bazılarını da sıra kendilerine gelinceye kadar okşayarak oynatıyor.
Tarihin seyrini değiştiren kimi yokluklar vardır; bir sancaktar düşer, bir sancak yere iner, bir şehir susar, bir medeniyetin kalbi durur. Hilafet de, kimi zihinlerde sadece bir yönetim biçimi gibi algılansa da, aslında birliğin, ortak hafızanın ve siyasi bilinçlenmenin adıdır. Onun yokluğu, sadece bir makamın değil, aynı zamanda bir duruşun, bir yönelişin de kayboluşudur.
Bugün İslam coğrafyası parça parça; kimi yerlerde bombalarla, füzelerle delik deşik ediliyor. O topraklarda akan kan, sadece mazlumların değil, aynı zamanda sahipsizliğin kanıdır. Sessizliğin, dağınıklığın, birbirinden habersiz yüreklerin kanıdır. Sözün anlamını yitirdiği, duanın göğe ulaşamadığı yerlerde yankılanan acı bir feryattır bu.
Öte yandan, bazı bölgelerde Müslümanlar, henüz sıra kendilerine gelmediği için bir rehavetin kucağında, okşanarak avutuluyor. Küresel güçler, kimi coğrafyalara doğrudan saldırırken, kimilerini daima ihtiyaç duyulacak dostlar gibi görüp pohpohluyor. Ancak bu geçici iltifatlar, hakikatin üzerini örtemez. Zira tarihin terazisi hassastır; kimin hangi niyetle hareket ettiğini, kimin göz yumduğunu, kimin sessiz kaldığını unutmaz.
Birlik duygusu kaybolduğunda, adaletin sesi kısılır. Hilafetin yokluğu, sadece bir yönetimsel boşluk değil; aynı zamanda kalpler arasındaki köprülerin çöküşüdür. Bugün Müslümanlar bir araya gelemediği için, karşılarında duran küresel irade, dilediği gibi tasarrufta bulunuyor. Parçalıyor, susturuyor, yönlendiriyor. Kimini ezerek sindiriyor, kimini ise övgülerle uyutuyor. Ama gerçek değişmez: Sahici bir diriliş, ancak ortak bir bilinçle mümkündür. Aksi hâlde tarih, sadece izleyenler için değil, susanlar için de hükmünü verir.