Bir ihanetin anatomisi: Tarla böyle sürüldü- taşlar böyle döşendi
Bir ihanetin anatomisi: Tarla böyle sürüldü- taşlar böyle döşendi
LATİF ERDOĞAN
Her şey, hocasını, Atatürk’e hakaret etti iftirasıyla karakola şikayet etmesiyle başladı. Bunu medrese arkadaşlarını çeşitli suçlamalarla gammazla işgüzarlığı takip etti. Artık, devlete adresini vermiş, beni istediğiniz gibi kullanabilirsiniz, demiş oluyordu.
Devlet bu talebe olumlu cevap vermede gecikmedi. Onu kullanarak yöredeki İslami hareketleri kontrol altında tutmak mümkündü. İlk iş küçük yaşta kürsüye çıkarılmak oldu. Ağzı laf yaptığı için bu da isabetli bir karardı.
Askerlik öncesi dönemde Edirne’ye gönderildi. Edirne gibi hassas bir bölgede, aşırı dindar görünümüyle provokatörlük misyonuna hizmet etti. İnsanları birbirine düşürdü. Nur talebesi görünümüne girdi, Süleyman Efendinin talebeleriyle çatıştı. Aşırı uçlarda konuşmalar yaparak ora halkının İslam’a sempati duymasını önledi, kini, nefreti körükledi.
Amerikan kültür derneğinin müdavimiydi. Orada özel eğitim aldı. Amerika’nın adamı olma pozisyonunda yetkililere adres verdi. Böylece bir mertebe öteye sıçramış oldu.
Askere alındığında elinde dönemin Edirne valisinin referans mektubu vardı. Bu mektup gerekli yerlere ulaştırıldı ve özel bir eğitime tabi tutulmak üzere İskenderun’a gönderildi. Er olarak askerlik yapmasına rağmen rütbeli bir asker gibi iltifat gördü. Yazıcılık yaptı. Talimlere katılmadı. MİT’çi Arif Başçavuşun emrinde ve himayesinde İskenderun’un camilerinde vaazlarına devam etti. Buradaki misyon da yine provokatörlüktü. Maksat, ihtilal ve darbeye zemin hazırlamaktı.
Bir Cuma günü camiye askeri operasyon düzenlendi. İkinci Menemen hadisesinin oluşması için bütün şartlar hazırlanmış, taşlar döşenmişti. Fakat halkta galeyan olmadığı için bu teşebbüs akim kaldı. Göstermelik olarak tutuklandı. Onu kurtarmak için teşebbüste bulunan sivil birkaç kişi beşer, altışar yıl hapse mahkum edilmesine rağmen o aldığı bir aylık disiplin cezasıyla kurtuldu. Ceza almaması için Genelkurmaydan talimat geldi.
Hastalığı gerekçe gösterilerek tebdil-i hava bahanesiyle ve erken terhis edilerek memleketi olan Erzurum’a gönderildi. Provokatörlüğünü yoğunlaştırdı. İskenderun’da başaramadığını Erzurum’da başarması gerekiyordu. Tam bir sinema müptelası olmasına rağmen, vazifesi gereği sofuluğa büründü. Ramazan ayında verdiği bir vaazda, gösterime giren bir filmi bahane ederek halkı ayaklandırdı ve sinemaya baskın yapılmasına ön ayak oldu.
Fakat ayaklanma camiden giden beş on kişinin sinemayı basması, eşyalara zarar vermesi ile sınırlı kaldı. Menemen hadisesi benzeri bir olaya dönüşmedi.
Tekrar Edirne’ye gönderildi. Halkın aşırı tepkisi ve şikayetleri sebebiyle göstermelik olarak mahkemeye verildi. Ardından Kırklareli’ne kısa bir süre sonra da İzmir’e gönderildi. Kendisine atfedilen suçlamalar bir başkasını ipe götürecek kadar ağır olmasına rağmen o beraat etti, resmi görevi olan vaizlik yanında bütün İzmirlilerin teveccühüne mazhar Kestane Pazarı nam çok önemli bir kuruluşa da idareci yapıldı. Artık kadrosunu kurabilirdi. Çünkü üç yüze yakın bir talebe potansiyeli olan yerin başındaydı.
İlk işi talebeler arasında fitne çıkarmak oldu. Talebeler, kendisine bağlı olanlar ve olmayanlar çerçevesinde ikiye bölündü. Karakteri müsait olanları ispiyoncu olarak kullandı. Onlara Kestane Pazarı içinde psikolojik üstünlük verdi, diğer talebeleri de ispiyonculuğa özendirdi. Elde ettiği bilgileri de yetkili makamlarıyla paylaştı. İslam’a gönül verme ve kendini bu davaya adama istidadındaki talebeleri ya yanına çekerek ya da dışlayarak pasifize etti. Bir şekilde geleceklerini kararttı.
Yaz aylarında, İzmir Buca’da kamplar düzenledi. Fakat kampın bütün masrafları bilinmez bir kaynaktan karşılandı. Kendisi bunu, Ankara’da tanıdığı bazı kişilerden temin ettiğini söyleyerek açıklasa da o günün şartlarında bilinen çevresi göz önünde bulundurulduğunda dedikleri hiç inandırıcı değildi. Ayrıca, o günlerde üç kişi bir araya gelip Risale okusa tutuklanırken üç yüz kişinin aynı işi yaptığı halde hiçbir sorgulanmaya tabi tutulmaması da anlamlıydı.
İzmir’de Yüksek İslam Enstitüsü talebelerini birbirine kırdırma faaliyetinde bulundu. Bir boykot hadisesini bahane ederek kanlı bir mendille kürsüye çıktı, bunu cemaate gösterip kanlı bir mukabeleye zemin hazırlamaya çalıştı. Fakat dedikleri, söyledikleri karşılık bulmayınca niyetini gerçekleştiremedi.
1971 Muhtırasında tutuklandı. Altı ay kadar tutuklu kaldı. Son çıkarıldığı mahkeme günü, MİT Başkanı Fuat Doğu, bizzat gelerek mahkeme heyetiyle görüştü ve o gün tahliye edildi.
Kamp faaliyetlerine hız verildi. CIA destekli oluş artık kendini açığa vermeye başladı. Bu cemaate dokunulmaması gerektiği MİT Raporlarına yansıdı. Nitekim öyle de oldu. O yıllarda beş- altı yerde yapılabilen kamplar bunun göstergesiydi.
1980 ihtilalinde, ihtilal tarihi önceden bildirildiği için yakalanamadı. Kenan Evren, biz arar gibi yapalım o da yakalanmasın, diye bacanağı aracılığı ile mesaj gönderdi. Üç dört sene sözde arandığı söylenirken o bütün Türkiye’yi dolaştı, örgüt yapısını koordine etti. Burdur’da sözde yakalandı, bir gece tutuklu tutularak ertesi gün İzmir’e gönderildi; orada hiçbir arama emrinin olmadığı söylenerek serbest bırakıldı.
Tarla sürülmüş, taşlar döşenmişti. Dikey büyüme hızlandı. Devletle burun buruna gelindi. İkisinden birisi artık varlık gerekçesini askıya alacaktı. 17- 25 Aralık bir varlık- yokluk mücadelesiydi. 15 Temmuz hain darbe teşebbüsü FETÖ’ye tüy dikti. Devlet bir kez daha yenilmezliğini dosta düşmana ilan etti. O, kendisine bu kavgada Talut olmak düştüğünü söylüyordu. Ne ki Calut bile olamadı. Calut, hiç olmazsa savaşırken ölmüştü. Ya o…