Koştur-u-yorum!
Zamanı Anlama ve Anlamlandırma -2-
Bir önceki yazıda zamanı tanımlayamaz ama anlamlandırabiliriz demiştik.
Zamanın varlığını tasavvur edemiyoruz. Yokluğunu da düşünmemiz mümkün değil. Geçmiş gitti. gelecek gelmemiş. Akıp giden an var. Geçmişten bugüne, bugünden yarına ve diğer gelecek günlere bizden bağımsız bir şekilde ısrarla yoluna devam eden bir gelecek var. ”Ben gelecek için hiçbir endişe duymadım. O yeterince hızlı geliyor.” Diyordu Albert Einstein.
Batı düşünce tarihinde Aristoteles’ ten başlayarak Kant, Bergson, Heidegger, Hegel, Husserl gibi filozofların ajandalarında zaman kavramı çok önemli bir yer tuttu ama hiçbiri Augustinus kadar Kilise ve batıda kabul görmedi.
Pagan Roma’nın heykellere tapan bir çocuğu olarak yetişip sonra Hristiyan olan Hippolu Augustinus, Devlet ve din temelli tartışmalarda önemli bir paya sahip filozof olarak bugün kilisenin Babası olarak anılıyor. Devletin yeryüzünde tanrının temsilcisi olduğunu iddia ettiği görüşleri kadar, zaman kavramına dönük düşüncelerinin başta E. Kant olmak üzere modern dönem batı felsefesini de şekillendirdiği notunu düşelim. Şöyle diyordu:
“Zaman nedir? Kimse sormazsa ne olduğunu biliyorum. Ama birisine açıklamaya kalkarsam artık bilmiyorum… Eminim ki geçip gitmiş olmasa “geçmiş” zaman olmayacak. Bir şey gelecek olmasa gelecek zaman da olmayacak. Peki, nasıl oluyor da geçmiş ve gelecek var olabiliyor? Geçmiş artık yok. Gelecek ise henüz yok. Şimdiki zaman sürekli var ise, geçmişe karışmayacak ise şimdiki zaman değil sonsuzluk olmaz mı? İyi ama şimdiki zaman var olabilmek için geçmişe karışması gerekiyorsa mevcudiyetini yok oluşuna muhtaç olan bir Şimdi‘nin varlığından nasıl bahsedilebilir? Demek ki zaman yokluğa meylettiği ölçüde var olan şeydir.” (Aziz Augustinus, İtiraflar /Confessiones. shf. 354-430)
Batının akıl kartı karşısında yenilen İslam dünyasında ise son üç yüzyıldır nerdeyse yeni bir şey söylenmiyor. Eskinin bugün güncelliğini yitiren tekrarları günü anlamlandırmada yetersiz. Ve zaman kavramı bu işin kilit noktası olmasına karşın geçen yazıda ifade etmeye çalıştığım Kur’an’ın zaman kavramına dikkat çeken onca ayeti mufassal olarak tahlil edilmiyor.
Bugün zaman üzerinden insanlığı yöneten bir sistem var. Zaman alınıyor ve satılıyor.
Bu şu demek:
Kapitalist finans terörünü anlamanın üç temel kavramı anlamayla yakın ilişkisi vardır.
Birey, hayal, zaman…
Toplum önce bireyselleştiriliyor. Bireycilik öne çıkarılıyor ve yüceltiliyor. Bireyin güçlü olabilmesi için önüne hayaller konuluyor gelecek adına. Bu yeryüzü cennetine ulaşabilmesi için de paraya ihtiyaç var. Menat (para) – Azerbaycan’ın para biriminin menat isimli olması tesadüf değil mesela- putuna tabi olması telkin ediliyor. İşte burada devreye finans giriyor.
Bugün için içecek ve yiyecekle birlikte barınmanın tüm dünyada ülkeden ülkeye ticareti günlük 50-60 milyar dolar. Oysa günlük ticari hacimde dönen rakam beş trilyon dolar!
Aslında birtakım kurumların söz veya vaatlerine oynuyor herkes. Yani hayale ve zamana oynuyor insanlık. Finans kurumlarının kâğıtları üzerinden hayali alım satım yapılıyor. Ama kâğıt yine finans kurumunda kalıyor!
Kapitalizm bir sermaye rejimi ve bu sermaye rejiminin yüzde doksan dokuzu finans sermayesi halinde bulunuyor. Yeme, içme, barınma gibi reel (gerçek) üretim enstrümanları ticareti kâğıtlar üzerinden oluyor. Uzunca bir süredir de elektronik işaretler, rakamlar etrafında dönüyor. Bu durumda Finansal ekonomi yapılan ticaretin toplamının yüzde doksan dokuzunu elinde tutuyor.
Finans öncesinde alım satım bizzat işletme mekânındaydı. Yiyecek içecek, barınak, binek alırdınız ve bu al sat olarak işletmede gerçekleşirdi. Şimdi işletmede mal var ancak karşılığında ödenen çek, senet, bono veya nakit finans kurumlarında. Altının en güvenilir yatırım denmesinin nedeni bu aslında. İşin içine vade farkı namıyla sistem zamanı emerek zamana oynuyor. Zaman üzerinde vade faizi (riba-i nesîe), faiz enflasyon doğuruyor. Bir aç kapa parantezi yaparak devam edeyim. Resmi tefecilik önceleri kilisenin elindeydi. İlk kez vade ve çek olayını gerçekleştirenler tapınak keşişlerinden (şövalye-tampliye) başkası değildi.
Bütün bunları yaparken sınırsız ihtiyaçlar belirleniyor. Ertelemeden hızlı hareket etmek rekabetin ön koşulu olarak bilinçaltına işliyor. Ne güzel İstanbul be! Hiç kimse iktisat tanımına itiraz etmiyor. Neymiş iktisat “kıt kaynaklarla sınırsız ihtiyaçların karşılanmasıymış”! ALLAH, her şeyi bol miktarda size verdim diyor ama ne olacak?
Bugün “nerede hareket orada bereket” diye diye birde uyduruk atasözüyle kutsallık bilinçaltına yerleştirilerek hipnoz yapılıyor. Günlük konuşmalarda nasılsın sorusuna verilen cevap nedir mesela?
Doğru bildiniz. “Koşturuyorum” !
Hızlı ulaşım deniliyor mesela ama insanlar zamanlarını yollarda harcıyor. Çocuklar geleceğimizdir deniyor ama acımadan at yarışı gibi sınavlardan sınava koşuyor.
Koştur-u-yorum!!!
Sürat manayı yorar. Ve sürat manayı öldürür oysa.
Gücünü paradan ve onu besleyen faizden alarak özgürlük alanını daraltıp köleliği başka adlarla-örneğin -mükellef- mudi gibi-meşrulaştıran sistemin adıdır kapitalizm. Bu münafıklığın sistematize edilmiş hali insanları da münafıklaştırıyor.
Vaktin/zamanın sahibi Allah’tır. Zamanı almaya ve satmaya kurulu bir sistem, sizin zamanınızı geleceğinizi ve özgürlüğünüzü almaya yeltenmiş demektir.
Neden Kur’an’ın ruhunda, bütün ayetlerde fert değil cemaat olma övülmüştür?
Ben bireyim demek “tanrısız ve toplumsuz ben kendi ayaklarım üzerinde durabilirim” demenin ameliyesidir.
“Benim kimseye ihtiyacım yok” diyen biri finans teröristlerinin oltasına gelmiş demektir. Bu aynı zamanda insanlıktan “belhüm adal’e (hayvandan aşağı durumu)” yolculuk serüvenine çıkmak demektir.
İnsan olmak insana yaklaşmak demektir. Beşer birbirine yaklaştıkça insan olur.
Geçmişin, halin ve geleceğin köleliği, form değişikliği olsa da mazrufta değişikliğe uğramıyor. Bir yerde kölelik varsa paranın hâkimiyeti vardır. O hâkimiyet kölelik üzerinden yürüyorsa “abd” kavramına dolayısıyla kelime-i şehadete muhaliftir ve orada pagansit/şirk düzen söz sahibidir.
Zamanla yarışılmaz, zamanla barışılır. Bunu zamanla anlayacağız. İnşallah çok geç olmaz.