II. Süleyman’ın tahta çıkışı, devletin zirvede kalma mücâdelesi (8 Kasım 1687)
II. Süleyman’ın tahta çıkışı, devletin zirvede kalma mücâdelesi (8 Kasım 1687)
HALİT KANAK
8 Kasım 1687 Cumartesi günü Ayasofya Camii alışılagelmişin dışında bir toplantıya ev sahipliği yapıyordu. Sadâret Kaymakamı (Başbakan Vekili) Fâzıl Mustafa Paşa, bütün ulemâ ve ileri gelenleri toplamış, ülkenin mukadderâtını tayin edecek kararların alınacağı olağanüstü bir toplantıya başkanlık ediyordu.
Kabiliyetsiz ve ihtiraslı iki paşanın eliyle koca İmparatorluk çatırdamaya başlamıştı. Kara İbrâhim Paşa ile Sarı Süleyman Paşa hem Merzifonlu Kara Mustafa Paşa'yı kıskançlıklarından dolayı 1683’te Viyana’da yenilmesine yardım ederek idâmına sebep olmuşlar, hemde arka arkaya Sadrâzâmlık makâmını işgâl etmişlerdi.
Viyana önlerinden çekilmeye başladığımız günden beri işler iyi gitmiyordu. Bütün makam ve mevkîlere cibiliyetsiz insanlar doluşmuş, makamlar âdeta kapanın elinde kalmış, “Kaht-ı Ricâl” denilen devlet adamı kıtlığı başgöstermişti.
Yaklaşık bir yıl önce de (2 Eylül 1686) adına türküler yakılan Budin düşmüş, bu durum ülkede büyük infiâle yol açmıştı. Akabinde Mora Yarımadası Mareşal Königsmark'ın, Dalmaçya kıyıları da Venediklilerin eline geçmişti.
Beceriksiz Sadrâzam Sarı Süleyman Paşa, emrindeki ana orduyla Belgrad'da vakit geçirirken, Mohaç'ın 45 km. güneyindeki Osiyek'i savunanlardan Gürcü Mehmed Paşa 1687'nin Temmuzunda yaptığı başarılı taarruzla Polify Kontunu öldürmüş, haçlı ordusunu Mohaç’a çekilmeye mecbur etmişti.
Haçlı Müttefik ordusu başkomutanları Lorraine Dukası Karl-Ludwig, verdiği emirle Polify Kontunu Osiyek'e saldırttı. Ancak Gürcü Mehmed Paşa'nın müthiş savunma ve taarruzuyla Kont öldü haçlı ordusu Mohaç'a çekildi.
Bu zaferi kendi hanesine yazdırmak isteyen Sarı Süleyman Paşa, bu çekilmeyi fırsat bilerek oyalandığı Belgrad’dan çıktı düşmanın peşinden Mohaç'a gitti. Güyâ düşmanı kovalıyordu. Sahte kahramanlık peşinde gittiği Mohaç'ta onu bir son bekliyordu.. Bozgun.
Paşa, önünden çekilen ordunun kendilerini bekleyen haçlı müttefik ordusu başkomutanları Lorraine Dukası Karl-Ludwig ile birleştiğini görünce istemeyerek de olsa vuruşmak zorunda kaldı. 160 yıl 11 ay 14 gün önce adaşı Sultân Süleyman'la destan yazılarak kazanılan Mohaç zâferine gölge düşürecek bir korkaklıkla ağaçları kendilerine siper alarak vuruşmaya başladı, sonra da gerisin geriye bütün ağırlıklarını bırakarak kaçtı.
Sarı Süleyman Paşa’nın Allah rızâsı için değil de sırf unvan için yaptığı bu akılsızca davranış, 20 bin şehid’e mâl olmuş, üstelik tarihte ikinci kez bir Serdâr-ı Ekremin otağı düşman eline geçmişti. Bu bozgun; Sultân IV. Mehmed’i yemeden içmeden kesmiş üzüntüsünden hasta olmuştu.
Sarı Süleyman Paşa bununla da kalmamış, kuşatılma tehlikesinde olan Eğri Kalesine 200 km. güneydoğusunda ki Varat'tan sevketmek istediği askerlere yiyecek vermemiş, bataklıkları kolay geçebileceği dayanıklı malzemeyi de esirgemişti.
Sonunda beklenen oldu. Ordu bozuldu ve Sarı Süleyman Paşa’nın otağını talan etti. Canını zor kurtaran Sarı Süleyman Paşa Petervaradinden Tuna’yı kullanarak gizlice İstanbul'a geldi, mührü Sadâret Kaymakamı Recep Paşa'ya vererek saklandı.
IV. Mehmed mührü, Köprülü Mehmed Paşa'nın kızı Ayşe Hanımla evli olan Siyavuş Paşa'ya Serdâr-ı Ekrem'lik görevi ile birlikte Belgrad'da kışlaması talimatıyla verdi. Bir taraftan da Recep Paşa'yı Sadâret Kaymakamlığından azletti. Saltanat şûrasının kararı ve Şeyhülislâm’ın tavsiyesi üzerine Sadâret Kaymakamlığına Köprülü Fâzıl Mustafa Paşa'yı getirdi..Ama geç kalınmıştı.
Nihayet çığırından çıkan asker Siyavuş Paşa'yı Belgrad'a sokmadığı gibi büyük bir hiddetle İstanbul'a doğru yürüyüşe geçti. Halkta da, 39 yıldır tahtta oturan, fiiliyatta Edirne'yi başkent yaptığı için İstanbul'a uğramayan, sürekli av peşinde koşan Sultân'a karşı hoşnutsuzluk oluşmuştu.
"Kelle isteriz" nidâlarıyla Edirne'ye ulaşan orduyu komutanlar bu işin kansız olması için zor iknâ ettiler. Bunun üzerine Köprülü Fâzıl Mustafa Paşa'ya bir heyet gönderildi. İşte yukarıda bahsettiğimiz Ayasofya'daki toplantı bu heyetten sonra yapıldı.
Fâzıl Mustafa Paşa, tahtın el değiştirmesi halinde her şeyin normale döneceğini biliyordu. Ayasofya’da son sözü kan dökülmesinden çekinen henüz 50'sine basmamış Fâzıl Mustafa Paşa söyledi. "Düşman istilasına uğramış devlette, av ile meşgûl olan zâtın saltanatı câiz midir."
Bu söz üzerine "Hal" kararı hazırlandı ve durum IV. Mehmed'e iletildi. IV. Mehmed, hal kararını hiçbir tepki vermeden dinledikten sonra idâm fetvâsının olup olmadığını sordu. Olmadığını öğrenince hiçbir sevinç emaresi göstermedi yine tepki vermedi.
Bu gelişmelerden sonra aynı gün (8 Kasım 1687) 39 yıldır “Veliaht Şehzâde” olarak bekleyen IV. Mehmed'in kardeşi Şehzâde Süleyman Veliaht Dairesinden getirilerek II. Süleyman sanıyla Babüssâde Kapısı önünde kurulan tahta oturtuldu.
Bu sırada kendisine, orada hazır bulunan Nakîbüleşraf, İstanbul kaymakamı, nişancı, kazaskerler, şeyhülislâm, yüksek rütbeli ulemâ ile ordudan gelen ocak ileri gelenleri bir bir bağlılıklarını bildirdiler.
Yeni padişahın tahta oturduğu 8 Kasım itibariyle devletin ahvâli şöyleydi. 1683’te Viyana Kuşatması başarısızlığa uğramış, 1686’da Budin, 1687’de Atina düşmüş, yetmemiş Mohaç Bozgunu yaşanmıştı. Sûltân II. Süleyman tahta oturalı henüz 36 gün olmuştu ki, bu kez de 91 yıldır elimizde olan Budapeşte’nin yaklaşık 100 km. kuzeydoğusundaki Eğri Kalesi düştüğü haberi geldi. Tek minare haricinde 47 cami yerle bir edilmişti.
Venedik Cephesinde ise durum farklı değildi. Mora Yarımadasını ellerine geçiren (25 yıl sonra tekrar alınacaktır) Venedikliler, Dalmaçya Kıyısında bulunan Sancak Merkezimiz Knin’i, akabinde 50 adet topuyla birlikte Gradiska Kalesini aldılar.
Bu arada söz dinlemez Kapıkulu Ocakları kış gelmesine rağmen devam eden Alman cephesi ile Venedik cephesinden kaçmışlar, çarşı pazar serkeşliğe başlamışlar, cana, mala, namusa musallat olmuşlardı. Nihayet Budapeşte’nin 50 km. güneybatısında bulunan aralarında 290 yıllık Türk Ailelerinin bulunduğu stratejik İstolni-Belgrad da düştü. Almanlar, asker ve sivil binlerce kişiyi kılıçtan gerdi. Ele geçen toplardan birinin 440 livre gülle atabilecek çapta olduğunu görünce Almanlar hayretler içinde kalmıştı. Zapt edilen sancağımız Papa’ya gönderildi (kurtarılmayı bekliyor).
Bu durum, Belgrad ve Sofya yolunun açılması demekti. Öyle de oldu. Vezir Mehmed Paşa’nın savunduğu Bihaç hariç, Belgrad hemen ardından Banyaluka ve Zvornik düştü. Muhasarası bir ay süren Belgrad’daki Müslümanlar tahliye edilmişti. Kalmayı tercih edenler, Osmanlı garnizonuyla beraber kılıçtan geçirildi.
Sûltân II. Süleyman, orduya cesaret vermek için 1689 yazında Edirne’ye çağırdığı Kırım Hânı Selim Giray Han’la cepheye hareket etti. Hastalığı artınca geldiği Sofya’da konakladı. Ancak bir müddet sonra Batunica ve Niş bozgunları, hemen peşinden Vidin’in düşmesi beraberinde Bulgaristan’ı tehlikeye atmıştı. Bu yüzden padişah tekrar Edirne’ye getirildi. Kosova ve Üsküp’te başlayan Alman işgâli Arnavutluk ve Makedonya’yı tehditi altına almıştı.
Sûltân II. Süleyman Almanları durduracak cesur, dinine düşkün, vatanını seven, sefahatten hoşlanmayan, cevval bir sadrâzâm arıyordu. Bunun için Edirne’de bir Saltanat Şûrâsı topladı. Herkesin tek tek fikrini aldı. Şeyhülislâm Debbağ Mehmed Efendi’nin tavsiyesi üzerine de Köprülü Fâzıl Mustafa Paşa’yı sadrazâmlığa getirdi. 1689 Ekim Ayında derhal Edirne’ye gelen Fâzıl Mustafa Paşa devletin bütün meselelerine el attı. Ağır savaş vergilerini kaldırdı. Köylülere bedava tohum ve hayvan dağıtıldı. Güvendiği ehil insanları önemli yerlere atadı.
Görevini kötüye kullanarak haksız mal edinenlerin mallarına el koydu, hazineye devretti. Yetmedi kendi konaklarında eşya olarak altın gümüş ne varsa darphaneye gönderdi. Bunu gören zenginler de Fâzıl Mustafa Paşa’nın yaptığını yaptılar.
Devlet tam kendine gelmişti ki, Sırp ve Arnavutlardan yardım gören 20 bin kişilik bir Alman Ordusunun Kosova’ya girdiği haberi geldi. Düşmanı imha emrini alan Selim Giray Hân yıldırım gibi yetişti, şimşek gibi daldığı Alman ordusundan sadece iki kişi kurtulabildi. Herkese bir özgüven gelmişti.
Diğer taraftan Prizren’e giren üzerlerinde haç işlemeli zırhlar bulunan 8 bin kişilik ordunun üzerine yanında Dukagin Sancak Bey’i Mehmet Paşa olduğu halde Kalgay (Kırım veliahtı) Devlet Giray yürüdü. Bozguna uğrayan Almanlar Niş’e kaçtı.
Sadrazâm Köprülü Fâzıl Mustafa Paşa düşmana kesin darbe vurmak üzere 1690 yazında Edirne’den hareket etti. Serdâr-ı Ekrem sıfatınını da üzerine almıştı.
19 gün sonra geldiği Sofya ile Belgrad arasındaki Şehirköyü’nde (Pirot) Von Schenkendorf kumandasında bulunan Alman Ordusunu bozguna uğrattı. Bir müddet sonra da Musapaşa kalesini aldı ve Niş kapısına dayandı. 23 günde Niş’i, 2 günde Semendire’yi düşürdü.
O günlerde Mezomorta Hüseyin Paşa, Vezir Dursun Mehmed Paşa’yla birlikte önce Vidin’i, ardından Orşava ve Fethülislâm kalelerini bir bir düşürmüşler Sırbistan tamamen kontrol altına alınmış bir tek Belgrad kalmıştı. O da Fâzıl Mustafa Paşa’nın hedefindeydi. Ekim başında Belgrad önlerine geldi. 116 kulesi olan ve 9 katlı surla çevrili Belgrad’ın muhasarası kış yaklaştığı için zor olacak diye itiraz edenlere aldırmadı. Bütün azmiyle geldi otağını Abaza Tepesine kurdu.
Yanında Anadolu Beylerbeyi Ahmed Paşa, Sivas Beylerbeyi Süleyman Paşa, Halep Beylerbeyi Koca Halil Paşa, Rumeli Beylerbeyi Mustafa Paşa olduğu halde içi yanarak 175 yıldır bizde kaldıktan sonra elimizden çıkan Belgrad’a baktı. Askerî otoritelerin en az üç ay dayanır dediği Belgrad için, Bizans’ı tarihe gömen Fâtih gibi dudaklarından şu cümle döküldü. “Ya Belgrad beni alır, ya ben Belgrad’ı.”
Bu kararlılık, sevdiği bâzı paşaları şehid vermesine rağmen kendisine bir haftada Belgrad’ın yeniden fethini getirdi. Belgrad’da 188 yıl sürecek Türk devri yeniden başlarken, Kırım atlıları Ekslavonya’yı altüst ettiler. Almanların yıktığı Böğürdelen Kalesi yeniden yapıldı.
Bulgaristan, Bosna ve Kosova’da işgâl edilen yerler kurtarıldı. Tuna ötesi harekât kış yaklaştığı için bahara bırakıldı. Paşa İstanbul’a döndü. Karşılama alayları tâ Silivri’de yollara dökülmüştü. Sultân çok heyecanlanmıştı sırtındaki kürkünü çıkarıp duâlarla Fâzıl Mustafa Paşaya giydirdi. Başında ehil yöneticiler olunca bu asil milletin neler yapabileceği bir kez daha gözler önüne serildi. Devlet zirvede kalmayı başarmıştı. 1699 Karlofça’ya kadar da kalacaktı… Allah-û Teâlâ Devletimize ve Milletimize zevâl vermesin inşaAllah.