İki yıl sonra
İki yıl sonra
AYHAN DEMİR
Dünya hayatının bize ne getireceğini bilemiyoruz. Bugün burada, yarın kim bilir neredeyiz? Bundan iki yıl önce, 6 Şubat 2023’de, bilinen dünya tarihinin yıkım şiddeti en yüksek depremlerini ardı ardına yaşadık. Tabiat yerinden oynadı. Devasa kayalar, dağlardan kopup yollara yuvarlandı.
Felaket büyük, imtihanımız ağır oldu. Sayması bile zor: Adana, Adıyaman, Diyarbakır, Elazığ, Gaziantep, Hatay, Kahramanmaraş, Kilis, Malatya, Osmaniye ve Şanlıurfa. Tam on bir şehrimiz, Kahramanmaraş Pazarcık ve Elbistan merkezli, birbiri ardına şiddetli depremlere doğrudan maruz kaldı.
Bu illere daha sonra depremlerden etkilenen Batman, Bingöl, Kayseri, Mardin, Niğde, Sivas ve Tunceli de eklenerek hasar gören il sayısı arttı.
Resmî rakamlara göre 53 bin 537 insanımızı kaybettik ve 107 bin 213’ü ise yaralandı.
Devletleri kuvvetli, milletleri büyük yapan şey düştükleri zaman ayağa kalkma becerileridir. Afetin ilk saatlerinden itibaren devletimiz ve aziz milletimiz, maddi ve manevi seferberlik başlattı. Zorluk derecesi oldukça yüksek olan bu imtihanı ancak fedakârlık ve yardımlaşmayla aşabilirdik. Devletimiz ve milletimizin ana gövdesi, el ele vermiş, büyük acıyı omuzlarken; olmayanı varmış, olanı yokmuş gibi göstermek isteyen örgütlü kötülükle de mücadele etmek durumunda kaldı.
Kimileri devletimizi aciz ve memleketi sahipsiz göstermek için gerçekten de çok büyük gayret sarf etti. Bu memleketin elbette sahipleri vardır. Darbe teşebbüsünde olduğu gibi iyilik ve fedakârlık tartışmasız bir şekilde galip geldi.
Yıkılan yapılır, can hariç kaybedilen her şey yerine konulur. Devletimiz ve fedakâr milletimiz bu zorluğun da üstesinden geliyor. Eksikler ve yanlışlar, elbette olabilir. Bahane ve kusur arayan, mutlaka bir şey bulur. Bununla birlikte: Zor zamanlarda eleştiriyi ertelemek, sözümüzü sonraya saklamak büyük bir erdemdir.
İki yıl geride kaldı. Artık, böylesi bir felaket bir kez daha yaşanmasın diye, hataları ve yetersizlikleri samimiyetle konuşmalıyız. Bundan sonrası için neler yapılabilir, onu tartışmalıyız.
Acımız ve öfkemiz, geçen zamana rağmen azalmadı, geride kalmadı. Acımız halen çok taze ve öfkemiz ilk günkü gibi kuvvetli. Nasıl olmasın? Çok fazla acı hatıra birikti. Kimi evladını, kimi tüm ailesini kaybetti.
Yıkılan binaların birer mezarlık haline gelmesinde birçok sebep var. İnceleme raporları neticesinde ortaya çıkan en belirgin yıkım nedenleri: Sadece kendi menfaatini düşünen müteahhitlerin malzemeden çalması veya düşük kaliteli malzeme kullanması, projesine aykırı imalat yapmaları, yasal zorunlulukları yerine getirmemeleri, hiçe saymaları.
Çok uzağa gitmeye gerek yok. Türkiye’nin hemen hemen tüm şehirlerindeki kentsel dönüşümlerde, müteahhit ile mesken sahipleri arasında benzer sorunlar yaşanıyor. Mahkemeler, kentsel dönüşüm davalarıyla dolu. Ülkemizin bir “müteahhit terörü” ile imtihan olduğu ortada.
Sözleşmesinden küçük teslim edilen daireler, projesine aykırı imalatlar, kalitesiz malzeme kullanımı. Malzemeden çalan, her şeyden önce kendi insanlığından çalıyor.
Bitmedi: Kolon ve kirişlerin kesit boyutlarının ve donatı miktarlarının yetersizliği, uygun taşıyıcı sistem elemanlarının olmaması. Bir de inşaat tamamlandıktan sonra kolon, kiriş kesenler, binanın statik yapısıyla oynayanlar vs.
Meselenin en can sıkıcı tarafı: Proje ve sözleşmesine aykırı imalatlara, yapının statiğini bozan uygulamalara rağmen, bu yapılara sorunsuz bir şekilde ruhsat ve iskân alınabiliyor olması.
Atalarımız, “yokluk taştan katıdır” diyor. Bu, insanlar için de geçerlidir. Ahlaki yokluk çeken biri “taştan katı” olabiliyor.
İşimiz yürüsün de nasıl yürürse yürüsün anlayışı; adaletsizliği ve merhametsizliği beraberinde getiriyor. Ahlaksızlığın ahlakı olmadığı için, her türlü yol ve yöntem, maalesef ‘meşru’ hale geliyor.
Neticede, eksik veya hatalı imalatla yapılan binaların enkazı altında kalan insanlar, bizim insanlarımız. Kardeşimiz, babamız, evladımız, amcamız, teyzemiz veya hemşerimiz.
6 Şubat depremlerinde yıkılan binalar arasında üç yıllık olan da var, otuz yılın üzerinde olan da. Ahlaksızlık ve kural tanımazlık zamandan ve gelişen imkânlardan bağımsız ilerliyor.
Hasan Ali Yücel, İçten-Dıştan isimli kitabında şunu söylüyor: “Ahlak, bencilliğin bittiği yerden başlar. Hayat bilançosunu, kendinden başkasını hesaba katmaksızın yapmış olanlarda ahlak hanesi aranmamalıdır.” (Sayfa 56)
Yazımızı iyi bir şekilde devam ettirelim.
Deprem yaşanan beldelerdeki eski veya yeni TOKİ evlerinde hiçbir can kaybı veya hasar yaşanmadı. 2011 yılındaki Van depreminde de yüzlerce ev yıkılırken, TOKİ tarafından inşa edilen konutlar ayakta kaldı.
Yeniden 6 Şubat’a ve Kahramanmaraş’a dönelim.
Müteahhit Akın Öncül tarafından yapılan bir binanın altındaki zücaciye dükkânında yer alan tabak, çatal ve bıçaklar yerinden dahi oynamadı.
Demek ki böyle bir dünya var.
Demek ki böyle bir Türkiye mümkündür.
Demek ki ihmal, kesinlikle ihmal edilmemesi gereken bir bahistir.
Son sözümüz şu olsun: Ceza bazen en tesirli eczadır. İhmali olanlara en ibretlik cezalar verilmeli, verilsin.