• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Ali Osman Aydın
Ali Osman Aydın
TÜM YAZILARI

Sansürün yakın tarihi

04 Aralık 2024
A


Ali Osman Aydın İletişim: [email protected]

Sansürün yakın tarihi
ALİ OSMAN AYDIN

Cumhuriyet Gazetesi yazarı Özdemir İnce şöyle yazmış:Hayattan esinlenir ama sanat yapıtı (roman, öykü, tiyatro, sinema) tektir, biriciktir. Bu yapılardaki kişilikler, örneğin zimmetine para geçiren veznedar, öğrencisine sarkıntılık yapan öğretmen, kısır kadının göbeğine Arap harfleriyle dua yazıp ırzına geçen mahalle imamı tektir. Kurtuluş Savaşı’nda düşmanla işbirliği yapan imamlar da silah elde savaşanlar da vardı. Sanat yapıtındaki işbirlikçi imam kendisinden başka kimseyi temsil etmez. En önemli nokta: Sanat alanında hiçbir kişi(lik), hiçbir meslek dokunulmaz değildir.”

İnce bu sözleri, Erdoğan’ın bazı dizilerle ilgili, “Tıpkı 28 Şubat dönemindeki gibi belli toplum kesimlerimiz adeta öcü gibi gösterilmekte, tahkir ve tahrik edilmektedir”eleştirisi üzerine yazıyor.

İnce demek istiyor ki, “Sanat bu (!), sanatı bu kadar kişiselleştirmek yanlıştır, sanattan anlamamaktır.”

Peki İnce haklı mı?

Türk sinemasında zayıf bile olsa bir Kemalizm eleştirisi hiçbir zaman olmadığı, olamadığı, kimsede bu konulara girmeye cesaret edemediği için İnce’nin bu konuda ne kadar toleranslı olduğunu anlamamıza imkan yok.

Mesela bu bile bir sorundur aslında! 5-10 konu arasına sıkışmış anlı şanlı Yeşilçam’ın Cumhuriyet devrimleri ile ilgili söyleyecek hiç mi bir şeyi yoktu da bu konulara girmeye hiç yeltenmedi?

Bir an için “Vurun Kahpeye” filmindeki sosyolojinin gerçek olduğunu varsayalım. Peki bunun benzeri bir ötekileştirme, despotizm, kendisi gibi olmayanı cebren şekillendirme, kılığını kıyafetini dizayn etme arzusu iktidar elitlerinde yok muydu? Bu arzu devlet aygıtı kullanılarak on yıllarca halk “modernleştirilmeye” zorlanmadı mı?

Hani nerede bunun filmleri?

Yoksa devrimler gülücüklerle mi karşılanmıştı?

Türk musikisinin eğitimi (yaklaşık 50 yıl) yasaklandığında, bu musiki tahkir edildiğinden merdiven altında yaşamak zorunda kaldığında, insanlar “çok güzel oldu” diyerek mi karşıladılar durumu?

Bu yüzden işini kaybeden, kirasını ödeyemeyen, eşiyle, çocuğuyla arası açılan kimse olmadı mı?

Halbuki tam da sinemanın ilgisini çekecek, beyaz perdede çok şık duracak dramatik konular değil mi bunlar?

Sosyolojik temeli çoktan aşınmış, gücünü yitirmiş ağalık sisteminin zorbalıkları ile ilgili bile yüzlerce komedi filmi çekilmişken, şapka inkılabı ile ilgili tek bir film bile çekilmemesi ilginç değil mi? Rahmetli İhsan Yüce o muhteşem ironi kabiliyeti ile ne de güzel anlatırdı aslında bu konuları, değil mi?

Örnekler çoğaltılabilir.

Türk sineması neden bu konulara girecek medeni “cesarete” hiçbir zaman sahip olmadı. Ya da, sahip olmadığı şey “özgürlük” müydü!

Bence öyleydi.

***

Türkiye’deki bürokratik diktatörlük ne bu tip “özgürlüklerden” ne de başka türlü özgürlüklerden hiçbir zaman hoşlanmadı. Zaten “devrimci” bir iktidarın özgürlükle ne işi olur ki!

     Türkiye’de ilk sansür kurulu 1932 yılında kuruldu. Filmlerdeki din propagandasını, ahlak kurallarını ve kamu düzenine uygunluğu tespit etmek gibi “esnek” bir görevi vardı. “Kamu düzenine uygunluk” elbette “devrimlere” uygunluk anlamına geliyordu. Kültürel ve sanatsal eserler cumhuriyetin ideolojik çizgisini desteklemek zorundaydı. “5. Madde: Millî rejime aykırı olan siyasî, iktisadî ve içtimaî ideoloji propagandası yapan”…Özgürce sanat eseri üretmen mümkün değildi yani. Bu yüzden matbuat, sinema ve tiyatro sıkı bir şekilde denetim altına alındı.

Bırakın 30’lu yılları, 1972 yılında yapılan Ertem Eğilmez imzalı Tatlı Dillim filminde basketbolcuların, ‘İmamın evinde misafiriz’ sözünün, imam ifadesinin olumlu temsilinden olacak, çıkarılmasını istemişti sansür kurulu.

Başrolünü Göksel Arsoy’un oynadığı Şafak Bekçileri filminde şehit ailelerinin gösterildiği sahnede bu aileler için söylenen ‘Şehit Aileleri’ tabirinin ‘Havacı aileleri’ tabiriyle değiştirilmesine karar vermişti sansür kurulu. Çünkü “şehit” dini kavram ve dini kavramlar da laikliğe aykırıydı.

 

1963 yapımı Kötü Tohum filminde “Öğretmene birkaç kere telefon ettiysem de hep beni atlattı” cümlesinin öğretmenler hakkında olumsuz bir kanı oluşturacağı düşünülerek aynı ifade “Öğretmene birkaç kere telefon ettiysem de ondan tatmin edici bir cevap alamadım” şeklinde değiştirilmesine karar veriliyordu. Öğretmenler, Kemalist dünya görüşü içinde, inkılapların taşıyıcısı misyonerler olarak görüldüklerinden, saygınlıkları korunmaya çalışılıyordu.

Peki ya imamlar? İmamları koruyan böyle bir ilke olmadığı gibi yukarıdaki örnekte görüldüğü gibi isimlerinin olumlu bir şekilde geçmesine bile rıza gösterilmiyordu. Yeşilçam’da üç kağıtçı, karaktersiz, vatan haini çok imam tiplemesi gördük ama aynı özelliklere sahip öğretmen tiplemeleri pek görmedik. Kuşkusuz böyle bir örneğe izin de verilmezdi. Kemalist devrimlerin kutsadığı bir meslek mensubunun böyle temsil edilmesi mümkün değildi. İnce’nin dediği gibi “Sanat alanında hiçbir kişi(lik), hiçbir meslek dokunulmaz değil” ise neden hiçbir filmde asker veya öğretmenler yahut ideolojinin temsilciliğini yapan diğer kamu görevlileri de imamlar gibi temsil edilmedi. Hain asker, öğretmen ya da siyasetçi yok muydu? İnce’nin, özellikle erken cumhuriyet döneminde zirve yapan bu açık çifte standart hakkında söyleyecek bir şeyi var mı?  

***

Yücel Çakmaklı imzalı Birleşen Yollar adlı klasiğin gösterimine, Feyza adlı başrolün (Türkan Şoray) rüyasında gördüğü Kâbe görüntüsünün çıkarılması şartıyla izin verildi. Kemalist bürokrasi Kâbe görüntüsüne bile tahammül etmeyen bir dini karşıtlık anlayışıyla yürüttü sansür işlerini.

Kemal Tahir’in Yorgun Savaşçı kitabından uyarlanan ve resmi tarih söyleminin dışına çıkan bir milli mücadele tarihi anlatmayı deneyen yapım, darbeci - Atatürkçü Kenan Evren yönetimi tarafından yaktırıldı.  

      Erdoğan’ın eleştirdiği diziler, dindar muhafazakar karakterleri aşağılayan diziler. Gösterilmeye, reyting yapmaya devam ediyorlar. Bu da gösteriyor ki neredeyse 100 yıllık sansür kurulunun çalışma felsefesinde ve kültürel iktidarın kimliğinde hiçbir değişiklik olmamış. Yine keser, toplumun bir kesimine yontmaya devam ediyor. İnce, dizi filmlerle değerleri aşağılandığı için değil, dindarları kasıtlı bir biçimde “ilkel” göstermeye çalışan bir dizi cumhurbaşkanı tarafından eleştirildi diye feveran ediyor.

      Ben şahsen diziler gibi reytingle yaşayan kültür eserleri konusunda iktidarların değil, sivillerin inisiyatif alması gerektiğini düşünüyorum. Yöntem çok basit, değerlerinin aşağılandığını düşünenler bu dizileri izlememeli. İzlememek çok etkili bir boykottur ve yapımcı açısından telafi edilmez sonuçları vardır. İzlenmeyen iş sürdürülemez. Yapımcısını batırır. Fakat bir dizi hakaret dozunu artırdığı halde izlenmeye devam ediyorsa, orada yapacak bir şey yoktur.

Haberle ilgili yorum yapmak için tıklayın.

Yorumlar

Modernite

Bence kilit kelime "Modernleşme"..Zorla olsada olmasada farketmez sadece ülkemizde değil tum dünyada Tüm kültürlerde modernleşmenin önüne hiç birşey geçememiştir geçemez. Kim ne kadar ayak diremeye çalışırsa çalışsın sonuçta hep modernleşme yoluna devam eder ve edecektir. Bunu örneklemek istemedim bence herkes şöyle bir düşünse net olarak farkına varır. Bu arada Önder Somere Nuri Alçoya Coşkuna Danyal Topatana ve birçok diğerlerine biraz haksızlık etmişsiniz.

Rahman

Daha bugün, standlardan kitaplar toplatıldı, Etdoğanı protesto edenler tutuklandı..
x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23