• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Ahmet Can Karahasanoğlu
Ahmet Can Karahasanoğlu
TÜM YAZILARI

Umursamak neden bir yük haline geldi?

01 Kasım 2025
A


Ahmet Can Karahasanoğlu İletişim: [email protected]

Umursamak neden bir yük haline geldi?

Ahmet Can Karahasanoğlu

Frenk düşünür David Graeber, bir köşe yazısına on yıl kadar önce şöyle başlıyordu:

“Toplumda en çok ‘başkalarını umursayan’ insanlar yani öğretmenler, hemşireler, temizlikçiler, bakıcılar, sosyal hizmet çalışanları ya da emekçilerin çoğu aynı zamanda en az değeri gören insanlardır.”

Kabaca, “başkalarını ne kadar çok düşünürsen, sistem seni o kadar az önemser” diyordu. İşte bu çelişkiyi “işçi sınıfının laneti” olarak tanımlıyor Graeber. 

Emekçilerin, hayatlarını idame ettirebilmek için başkalarının ihtiyaçlarına duyarlı olmak zorunda kaldıklarını söylüyor. 

Bu “fazla umursama” hali, onları hem sömürüye hem de duygusal tükenmişliğe açık hale getirir.


Graeber’den ilhamla; “iyi olma”nın yerini “kendini düşünme”nin aldığı bir toplumdayız. 

Yani “akıllı olmak” artık “kendini düşünmek” anlamına geliyor. Egoist olabildiğin nispette, beyaz yakalılar arasında yükselebilirsin. Bir öğretmenin öğrencisine gösterdiği şefkat, artık bir meziyet değil, aksine bir zafiyete dönüştü.

İşte bu, insanlığın yorgunluğudur.

Taşrasından kopmuş insanın ütopyası, tüketim toplumuna dönüşmekmiş. Bunu bize tarih gösterdi. Göz göze gelmek istemediğimiz bir insanla empati kurmayalı ne kadar zaman oldu?.. 


O görmezden gelmek istediğimiz insanın acısını hissetmek yoruyor bizi. Umursamamak hep daha kolay olmuştur. Hatta yeni bir psikolojik zırh türü olarak “mesafeli durmak” pompalanıyor sosyal medyada.

“Gönlünüzden geldiğince saçmalamanız yasak; çünkü siz bir beyaz yakalısınız efendim!” diyen dalkavuklarınız varsa işiniz kolay demektir.

Bu zırhı paramparça edecek yegâne hareket belki de zuhurata tabi olmaktır.

Temizlikçiler, bir fabrikada küflü arabesk eşliğinde çalışan işçiler, sabah kahvaltısını yapamayan bir çocuğa ağlayan öğretmenler, belediye otobüsü şoförlerinin sırtındaki ağırlığı kimse göremiyor.

İşte, hayatı başkaları için taşıyan bahse konu kesim; dünyanın her yerinde en az umursanan kitledir.

Görünmez kimliklerdir bunlar. Dünya başkalarının değil, onların omzunda döner.


Kapitalist umursamazlık, en lüks lokantada yemek yerken size o mekânın sahibiyle tanışma fırsatı verir; ama garsonla asla samimi olmamanızı da telkin eder.

Bu, örtülü bir ittifakla kabul görmüş şımarıklık ahlakıdır(!).

Tüm kapitalistler buna uyar; aksi takdirde o dünyada saygıları(!) kalmaz.

Sömürgeci zengin sınıfın elindeki en güçlü silah, para değil; paranın hissettirdiği umursamazlık duygusudur.

Bunu bir özgürlük gibi görürler.

Falanca firmadaki filanca CEO binlerce kişiyi işten çıkarabilir ve bunun adı “profesyonelliktir.”

Ama hastasına çok bunaldığı için kızan bir hemşire, ya da ödevini yapmayan bir öğrenciye onun iyiliği için kızan, belki de hafifçe tokat atan öğretmen “kalpsiz”dir. 

İşte böyle ikiyüzlü bir ahlak anlayışı vardır küresel dünyanın.

Bir sınıfa her türlü hakkı verirken, diğer sınıfa sadece kendi uygun gördüğü hakkı verir. Neticede sömürü sistemi insanlara başkalarını umursamayı değil kendi vicdanlarını duymayı unutturdu. 

Konuya dair bir Anadolu irfanı öğretisiyle yazıyı bağlayalım.. 

Bir Sufi Şeyhi talebeleriyle birlikte nehrin kıyısında yürüyormuş. Hava kararmış ve şeyh, talebelerinin önünden giden kayıkçıyı işaret etmiş.

Kayığın önünde küçük bir fener asılıymış. 

Şeyh efendi sormuş “Kayıkçının hayatını o küçük fener mi, yoksa kayığın altında sürekli akan su mu aydınlatıyor?”

Talebelerden biri: “Elbette fener, fener olmasaydı önünü göremezdi.”

Diğer bir talebe: “Hayır, ışık sadece bir uyarıdır. Onu taşıyan ve ilerleten, altında aralıksız akan suyun gücüdür. Asıl yükü taşıyan ve görünmez olan sudur.”

Şeyh efendi: “İnsanların çoğu sadece feneri görür. Fener, zenginlerin, efendilerin, şatafatlı hayatların göründüğü ışığı temsil eder. Herkes onu alkışlar. Ama gemilerin, ticaretin, bütün hayatın ilerlemesini sağlayan, altında sessizce akan ve kimsenin umursamadığı sudur. Allah yolunda, su olmayı öğrenin. Başkalarının hayatlarını sessizce taşıyan, görünmez ama hayati gücü elinde tutan kişi olun. Feneri taşıyanların yükünü küçümseyenleri gördüğünüzde, fenerin kendi başına hareket edemeyeceğini, onu yeryüzünün görünmez emeğinin taşıdığını unutmayın” demiş.

Not: Anadolu irfanının yemişlerinden böyle güzel misalleri yazılarımda kullanmam gayesiyle mailime gönderen sevgili okurlarıma çok teşekkür ediyorum. Tahmin edemeyeceğim bir alaka ile yazılarla ilgili geri dönüşler yapıyorlar. Emeklerinden ötürü gönülden teşekkür ediyorum. Sırasıyla inşallah hepsini yayınlayacağım. 

Haberle ilgili yorum yapmak için tıklayın.

Yorumlar

sedat

Daha öncede size bir kere yazmıştım, sizinle dünya görüşüm asla örtüşmez ama hakikaten yazılarınız iyi. Güncel sığlıklardan uzak ve edebi bir usluba sahipsiniz. Tamamen edebiyata yönelirseniz, ciddi bir yetenek olarak yer bulacağınıza inanıyorum. Saygılarımla.

Prof Mustafa Erdoğan sürat

"Taşrasından kopmuş insanın ütopyası, tüketim toplumuna dönüşmekmiş. Bunu bize tarih gösterdi. " lafını sana kim öğretti bilmiyorum ama baştan aşağı yalan değilse de safsata. Nedenini yaşanmış bir örnekle anlatalım: Suudi Arabistan'ın Petrol işlerinden sorumlu eski muazzam bakanlarından Zeki Yamani taşrasından kopmuş ama ailesinin 2500 yıl önceki dini Musevilikten kopmamıştı. Namazda Tevrat okuyor diye görevinden alındı fakat kimse ona gayri insani-Türkiye'nin baştan aşağı tüm magandalarının DEAŞ zannettiği DAEŞ üyelerininkine benzer gayrı insani bir muamelede bulunmadı.
x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23